Referandumun ardından-3 Türkiye’nin tıkanıklığı

Referandumun ardından bugünün karmaşık, çok boyutlu, çok aktörlü sorunlarını çözebilir miyiz? Bundan önce asıl soru, referandumun konusu olan değişiklikler bu sorunlara ne kadar çözüm üretecek? Sürdürülebilir olacak mı?

Bu sorulara cevap verebilmek için meselenin iki ayrı katmanına bakmamız gerekiyor. Birinci katman toplumun ihtiyaç ve talepleriyle anayasa değişikliklerinin örtüşüp, örtüşmediği. AkParti bir bakıma başardı ve referandumda değişikliklere yüzde 51,4 onay çıktı. Bundan sonrasında yüzde 51,4’ün rızasıyla özgürlükleri daha da kısıtlama pahasına güvenliği sağlamaya çalışacak. Aslında iki yıldan beridir geleneksel güvenlikçi politikalarla Kürt meselesi de özgürlük talepleri de siyasi alan daraltılarak yok sayılmaya, muhalefet kısıtlanmaya, internet, iletişim, medya daha da çok denetlenmeye çalışılıyor. Bundan sonra da bu politikalar sürdürülerek, bir yere kadar başarılı olunacak belki de.

Ama refah mı demokrasi mi ikileminden demokrasiden taviz vermek pahasına ekonomik refahı seçen kitlelerin refah talebi nasıl karşılanacak? Petrolü, doğal gazı olmayan, doğal kaynakları kısıtlı, tasarruf oranı düşük, dış kaynağa ve borca bağımlı, küresel rekabet gücü, patent sayısı, araştırma-geliştirme kapasitesi sınırlı ekonomi nasıl büyüyecek? Orta gelir tuzağını aşmak için yapısal reformları yapma niyeti yokken, hukukun yerine giderek keyfiyetin ağırlık kazandığı ortamda ekonomik girişim ve yatırım nasıl artırılacak?

Ekonomik büyüme ihtiyacı ve refah talebi karşılanamadıkça bölüşüm sorunları daha da büyümeye başlayacak. Kısa süre sonra popülist politikalar tıkanmaya başlayacak. Bu tıkanmanın varolan ekonomik, toplumsal ve siyasal yarılmaları daha da büyüttüğünü göreceğiz yakın gelecekte.

Küresel ara buzul dönem

İkinci katman ise küresel dinamikler tarafı. Tüm dünyada bir yandan kaynakların giderek sınırlanması ya da ekonomik büyüme kapasitelerinin bilinen modeller içinden sınırlarına gelmiş olması meselesi var. Diğer yandan popülist, şoven, otoriter eğilimlerin, politikaların, liderlerin ağırlık kazanması, yabancı düşmanlığının, İslam düşmanlığının artması, küresel terör ve bir dizi daha birbirini besleyen ara buzul çağını yaratan, besleyen gelişmeler.  Dolayısıyla küresel bölüşüm sorunları artacak ve bir süreliğine serbest ticaret alanlarında daralma ve paralelinde demokrasilerde gerileme eğilimleri artacak.

Türkiye’nin hem iç dinamikleri ve sorunları nedeniyle hem de bu dış dinamiklerden doğrudan etkilenen bir ülke olması nedeniyle tüm bu sorunları daha ağır biçimde yaşayacağını öngörmek mümkün.

Suriye veya Esad sorunu gibi tanımlayarak olduğundan daha küçük biçimde zihin dünyamızda yer kaplayan mesele tüm yeni küresel siyasal denge arayışının kostümlü provası aslında. Yakın gelecekte Suriye ve OrtaDoğu meselesi hayatımızı beklenenden daha fazla etkileyecek. Çünkü Suriye meselesi Kürt meselesine bağlantılı boyutundan dolayı da, radikal İslamcı eğilimlerin kendi içimizde de varolmasından dolayı da sanılandan daha çok hayatımızı etkileyecek.

Zaman içinde bu sorunların güvenlikçi politikalarla bastırarak, yok sayarak sürdürebilmenin imkansız olduğu kavşağa geleceğiz.

Kalkınmayı, ekonomik refahı sağlamayı, iç toplumsal ve siyasal gerilimleri çözebilmeyi, küresel meselelerde kendimize de zarar vermeden ve hatta çözümlerinde etkin rol alarak kurtulabilmenin yolu siyasetten geçiyor.

Bu karmaşadan ancak siyaset marifetiyle, siyasal ve toplumsal uzlaşmalar üreterek çıkabiliriz. Sorun tam da burada. Çünkü ülkeyi yönetenler ve devlet mekanizması çözümü siyasette değil merkeziyetçilikte ve olması gerekenin tam tersine siyasi alanın daraltılmasında arıyor.

Yaşanan demokrasi krizidir

Bu nedenle Türkiye bir demokrasi krizi yaşıyor. Milli iradenin yalnızca kendi oyu kadar tanımlandığı, siyasetin kimliklere sıkıştığı, kendi kimliğinin “iyi, güzel, doğru” tanımlarının diğer herkese dayatıldığı, kutuplaşmış siyasal alan içinden atılacak her adım yeni gerilimler, fay hatları üretiyor. Hele şimdi referandumun ardından oluşan ve iktidarıyla muhalefetiyle yanlış yönetilen bir süreç sonunda oluşan şaibe algısı, siyasi alana olan güveni daraltırken bu fay hatlarını daha da keskinleştiriyor.

Yerelleşmek yerine merkeziyetçiliği ve keyfiliği güçlendiren bu değişiklikler, eksik milli irade bakış açısı, siyasi ve kültürel farklılıkları çatışma alanı olarak gören hakim siyaset kültürü içindeyken, uzlaşmalar üreterek yürüme imkanı giderek azalıyor.

Rasyonel akılla senaryolar üretiyor olsak, dört partinin de üç yıl ve bir Yerel Seçim, iki Genel Seçim, bir Cumhurbaşkanlığı seçimi, bir Anayasa Referandumu sonrası sürekli tekrarlanan siyasal haritayı değerlendireceklerini umabilirdik. Dört partinin de sıkıştıkları kimliklerden ve köşelerden çıkış için bu haritayı üreten dinamikleri ve sorunları değişim yönünde kaldıraç olarak kullanmaları gerektiğini söyleyebilirdik.

Ama ne yazık ki siyasi alanda ve bu dört partide böyle bir değişim umudunu yaratacak hiçbir belirti yok. Gerçeklikten bakınca, siyasi konsolidasyon sürecek ve muhtemelen yakın gelecekte siyasi alan üç partili bir yapıya doğru evrilecek. Hem toplumsal hem de siyasal olarak üç partili Türkiye haritasının bir süre daha gerçekliğimiz olmaya devam edeceği anlaşılıyor. Popülist, şoven, otoriter, keyfi, merkeziyetçi, güvenlikçi politikalar bir süre daha sürecek görünüyor. Her bir ülkenin benzer politikaları ve ekonomik sıkışmışlık nedeniyle de küresel itiş kakış da bir süre daha devam edecek.

Bunlar küresel ara buzul dönemin karakteristikleri olarak yaşanacak ve geçecek. Mesele bu ara dönemden siyaset marifetiyle nasıl çıkacağımıza cevaplarımızdadır.

 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.