İnan Ketenciler T24 Söyleşisi: MHP, İyi Parti ve HDP; hangisi baraj altında kalabilir?

– İyi Parti toplumda bir rüzgar oluşturdu mu? Toplumun hangi kesimine hitap edecek?
Onlar kendilerini başka bir yerden tarif ediyorlar belki ama henüz toplumun bütününde değilse de beklentisi olan, yani siyasetten umudunu kaybetmiş, siyasi aktörlere eleştiri dozu yükselmiş, var olan siyasi aktörlerden umudunu kesmiş, muhalefet bloku içinde CHP ve MHP tabanında ve kadrolarında bir ilgi uyandırdıkları açık. Dolayısıyla burada kritik şey İyi Parti’nin bütün topluma hitap edip edemeyeceği siyasi aktörlerden umudunu kesen, siyaseti eleştirmeye başlayan AK Partililerin de teveccühüne mazhar olup olmayacağı. Henüz onu söylemek için erken, henüz öyle bir belirti yok gördüğüm kadarıyla.

Ama öncelikle MHP tabanında, sonra CHP tabanında, yani bir biçimde AK Parti iktidarını veya Tayyip Erdoğan iktidarının değişmesi umudunu, temennisini taşıyan ve de kendi siyasi liderlerinde ya da partilerinde de o başarı umudunu görmeyen kesimlerde bir ilgi ürettiklerini de görüyoruz. Belki bu çok yanlış da değil yani başlangıç noktası için. Onun için bundan sonra yapacakları daha önemli. Ama eğer sadece muhalefet bloku içinde hareket eder ve oradan oy devşirirse o zaman o kendi söyledikleri hedeflere ulaşamazlar.

Çünkü siyasi düzlemdeki hikayeyi biliyoruz. Nedir o, kimliklere sıkışmış ve konsolide olmuş bir siyasi zemin var ve o kimlikler üzerinden de ciddi bir kutuplaşma yaşanıyor. Dolayısıyla bunu bozacak bir dil, yalnızca muhalefet blokunu değil, Türkiye’nin tümünün ihtiyaç ve taleplerine cevap verecek bir dil üretebilirse veya öyle bir program ya da kadro öne çıkabilirse gerçekten tablo ciddi bicimde bozulabilir. İyi Parti peki böyle bir izlenim veriyor mu, şahsi kanaatim bana öyle bir izlenim vermiyor. Benim izlenimim ağırlıklı olarak muhalefet bloku ve MHP’nin içindeki muhalefet bloku…
Yani Devlet Bahçeli’den ve MHP yönetiminden rahatsız olan ve yetersiz gören kesimden başlayan bir ilgi var veya oradan bir enerji alıyor. İki, CHP tabanı diyebileceğimiz ya da ülkenin belli bir entelektüel ve medya dünyasının içinde Erdoğan’la mücadele edebilir ya da Erdoğan’ın karşısına önümüzdeki başkanlık seçimlerinde ciddi bir alternatif olsa keşke diye temennisi yüksek bir kesimin ilgisi var. O ilginin de ne kadar sürdürülebilir olup olmayacağı, diğer kesimlere de sıçrayıp sıçramayacağı İyi Parti’nin yapacaklarına bağlı. Yani İyi Parti belki başlangıç noktası için yeterli bir enerjiyle başladı ama önemli olan bunun sürdürülebilir olması. Eğer bu biraz önce sözünü ettiğim konsolidasyon ve kimlikler içindeki kutuplaşmalara sıkışmış siyaseti bozacak bir dil ve toplumun bütününü kapsayacak yeni projeler, örneğin devletin yeniden inşası, örneğin hukukun, yargının yeniden inşası gibi daha iddialı başka projeler söylemezse, sadece muhalefet içinde liderlerini yetersiz görenlerin yeni lider arayışına cevap üretir. O da onları belli bir yüzdenin içine kilitler, daha öteye de gidemezler. Ne olup olmayacağını zaman gösterecek.

– Yeni bir parti kurulunca oy oranları da gündeme geliyor doğal olarak. İyi Parti Sözcüsü Aytun Çıray yüzde 20’lerde olduklarını söyledi.
Hayır, bizim böyle bir gözlemimiz yok. Zaten muhtemelen benim anladığım, “oy verebilirim” diyenlerdir o. Oy vereceğim diyenler değildir. Ülkenin beşte birinin programının ne olduğunu, kadrosunun ne olduğunu bilmeksizin, “şu partiye oy vereceğim” diyeceğini doğru görmüyorum. Muhtemelen araştırma da zaten “oy verir misin” değil, “verebilir misin” üzerine. Dolayısıyla 20’ler, 15’ler, bu söylenen rakamları da böyle baktığım için çok da kayda değer bulmuyorum doğrusunu istersen. Çok önemli mesele değil o, mesele daha adı bile bir ay önce ortaya çıkmış bir parti. Sadece Meral Hanım’ın ismi üzerinden bir ilgi uyandırdığı, medyada, siyaset erbabında tartışıldığı açık. Ama o medyada, siyaset erbabında ilgi uyandıran şey biraz önce söylediğim şey. AK Parti’ye muhalif olanlarında yeni bir umutlanma ihtiyacının ürettiği bir ilgi o. Onu da böyle yüzde 20 demek ya da oradan bir oy oranı tahmin etmek doğru değil. Ama yine de şunu da söylemek lazım ki, başlarken bile bu kadar söz edilir olması, şu ya da bu oranda olsa bile hemen seçenek olarak ortada konuşuluyor olması bile kayda değer bir şeydir. Ama bunun oranının çok önemli olduğunu sanmıyorum. Bizim gördüğümüz böyle sayılar değil yani, gerçekçi olmak lazım.

