Kutuplaşmayı nasıl tarif edersiniz? Hayat ustam Tarhan Erdem’e göre kutuplaşmak “yalnızlaşmak” demek. Her kutup, her küme kendi içine kapanıyor, diğerleriyle ilişki ve iletişim yollarını kapatıyor. Bu içe kapanma giderek ötekileştirmeyi, şeytanlaştırmayı, nefret diline ve manevi şiddete sığınmayı ve asıl önemlisi yalnızlaşmayı üretiyor.
Sanırım bir başka tanım da geçerli. Kutuplaşırken yalnızlaştığımız kadar “yabancılaşıyoruz”. Önce bir birimize yabancılaşıyoruz. Daha da kötüsü kutuplaşmanın ürettiği duygusal ve zihinsel ambargo nedeniyle giderek kendimize de yabancılaşıyoruz.
Sözde yerel seçimlere yaklaşıyoruz. Hiç birimiz, ne adaylar, ne partiler, ne entelektüeller, ne medya ne de seçmen yerel sorunları konuşuyor. İstanbul’un su sorununu, Konya ovasının kuraklığını, Muğla’da kıyıların betonlaşmasını konuşan neredeyse yok. Gündelik hayatın ihtiyaç ve taleplerini konuşmuyoruz. Yüksek siyasetin ürettiği gerilimleri, her bir köy kahvesinde, kasaba meydanında, televizyon ekranında, gazete köşelerinde yeniden, yeniden üretiyoruz.
Kendimize, kendi sorunlarımıza, ihtiyaçlarımıza, taleplerimize yabancılaşıyoruz.
Bu ıssızlaşmak demek. Müzakere yerine münakaşayı ve münazarayı öne almak demek. Bu umuda değil öfkelere teslim olmak demek. Kimimiz kibrimizle, kimimiz çaresizliğimizle, kimimiz de omurgasızlığımızla her gün biraz daha kendimizden, hayattan, umuttan ve toplumdan uzaklaşıyoruz.
Entelektüel dünyaya, üniversitelere, medyaya ve hele sosyal medyaya bakınca nasıl bir kuraklık içinde olduğumuzu görüyoruz her gün.
Biz okumuş yazmışlar böylesi bir ruh haline teslim olmakta sakınca görmüyoruz ama önce karşımızdakilerin, ötekileştirdiklerimizin ve hele sade vatandaşın başka yerden bakmasını, düşünmesini, davranmasını bekliyoruz.
Kendi elektronik posta eklerimizde, belgelerim klasörlerinde küfürnameler biriktirip, protesto listeleri yapıyoruz da karşımızdakilerin de aynı şeyi yapıyor olduklarını fark etmiyoruz.
“Neden bu hale geldik”, “ne olacak” ya da “bu durumdan nasıl çıkılacak” türü soruların tek bir cevabı yok. O nedenle çarpıcı gibi görünse de böylesi sansasyonel sorular yanlış. Çünkü ne toplum ne de hayat bir kelimeye sığdırılabilecek kadar sadelik ve basitlikte. Aksine, bugünün hayatı ve toplum çok daha karmaşık; çok boyutlu, çok eksenli, çok aktörlü, çok kimlikli… Bu nedenle de her tür dinamik, hayatta ve toplumda aynı anda çalışıyor.
Tek, tek bu dinamikleri anlamaya çalışabiliriz. Ancak toplum karmaşık mekanizmalı bir saat gibi… Parçalarının her biri tek başına saatin işleyişini anlatamadığı gibi bireyin bilgileri de toplumun yapısını açıklamıyor. Hele tek, tek bizim zanlarımız hiç açıklamıyor. Bütünü bütün yapan aslında parçaların birbiriyle ilişkisi. Artık bazı açıklamalara, “A veya B” olarak değil “A ve B” diye bakmak bütünü daha kolay anlamamızı sağlıyor. Yani ilişkileri, bağlantıları aramak gerekiyor.
Ak Parti karşıtlarına bakmadan yandaşlarını anlamak ya da yandaşları dikkate almadan karşıtları açıklamak bugün artık mümkün değil.
Bu nedenle ilişkiler, kültürel aidiyetler, inanç grupları, cemaatler, topluluklar gibi farklı aidiyet, ilişki ve ağları anlamaya çalışmak daha önemli. Şimdiye dek bu ilişkileri ve genel olarak ülke ve toplumdaki değişimi, tercih ve davranışları siyaset üzerinden anlamaya ve anlamlandırmaya çalıştık çoğunlukla. Artık ilişkileri, eğilimleri, “neden”, “niye”, “nasıl” sorularıyla beraber ele almak, gündelik hayatımızda ve zihin haritalarımızda değişenleri ortaya çıkarmaya çalışmak gerekiyor. Yani sosyolojik dip dalgalarını, toplumsal zihin haritasında değişenleri, karmaşıklığı ve karmaşıklığın mimarisini anlamaya çalışmak gerekiyor.
Yoksa geldiğimiz noktadan çıkış giderek zorlaşıyor. Ve asıl önemlisi giderek çıkış umuduna da yabancılaşıyoruz.
Toplumu anlamak özellikle tepkilerini analiz edebilmek için şimdiye kadar ki devlet-toplum ilişkisine ve bu ilişki üzerinden toplumun geliştirdiği davranış kodlarına bakmalıyız. Ya da toplumu anlamak için, egemenlerle, güçlü olanlarla ilişkisinin tarihsel olarak nasıl geliştiği, hukukla ve yargıyla ilişkisi ve deneyimi, hak talepleri konusundaki bin yıldır yaşadıkları daha açıklayıcı ipuçları veriyor.
Seçmen dediğimiz bireyler ve toplumun zihni seçim süreci başında beyaz bir yaprak kadar boş değil. Deneyimleri kadar diğer kurumlarla, yapılarla, kimliklerle ilişkileri ve bu ilişkiler içinde geliştirdiği bazı davranış kodları var.
Son yıllarda yaşanan kutuplaşma “her zaman böyle gerilimlerimiz vardı” açıklamasından daha öte bir anlam taşıyor. Evet, bir bakıma bu topraklarda büyük kümeler şeklindeki farklı aidiyetler, farklı değer setleri, farklı inançlar olmuştu. Ama hiçbir zaman kümeler ve farklılıklar birbirlerini düşman görmemişlerdi.
Mücadele birbirleriyle olmaktan öte egemenlerle, devletle ve hayatla olmuştu. Şimdi yaşanan ise herkesin ihtiyaç ve talepleri karşısında diğerlerini engel görmesi. Ve giderek kimliklerin ve kümelerin cüretkarlaşması, birbirine karşı manevi şiddet ve nefret dilini siyaset sanmaları.
Bir sonraki uğursuz aşamaya geçmeden herkesin, özellikle de bu farklılıklar içinden siyaset yapanların, yazıp çizenlerin ve konuşanların kendilerini ve diğerlerini bir kez daha düşünmelerini ummak istiyorum. Çünkü bu gerilim üreten aşamadan çıkışın, her bir taraftaki, diğerlerini de dikkate alan yeni bir düşünme biçiminden olabileceğini düşünüyorum. Her bir kimlikteki, kutuptaki yeniden düşünüşlerin ve bunlar arasındaki yeni ilişki ve diyalog zeminlerinin huzurlu bir geleceğin anahtarını üretebileceğine inanıyorum.