“Erdoğan’ın, hükümetin, AK Parti’nin korkutma kapasitesi daha büyük”
– Meral Akşener’den bahsetmişken, türlü senaryolar üretiliyor cumhurbaşkanlığı seçimleri için. Erdoğan ilk turda yüzde 50 alamazsa, ikinci turda AK Parti’ye oy vermeyenleri bir araya getirebilir mi?
Tam da problem bu bence. Baktığımızda benim gördüğüm şey şu. İyi Parti şu anda diyelim 70 birim oy alacaksa üzerinden 10 birimi AK Parti seçmeninden, 20 birimi CHP seçmeninden, 40 birimi MHP seçmeninden. Böyle seyrederse buradan umulan şey çıkmaz. Gerçekten AK Partililerden de ciddi biçimde oy devşiriyor olsaydı, belki AK Parti tabanında şikayetçi olanlar henüz böyle bir karar vermemiş olabilir, gelecekte karar verebilir, bütün bunlar olabilir. Dediğim gibi İyi Parti’nin ne yapıp yapmayacağına bağlı.

Ama mesele burada cumhurbaşkanı seçiminde Erdoğan’ın karşısında kim olacak, olmayacak veya ikinci tura kalsın da alternatif aday seçilsin gibi siyasi kurguların sorunlu olduğunu düşünüyorum. Burada mesele ülkemizin çok önemli problemleri var, devletin omurgası kırılmış. Bir 15 Temmuz yaşanmış ve arkasından OHAL uygulamaları , FETÖ ile mücadele, terörle mücadele, merkezi idarenin keyfilikleri diye bir sürü şey nedeniyle bürokrasi de aksamaya başlamış. Dolayısıyla devlet dediğimiz mekanizma aksıyor. İki, yargı meselesi hepimizin önünde yaşıyoruz işte. Tartışılacak bir şey yok yani, yargıyı A’dan Z’ye kurgulamadan bu toplumda yeniden hukukun üstünlüğüne inancı yükseltmek mümkün değil. Dolayısıyla sadece Erdoğan seçilsin ya da seçilemesin demek veya seçilemesin ya da işte karşısına çıkacak adamın “başkanlığı bozacağım, ben her şeyi eski sisteme geri çevireceğim” demesi bütün bu konuştuğumuz sorunların içinde çok anlamsız şeyler.

Başka bir hikâye var ortada, gerçekten toplum da bütün bu meseleleri görüyor, görmüyor değil ki. Dolayısıyla insanların bütününün önüne, sadece referandumda hayır diyenlerin önüne değil, toplumun bütünün önüne “devleti yeniden inşa edeceğim” diyen, “hukuku, yargıyı yeniden yapılandıracağım” diyen, “eğitim sisteminde şu reformları yapacağım” diyen yeni bir ortak yaşam projesine ihtiyaç var. Böyle bir fikir üzerinden tartışmak değil de, sadece kim kimle ittifak yapacak, kim aday olacak gibi isimler ve aktörler üzerindeki tartışma yürütülürse, buradan ülkenin kazanacağı bir şey çıkmaz diyorum ben. Çünkü oyun hep ikili kutuplaştırma üzerinden döndürülürse Erdoğan veya karşıtları diye, ve de bu yarın sabaha dair bir umuttan değil de korkulardan beslenen bir oyun senaryosu üzerinden oynanırsa, bir taraf ülke bölünüyor diye, öbür taraf özgürlüklerimiz gidiyor, diktatörlük geliyor diye korkular üzerinden yürütülürse şunu görmek lazım ki, Erdoğan’ın ya da hükümetin ya da AK Parti’nin korkutma kapasitesi daha büyük.

Yani OHAL yetkileri var ellerinde, polis var, yargı var, medya var. Bir de ülkenin gerçekten karşı karşıya olduğu riskler var. Suriye’de, Irak’ta, AB’yle ilişkide, ABD’yle ilişkide. Dolayısıyla iktidarın korkutma kapasitesi daha büyük. Bu oyun korkutma üzerinden oynandığı sürece kazanma ihtimali yüksek olabilir. Mesele kimin daha çok korkutacağı üzerine değil, mesele yarın sabah hepimizin uyanacağı ülkenin kaderi. Ortak kuralları, hepimizin hukukun üstünlüğüne inancının tam olacağı yeni yargı sistemine ne olacağı. Ama ne yazık ki siyaset zemininde bunu tartışamıyoruz. Bir kısmı muhalefetin yetersizliğinden ve meselenin hep aktörler üzerinden tartışılıyor olmasından, bir kısmı iktidarın da gündemi belirleyen siyaset tarzı. Tartışma böyle sürsün istiyor. Yani CHP’yi ve diğer bütün muhalifleri marjinalleştirerek, hatta yer yer şeytanlaştırarak, onları sürekli savunma pozisyonunda tutan bir gündem oluşturma gayretiyle ülkenin gerçek sorunları konuşulamıyor. Ortada çok gerçek sorunlarımız var. İşsizlikten, enflasyondan tut da beka sorunu diyor ya hükümet. Doğru, beka sorunu var ülkenin ama yalnızca bölünmek bölünmemek meselesi değil. En önemli sorun, ortak yaşama irademiz eksiliyor. Muhafazakâr, laik hayat tarzı olandan ya da laik, muhafazakârdan. Ya da Türklerle Kürtler ya da Kürtlerle Türkler gibi bin tane farklı eksen sayabiliriz. Ortak yaşama arzumuz eksiliyor. Asıl beka sorunu bu. Bu olmasaydı gerçek bölünme miydi, dış tehdit miydi gibi sorunlarla baş edebilirdik. Ama asıl içerideki sorunları çözemeden bunlarla baş edemeyiz ve asıl sorun şu ki 2019 seçimlerine giderken kimsenin henüz ne Erdoğan’ın ne karşıtlarının bu konuda sağlam bir projesi yok. Toplumun önüne koyduğu bir proje yok, İyi Parti de dahil. Oyun böyle oynanacaksa yine yarım ya da bir puan farkla A mı B mi kazandı çok önemli değil. Çünkü sorunu çözememiş olacağız.

“AK Parti, muhtemelen İyi Parti’yi çok yakından izliyor”
– İktidar zaman zaman muhalefeti marjinalleştiriyor dediniz. Erdoğan’ın siyaset tarzında bu var. Ama bugüne kadar İyi Parti hakkında hiçbir şey söylemedi.
Tayyip Bey siyaset oyununu sıfır toplamlı bir oyun gibi görüyor. Herhangi bir yasa teklifi etrafında bile uzlaşmak gibi görmüyor. Kendi isteklerinin kabul ettirilmesi, ettirilmemesi diye görüyor. Muhtemelen çok yakından izliyorlardır ve benden çok daha kapsamlı verilere sahiptir. AK Parti’ye çalışan araştırmacı arkadaşlar eminim bizim bir kere yaptığımızı onlar beş kere yapmışlardır. Ve henüz AK Parti tabanından henüz öyle ciddi bir kopma üretmediğini de görüyordur. Ama kopartma riski olduğunu da biliyordur, aksi mümkün değil. Nitekim İyi Parti’nin kurucu kadrolarına ya da programına bakıldığı zaman ben şunu seziyorum. Orada olması beklenen bir sürü insanın, şu isim, bu isim bilmiyorum, ağırlık olarak orada gördüğümüz MHP’nin muhaliflerinden oluşan bir kadro. Bir miktar başka siyasi gelenekten gelen insanlar da var ama örneğin AK Parti’yi var eden o siyasal İslam geleneğinden gelen ya da Refah’tan AK Parti’ye dönüşürken o dönüşümü zihni anlamda yaşamış kadrolardan İyi Parti içinde neredeyse kimse yok. Bunun hiç olmaması düşünülemez.

Muhtemel ki bu OHAL şartlarının ürettiği iklim içinde bazı insanlar İyi Parti’nin neyi yapıp yapamayacağını gördükten sonra buraya katılayım, katılmayayım diye bekleme kararı almıştır. Veya muhtemel ki medyaya yansımasa AK parti üzerinden o insanlara “sakın ha” denmiş de olabilir. Ama İyi Parti’nin o kurucu kadrolarına baktığımızda o beklenen kombinasyon yok. Bunun onların tercihi olmadığını sanıyorum. Bir bilgiye sahip değilim ama sadece MHP’li ağırlıklı bir kadro kurmayı herhalde Akşener de istemiyordu. Dolayısıyla sebebi ne ola ki diye düşündüğüm zaman ben ya AK Parti’nin onlar üzerinde kurduğu baskı ihtimali ya da o insanların “bir görelim de…” deme ihtimalini görüyorum. Dolayısıyla İyi Parti’nin daha gerçek yüzünü görmedik gibi geliyor bana. O gerçek yüzü görülmediği için Erdoğan ve AK Parti de bu konuda çok somut bir pozisyon almıyor henüz.

“İyi Parti’ye bakışı alacağı tavır belirleyecek”
– Gerçek yüzünü ne zaman görürüz?
Önümüzdeki dönemde belli ki seçim kampanyası da başladı. Seçim 2019’da olsa bile. Kaldı ki seçim tarihi değişir mi değişmez mi gibi şeylerle ilgili fikrimiz de yok. Çok spekülasyon oluyor, bir sürü laf var ortalıkta. Hepsi de ihtimal dahilinde. Tayyip Bey’in dışında kimsenin kafasında önümüzdeki iki yıla dair net bir senaryo yok. Çünkü belirleyici güç Tayyip Bey olduğuna göre onun senaryosu oynanacak. O yüzden herkes de bekliyor. Bir yandan da Tayyip Bey kampanyayı başlatmış görünüyor. Yaptığı birtakım özeleştiri gibi görünen sözler, 29 Ekim’de, 10 Kasım’daki birtakım tavırlar, kampanyayı başlatmış görünüyor. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde bir seçim sistemi tartışması gelecek ve uyum yasaları dediğimiz, YSK’yla ilgili, belki Siyasi Partiler Yasası’yla ilgili yani siyasi zemini düzenleyen yasalarla ilgili, başkanlık sistemine uydurmak için yapılması gereken birtakım değişiklikler tartışması var. Muhtemelen o tartışma sırasında birincisi İyi Parti’nin neyi savunacağı, örneğin barajın nerede olup olmamasına göre nasıl bir pozisyon alacağı, hem toplum nezdindeki, hem AK Parti tabanındaki İyi Partiye bakışı belirleyecek.
İyi Parti’nin oradaki tutumunu hep birlikte görmüş olacağız ki hem ABD ile hem AB ile, hatta Rusya ve İran’la dahil ilişkilerin geldiği bir nokta var ve dış politikaya dair bu kırılma noktalarında ben yavaş yavaş kritik bir karar kavşağına yaklaşıyor olduğumuz kanısındayım. Yani AB’yle böyle top havada sürdüremeyiz. Tamam veya devam denecek. Ki o yakın bir vade olabilir. ABD’yle vize krizi diye başladı, muhtemelen Zarrab davasıyla zirve yapacak. Suriye’deki PYD meselesinden dolayı zirvenin zirvesini yapacak. Yeni bir süreç başlıyor. Dolayısıyla önümüzdeki 3-5 aylık bu kritik dönemde ülkenin geleceğini belirleyecek tartışmalarda İyi Parti’nin nasıl bir tutum ve davranış geliştireceğine bağlı. Hem seçmenin İyi Parti’ye bakışının nasıl değişeceği ona göre şekillenir, hem de AK Parti’nin ve diğer partilerin İyi Parti’ye nasıl tavır alacağı ona göre şekillenir. Onun için şu anda yazılı bir program var ama bu tür programların nasıl üretildiğini biliyoruz. Üç beş kişi kapanarak yazıyor. Onun için o programın ne kadar bağlayıcı olup olmadığı tartışılır. Pratikte nasıl bir davranış geliştirecek bu kritik meselelerde, onu görmemiz lazım. AK Parti de muhtemelen onu görecek.

“Barajı geçmede rahatlığa en yakın parti HDP”
– Devlet Bahçeli geçen hafta “5 mi olur, 7 mi olur” diyerek barajı gündeme getirdi. Baraj deyince akıllara üç parti geliyor. HDP, MHP ve İyi Parti. Barajın düşmesi ya da düşmemesi bu üç partiyi nasıl etkiler?
Oy üzerinden bakınca yine genel tespiti hatırlatayım. Kimliklere sıkışmış bir siyaset zemininde konuşuyoruz. Bu kutuplaşmanın her parti için ürettiği avantaj var, dezavantaj var. Bu avantajı en çok AK Parti, sonra CHP yaşıyor. CHP ne yaparsa yapsın, bütün eleştirilere rağmen 25 civarında, AK Parti de ne yaparsa yapsın son üç seçimde 45-50 bandında bir oy alıyor. Burada kritik şey, senin de işaret ettiğin gibi MHP, İyi Parti ve HDP’nin baraj meselesinden etkilenme potansiyeli taşıyor olmaları. Şimdi bu sıkışma ve kutuplaşmadan bakınca bu üçünün içinde rahatlığa daha yakın olan HDP’dir. Çünkü niye, Kürt nüfusu belli, Kürt seçmen belli. Kürtlerdeki bir Kürt partisine sahip olmak, sahip çıkmak, o partinin programı, söylemleri, adayları ne olursa olsun, yani HDP’nin ekolojik programını benimsediği için değil, ya da hayat tarzı daha seküler olduğu için ama dindar da olsa bir Kürt partisine sahip çıkmak için. HDP, bu üç parti arasında barajı en rahat aşabilecek parti. Kürt seçmenin sayısından dolayı en azından.
MHP’yle İyi Parti’nin durumu biraz kritik. Eğer İyi Parti diğer seçmen kitlesine ve toplumun bütününe bir tutum ve davranış geliştiremez ise o zaman mesele MHP’yle İyi Parti’nin terazinin iki kefesi gibi birinin inmesi, öbürünün çıkması anlamına gelir. Şu ana kadar da biraz önce söylediğim gibi bir AK Partili, iki CHP’li, 4 MHP’liden oy alıyor dediğim kaba oran dağılımından bakarsan İyi Parti’nin barajı geçmesi demek, MHP’nin barajın altında kalması demek. Ama dediğim gibi, bu varsayımın temel öncülü toplumun bütününe etki üretecek bir dil geliştiremez ise… AK Parti tabanından da oy alır ve önemli bir aktör haline dönüşürse o başka bir hikâye. Ama bu kimlikler içinden baktığımız zaman zaten o nedenle İyi Parti’nin tutum ve davranışını geliştirmeye ihtiyacı var. Başarabilirlerse. Bu kadar ilgi görmelerinin sebebi de o. Bunu üretemezlerse ikisinden biri barajı geçer o zaman.
Burada baraj oranı meselesiyse başka bir tartışma konusu. Baraj oranında benim izleyebildiğim kadarıyla seçim sistemine bağlı bir değişiklik yapılacak. Yani seçim sistemindeki değişiklik de daraltılmış bölge meselesi. Orada çok daha önceden ta 2013-2014’lerde AK Parti’nin önerdiği 5 milletvekilliği olan daraltılmış bölgelerde barajı 5’e indirmek. Yani ülke barajı 5’e inecek ama pratikte 5 milletvekili 5 milletvekili her bölgeyi böldüğünüz zaman bir bölgeden milletvekili çıkarmak için neredeyse her ilde minimum yüzde 20’ler dolayında oy almanız gerekiyor. Barajı indirmiş olsanız ne olacak? Burada kritik şey o daraltılmış bölgenin 5 mi, 7 mi, 9 mu, kaç milletvekili olacağı meselesi ve ona bağlı olarak oranın ne olacağı meselesi. Şimdi sistem böyle değişirse, yine o 3 parti açısından bakalım, yine HDP rahat olur. Neden rahat olur, çünkü HDP ağırlıklı olarak oy aldığı 18-20 ilde yüzde 60’lar mertebesinde oy alıyor zaten. Yani daraltılmış bölge 3 de olsa, 5 de olsa, 7 de olsa. Diyelim, Diyarbakır’da ya da Hakkâri’de olan 5’in 4’ünü HDP alır, 1’ini AK Parti alır. Onun için yine HDP her halükârda barajı rahat geçer. Ama MHP ve İyi Parti’nin durumu öyle değil. Eğer 5 milletvekilli daraltılmış bölge olursa, baraj 5’e düşmüş olsa bile, örneğin Balıkesir’de ya da Adana’da MHP’nin 5’ten 1’ini alması için o ilin yüzde 20’ye yakınını alması lazım. Bunu alabileceği il sayısı da Antalya, Balıkesir, Adana gibi sayıları belli. Ülke barajını geçebilir ama milletvekili sayısı çok düşükte kalabilir. Aynı şey İyi Parti için de geçerli. Onun için bu seçim sistemi ve baraj tartışması bugünkü siyaset tarzları içinden bakınca yine MHP’nin ve İyi Parti’nin kaderini belirleyecek. HDP’nin değil.

“AKP’yle ittifak MHP için kaçınılmaz son olabilir”

– Bahçeli son grup toplantısında “Gerekirse AK Parti’yle aynı safta olacağız” dedi. Bu ne demek?

Birkaç katmanı var meselenin. Toplumsal katmanı üzerinden bir şey söyleyeyim. Türkiye toplumunun siyasi tercihlerini açıklamak için en temel kullanabileceğin iki eksen var. Bir tanesi Türk Kürt ekseni. Bir tanesi sosyoekonomik gelişmişlik ekseni diyebilirsin veya seküler hayat tarzı –muhafazakâr dindar hayat tarzı ekseni diyebilirsin. Nitekim bu dört parti de bu iki eksenin dört köşesine yerleşiyor zaten. Bizim uzun zamandır gözlediğimiz ve ta 2013’te T24’te yazdığım sayısal olarak gözlediğimiz ve hâlâ sürmekte olan bir eğilim, bu iki eksenin dört köşesinden Türkçü ve muhafazakâr hayat tarzı ya da daha dindar olan iki köşenin giderek birleşiyor olması toplumsal planda da ve Türkiye’de üç köşeli bir siyaset zeminine dönülüyor olması. Toplumda böyle bir hemhal olma hali var da, zaten kültürel olarak çok benzer iki küme. Ama siyasi tercihleri farklıydı, siyasi bakışları farklıydı, örneğin AB’ye bile bakışları farklıydı. Halbuki bu iki küme şimdi sadece sosyolojik veya kültürel benzerliklerinin ötesinde siyasi tercihleri de benzer hale dönüşüyor toplumsal planda.

Siyasi aktör seviyesindeyse belki MHP bu eğilimi gördüğü için ya da hem bu eğilimden beslenerek AK Parti’nin o hegemonik siyaset tarzına bakarak ve AK Parti’nin milliyetçiliğe de sahip çıkan söyleme döndüğünü gördükçe özellikle 2011-2012’den itibaren, kendi geleceğini de riskte görerek veya daha başka siyasi yorumlarla AK Parti’yle yan yana davranmak gibi bir tercihte bulundu. Ve de bunun sonucunda İyi Parti diye bir şey doğdu zaten. Dolayısıyla eğer şimdi başkanlık sistemi içindeki seçim düzeni 50+1’i almaksa ve en çok iktidar yandaşları diyor ya seçimden önce ittifaklar oluşacak vesaire… Onun için böyle bir ittifak beklemek son derece gerçekçi bana soruyorsan ve kaçınılmaz son da MHP açısından belki de buraya doğru gidiyor bir yandan.

Eğer İyi Parti genel olarak ülkenin menfaati açısından pozisyon geliştiremez de sadece kimlikler içinden davranma pozisyonunda kalırsa o zaman MHP’yi barajın altına itebilir. MHP de yapabileceği şeylerden birisi AK Parti’yle ittifak içinde davranmak olabilir. Böyle yaparlar mı, yapmazlar mı bilmem. Onun için bu ihtimal vardır. Ya da zaten hem İyi Parti’nin saldırısı, hem de AK Parti’nin Irak meselesinde, Suriye’deki meselelerde, PYD meselesinde, AB-ABD meselelerindeki o şoven milliyetçi tavrı giderek MHP tabanını da kendi içinde hemhal yapıyor bir yandan da. Onun için MHP belki de böyle bir saldırıya cevap olarak rakibe yakın durmak diye bakıyor da olabilir. Bir yandan da siyaseten de bütün bu politikaları doğru görüyor olabilir. O zaman da zaten bir yerden sonra birleşelim diyor da olabilirler, bu MHP yönetiminin karar vereceği bir şey ama her iki parti ülkenin karşı karşıya olduğu bütün problemlerde son derece devletçi, son derece merkeziyetçi ve son derece milliyetçi bir pozisyonda hem akıl hem gönül birliği içindeler. Dolayısıyla bunun doğal sonucu da ittifak mıdır, birleşme midir, nasıl gelişirse en azından beni şaşırtmayacak.

– Son grup toplantısında baraj altında kalacakları iddialarına yönelik çok sert söylemleri vardı Bahçeli’nin. “Oy oranımızın yüzde 3, 5 civarında seyrettiğini şerefsizce ifade ettiler” dedi.
Belki de İyi Parti kalacak. İkisi aynı kimlikle aynı kimlikle pozisyon almaya devam ederlerse ikisinden biri altta kalır. Eğer biri oyunu değiştiremezse. Dolayısıyla MHP’nin planı belli görünüyor. MHP’nin oyun planı bu devletçi, merkezci ve milliyetçi politikaların yanında duruyor. İyi Parti ise henüz bunlara karşı çok güçlü bir ses çıkarabilmiş de değil. Onun için her iki partinin ne yapıp yapmayacağı belli edecek bunu.

Hem MHP’nin hem İyi Parti’nin baraj altında kalma olasılığı var mı?
Böyle bir ihtimal var elbette. Çünkü AK Parti son iki üç yıldır çok ciddi bir milliyetçi söyleme sarıldı ve dolayısıyla o milliyetçi söylem, hele ABD’yle, AB’yle, Almanya’yla itiş kakıştaki, PKK, PYD meselesi falan gibi insanların şoven duygularına, şoven ezberlerine de cevap veren bir dil benimsedi belli bir kesim açısından. O yüzden gerçekten “milliyetçiyim” diyen ya da kendine “ülkücüyüm” camiada o dil bir karşılık buluyorsa ki buluyor, böyle bir çözülme ve o camianın da AK Parti içinde konsolide olma ihtimali de vardır. Hatta bana soruyorsan AK Parti’nin burada bilinçli bir stratejisi de vardır. İlk hatırlarsan daha önceki dönemde Vedat Bilginler gibi ülkücü camianın daha soğukkanlı, entelektüel olanlarından bir katılımlar olmuştu. Sonra 2015’te 1 Kasım öncesi Tuğrul Türkeş’in katılımı… Yani bunların sadece kişisel hamleler olmadığını, AK Parti’nin de ben söylenmemiş ama buna dönük bir hamlesi ve niyeti olduğu yönünde bir kanaate sahibim. Dolayısıyla eğer MHP ve İyi Parti de yeni bir milliyetçilik yorumu getiremezlerse, bırak toplumun diğer kesimlerine açılmayı, hem açılamadılar, hem de açılamadıkları gibi milliyetçi söylemden de yeni bir söylem, yeni bir politika geliştiremediler. Bu olursa AK Parti hepsini konsolide edebilir ve ikisi de barajın altında kalabilir. Bu ihtimal öyle çok düşük bir ihtimal de değildir.

Çünkü MHP’nin orada, ya da genel olarak Türkiye’de milliyetçi, ülkücü camianın şöyle bir sıkıntısı, krizi var. 2017 yılı Türkiye’sinin örneğin bir Kürt meselesi var. 15 milyon vatandaşı ilgilendiren bir Kürt meselesi. Kürtlerin kimlik talebi var. PKK ve terör meselesinden bağımsız olarak. Eğer MHP, ya da milliyetçiler, ya da ülkücüler bu meselede hala 70’ten beri, 80’den beri durdukları yerde duracakları bir dille devam ederlerse ya da benzer konularda pozisyonlarını 2017 Türkiye’sine uyduran yeni bir milliyetçi söylem geliştiremeyip de geleneksel çizgilerinde durmaya devam ederlerse AK Parti o zaman o camiadan bir söküm yaratabilir. Ve o zaman her ikisi de barajın altında kalabilir.

AK Parti’nin oyunda ciddi bir erime var, ama…
– “AK Parti’nin gelecek dönemde Atatürk’e yakınlaşacağı” iddialarını nasıl okumak lazım?
Yakınlaşma olduğunu sanmıyorum. Seçim kampanyasını başlattı Tayyip Bey diyorum ya, birkaç katmanda bir şeyler yapmaya çalışıyor. Bir uyum yasaları ve seçim sistemi üzerine gayet ince hesapların yapılıyor olduğu açık. Nedir o hesap, hangi yol haritasını benimseyecekler bilmiyoruz ama medyaya yansıyan tartışmaların bir kısmı aslında kamuoyu tepkisini ölçmek için açılmış tartışmalar. AK Parti’nin siyaset tarzını biliyoruz, hep böyle oluyor çünkü. O işin bir tarafı. İki, belediye başkanlarını ve örgütte il başkanlarını, ilçe başkanlarını değiştirmek. Yani vitrinde bir düzenleme yapmaya çalışıyor AK Parti. Üçüncü bir şey daha yapıyor. Bir imaj yenileme, arınma hamlesi yapıyor. Ne o hamlenin unsurları, Melih Gökçek gibi çok tartışmalı, karşı tarafın da çok büyük tepkisini çeken, hem seçimlerinde hile var mıydı, yok muydu, vardı yoktu demiyorum ama bu konuda yoğun tartışmalar olmuştu, Ankara’daki bütün tasarrufları da yoğun tartışmaların gündemi olmuş bir belediye başkanını, aynı şeyler Kadir Topbaş için de söylenebilir, alarak olası risk alanlarını azaltıyor. Yoksa kendi başına sayısal olarak 16 Nisan’daki referandumda belediye başkanı başarısız oldu demek çok da doğru değil. Çünkü onu bilmiyoruz, kimse bilmiyor. AK Parti ve MHP’nin toplamda yüzde 60-61’den başladı oy, 51’de bitti. 10 puanlık o eksilmenin ne kadarı AK Parti’den, ne kadar MHP’den onu da bilen yok. Yani o belediye başkanlarına görevi bırakın derken, o sayı olduğunu sanmıyorum.

“Erdoğan olası riskleri yok ediyor”
– Erdoğan her zaman kazanmak için oynayan bir siyasetçi. Melih Gökçek ve Kadir Topbaş gibi çok uzun yıllar birlikte çalıştığı belediye başkanlarını hangi motivasyonla görevden almış olabilir?
Olası riskleri yok etmek diyorum ben. İlla böyledir demiyorum. Dışarıdan gördüğüm bu. Kimisi için FETÖ’cülük, kimisi için yolsuzluk, kimisi için metal yorgunluğu denen şey. Hangi belediye başkanı için hangi dürtü ağırlıklıdır bilmiyorum. Ama hepsine birden bütün olarak baktığınız zaman, ya da en azından Ankara, İstanbul, Bursa ve Balıkesir’e baktığımda ben ülke seçmeninin neredeyse üçte biri. Sadece bizim KONDA araştırmaları üzerinden söyleyeyim, AK Parti’nin potansiyel oyundan eksi olmuş 16 Nisan’da 3-4 puan mertebesinde. Sadece bu olamaz diyorum. Ama hangisi için yolsuzluk tartışmasıydı, hangisi için FETÖ’yle ilişkisiydi, hangisi için yorgunluk meselesiydi onu bilmiyorum ama şunu düşünüyorum. Eğer diyelim seçimler yaklaştıkça Gökçek’le ilgili çok fazla yolsuzluk dosyaları ortaya çıkacaksa bu hem yerel seçim, hem cumhurbaşkanlığı seçiminde AK Parti için olası bir risk alanıdır. Bu anlamda bir mıntıka temizliği yapmak da olabilir. Bir yandan daha güçlü, temiz yüzleri ortaya çıkarmak. Ama öyle bakınca da yeni atananların güçlü olup olmadığı tartışmalı. İsimlerini ben bile bilmiyorum mesela. Demek ki güçlü isim meselesi değil. Ama bir yandan da kadroların yanı sıra asıl söylemde değişiklik var. Nedir o? Kentlerle ilgili öz eleştiri. “Bu büyük kuleleri biz yaptırdık” gibi. Her ne kadar onları bile CHP’ye atan, 25 yıl öncesine atıfta bulunan cümleleri duyuyor olsak da… Sonuçta bir yerde özeleştiri de denebilir. Nitekim peşinden Tayyip Bey onu söyledikten sonra Çevre Bakanı veya İçişleri Bakanı “kentlere ihanet ettik” demesi vesaire.

Ya da 29 Ekim, 10 Kasım, Atatürk meselesi… Burada bir fikri değişiklikten beslenerek bunlar söyleniyor değil benim kanımca. Böyle bir Atatürk’e sahip çıkmak, Atatürkçü olmak gibi bir meselelerinin olduğunu da sanmıyorum. Burada hedef zaten “Atatürkçüyüm” diyen insanlara da “bizden korkmayın, biz de Atatürkçüyüz” demek de değil. Tayyip Bey ve AK Parti şu tecrübeye sahip. Böyle diyerek Atatürkçüyüm diyen kesimin oyunu yeniden kazanmak gibi bir ihtimalleri yok zaten. Dolayısıyla söylenen şey, kendi tabanında şimdiye kadar AK Parti’ye oy vermiş olan, ülkenin yüzde 40’ı 50’si arasındaki bir kümede, yani 18 ila 22 milyon seçmenin içinde giderek AK Parti’nin son uygulamalarıyla eleştiri dozu yükselmekte olan, çekirdek oyunda çözülme dediğimiz kesimlere “gitmeyin” dedirtmenin, başka yerlere kaçmanın engeli için bunlar yapılıyor. Yoksa, Atatürkçü olan, kent meramı olan çevreci örgütlerde çalışan, yeşil meramı olanların da gönüllerini fethedelim, oylarını alalım gibi bir çaba olduğunu sanmıyorum. Nitekim zaten Atatürk’e saygı sözünün arkasından söylenen cümlelere bakarsan seçmen kümelerine hitap yok. Sorun alanı gibi görünen alanları sahiplenmek var. Şöyle bir yere geliyor.

Bizim ülkemizde böyle bir laf var ya “bu ülkeye komünizm gelecekse biz getiririz” demek. Onu söyleyen adam Marksizm’in ya da komünizmin ne olduğunu bildiği için söylemiyor ama başka bir şey kastediyor. Burada da bahsedilen başka bir şey. Tartışma yanlış bir yerden yürüyor. Yoksa AK Parti’nin yeniden Atatürkçülüğü keşfetmesi, Atatürkçü olması söz konusu değil. Böyle bir şey beklemek gerçekçi de değil zaten. Dolayısıyla bütün bunlar, hem yüzleri değiştirmek, hem sözlerine özeleştiri dozu olan bir şeyler eklemek, bir arınma süreci ve 2019’da yeni bir imaj. Aramızdaki sorunlu alanlardan çekiliyoruz, daha ülkenin ortak alanlarına da sahip çıkıyoruz. İşte çevreydi, Atatürk’tü vesaire. Aramızdaki yorulmuş yüzleri veya FETÖ’ye ve yolsuzluğa bulaşmış yüzleri de temizledik. Daha temiz yüzümüz var, yeni, temiz bir dilimiz var gibi yeni bir seçim kampanyasının işaretleri bunlar bence. Yoksa böyle fikri bir değişiklik söz konusu değil.

“2019’a kadar böyle gider”
– Atatürk meselesiyle ilgili sorunlu alanı sahiplenme dediniz ama Kürt meselesiyle ilgili tam tersi yapıldı.
Aynen öyle. Çünkü özü itibariyle AK Parti şunu görmemiz lazım. 2002’deki AK Parti başka, 2007’deki AK Parti başka, 2011’deki AK Parti başka, 2017’deki AK Parti başka. 2017’deki AK Parti’nin bugün bütün savunduklarına, söylediklerine baktığınız zaman, son derece merkeziyetçi, son derece devletçi, hayatın bütün detaylarını, stadyumun isminden, TEOG sınavının ne gün yapılacağına kadar Ankara’dan ve mümkün olan en dar kadroların karar verebildiği, her türlü soruna tek tipten yaklaşan ve bir yerde de keyfiyetçi, hukuku bile yeri geldiğinde OHAL kararnameleri sayesinde kendince kullanabilen bir hükümran parti ve hükümet etme tarzı. Dolayısıyla bu tanımın içinden baktığınız zaman, başka konjonktürel meseleler olsa da, Kürt meselesine de böyle bir yerden bakıyor. “Kürt meselesi yoktur ama Kürt vatandaşlarımın bazı dertleri vardır.” Bunu da yeni söylemiyorlar nitekim, 5 senedir söylüyorlar. Dolayısıyla yargıda da “Evet, yargıda bazı kripto FETÖ’cüler nedeniyle işini doğru yapmayan yargıçlar vardır ama yargının meselesi yoktur” demeye geliyor bu. Halbuki tam tersi. Ben de diyorum ki ülkenin baştan aşağı yargıyı yeniden yapılandırması, devleti yeniden inşa etmesi, hukuku yeniden tanımlaması, eğitim sistemini, sağlık sistemini yeniden kurması diye bir meselemiz var. Bütün bunlar yokmuş gibi davranarak seçime gidiliyor ve o zaman sadece AK Parti’yi değil, buradan baktığım için muhalif dahil herkesi eleştiriyorum. Siyaset bu değil, başka şeyleri tartışmamız lazım. Ama AK Parti hem böyle Atatürk gibi yeni alanları sahiplenmeye çalışırken CHP’yi sürekli olarak savunmada bırakacak kadar saldırgan ve de gerçeklikle ilgisi olmayan ve çoğu zaman da CHP’nin de düştüğü tartışma alanları açıyor. Son tartışmaları duyduğum, “İnönü Atatürk’ü zehirledi mi?” biri demiş AK Partili biri. Ya da işte Adalet Yürüyüşü’nden sonraki tartışmalar falan gibi. Dolayısıyla tartışmayı hep burada tutmak siyaset değil. Ama ne yazık ki 2019’a kadar da böyle gideceği anlaşılıyor.

“Şabanlar Recep İvedikleşiyor”
– Belediye başkanlarıyla ilgili “Milli irade diyorsunuz ama milletin iradesine saygı göstermiyorsunuz” eleştirileri var. Bu eleştiri AK Parti seçmeninde de var mı?
Şöyle bakalım meseleye. Siyasi tutum, davranış ve tercihler üzerinden baktığın zaman ülke üç parçaya bölünmüş halde. Farklı üç parça, farklı katmanlarda. Bir tanesi ülkenin geleceğine dair tahayyüllerde üçe bölünmüşlük var. 16 Nisan referandumunda “hayır” oylarının ağırlıklı olarak çıktığı seküler hayat tarzının olduğu, metropolleşmiş hayatın geçerli olduğu coğrafyadaki biz tahayyülü ve ülkenin yarınına dair tahayyül ile Kürtlerde de hayır olmasına rağmen oradaki hayır ve yeni bir Türkiye tahayyülü aynı şey değil. Hayır derken ikisinin dürtüsü de farklı. Bir de ortada olan AK Parti çekirdeği bile denebilecek bir coğrafyadaki ya da muhafazakâr, mütedeyyin kesimdeki yarına dair tahayyül de başka. Bir böyle üçlülük var. Bir başka üçlülük, siyasi tercihler meselesinde var. Bir taraf, ülkede üçte bir gibi AK Parti tabanı gibi bir küme var. Bir üçte bir gibi diğer partilerin içinde olduğu bir küme var. Ve bir de hala bu siyasi kutuplaşmanın dışında durmaya çalışan, illa kendini yandaş ya da karşıt diye bir pozisyonda tanımlamamaya çalışan da bir üçte bir var. Üçte iki dediğimiz iki kümenin yandaş veya karşıt pozisyonlar belli. Üçte bir AK Partiliye giderseniz OHAL’de yapılanlar da, akademisyenlerin atılması da, Kuleli’nin kapatılması da, belediye başkanlarının görevden atılması da doğrudur. Karşıt muhalif partilerin çekirdeklerine giderseniz de bütün uygulamalar yanlıştır. Bu aklıselim üçte birin ne diyor olacağı bütün hikayeyi belirliyor. Benim gözlediğim şey şudur; bir, Türkiye insanının ortak yaşama iradesi zayıflıyor ve giderek siyaset marifetiyle bunu çözebileceğimize olan umut ve inanç zayıflıyor. Ortak yaşam iradesini zayıflatan şey de bu umudun ve inancın azalıyor olması. Evet, insanlara sorduğunuz zaman bir parti tercihi söylüyor elbette ama bir yarısı da ya bu var olan partilerle bu iş çözülmez diyor, ya da bu sorunlar çözülemez diye kadere teslimiyet var. Bu oran 2007 – 2011 arasına baktığımızda neredeyse dörtte birlere dönmüştü. Yeni parti lazım diyenler veya umutsuz olanlar. Onların da çoğunluğu muhalif kesimdendi, CHP’yi ya da MHP’yi yetersiz görenler.

Şimdi toplam seçmenin yarısı bu noktada, hatta yarıyı geçen biçimde. Hatta ülkenin yarıyı geçen insanı için gelecek korkusu şu an baş gailesi, derdi. Ya da ülkenin yarıdan fazlası, yüzde 60’a yakını neredeyse hemen önümüzdeki 3 ayda çok ciddi ekonomik kriz ya da siyasi kriz bekliyor. Ya da ülkede her yüz adamın 70’inden fazlası eğitim sisteminden ümidini kesmiş, “İmkanım olsa çocuğumu başka yere gönderirim okutmaya” diyor. Hangi veriye bakarsan bak, geleceğe olan umudumuz ve inancımız sarsılıyor ve hukukun üstünlüğüne olan inancın düşüklüğü, demokrasiye olan inancın düşüklüğü birbirine eklenince giderek umutsuz, umutsuz olduğu için de sadece kendini kurtarmaya çabalayan, bireysel hayatındaki sorunlara odaklanan ve o sorunları çözmek için de legal-illegal, formel-informel sorunları çözme çabası gayreti öne çıkan bir başka toplumsal ruh hali oluşuyor önümüzde. Bunun en önemli sonuçlarından bir tanesi, evet ortak yaşama iradesinin zayıflamasıdır. Ama ikinci bir şey daha var, bu psikolojik iklim, bu toplumun ruh hali lümpenleşmeyi çoğaltıyor. Lümpenleşmeden benim kastettiğim şey Şaban’ın Recep İvedikleşmesi. Yani emniyet şeridine girenler trafikte çoğalıyor, kırmızı ışığı dinlemeden geçenler çoğalıyor. Otobüslerde, minibüslerde yaşlıya, engelliye yer vermeyi bırak, aksine bir de itip kakanlar çoğalıyor. Tanımadığı kadına sokakta tokat atmaya kalkan, sözlü sarkıntılığı, tacizi bırak, fiziki şiddete vardıranlar çoğalıyor. Hukuku hiç iplemeden, “vergi vermeden her türlü işi yapabilirim” diyenler çoğalıyor. Sokaklarda otopark mafyasına bakın. 10 sene öncesiyle aynı şeyi konuşmadığımız açık. Herhangi bir pazara gidin, fiyatlara, tartılara bakın, anlarsınız ne olduğunu.

Asıl bu aşınma hali çoğalıyor ve bu lümpenleşmeyi eğer siyasette korkuyla besliyorsan, “öcüler geliyor, ülkemizi elimizden alacak, inancımızı elimizden alacak, yaşam tarzımızı elimizden alacak, özgürlüklerimizi elimizden alacak” diyerek siyaset bu lümpenleşmeyi korkuyla besliyorsanız birbirimize sarmamıza az kaldı demektir. Asıl tehlikeli olan ruh hali de budur. Ve beni ilgilendiren ve İyi Parti’yi de doğru mu yapıyor, yanlış mı yapıyor diye ölçüt tuttuğum şey bu sorunlara bakışımdır. Eğer İyi Parti’nin bu sorunlara bir cevabı yoksa, hangi kadroyu oraya listeye koyduğunun önemi yok, ya da yeni belediye başkanının Balıkesir’de kim olduğunun bu sorunlara cevabı yoksa o ismin kim olduğunun da önemi yok, ne için değiştirildiğinin de önemi yok. Asıl meselemiz bu.

“Metropollerde muhalifler AK Partililerden daha fazla”
– CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun referandumdan sonra bir söylemi vardı. Yüzde 48,6’lık blokunu koruyabilmeliyiz” diye. Koruyabildi mi CHP?
Bir şekliyle geçerliliği var. Yüzde 50 – 50 diyorum ben, 49-51’in bir önemi yok. Karpuz gibi ikiye bölünmüş bir toplumsal yapı, siyasi tercih. Bugün bu yapı sürüyor mu, az önce söylediğim gibi üçte birer kısımlar olduğu yerde duruyor, ortadaki insanlar ızdırap çekiyor. Şimdi buradan baktığın zaman ve siyasi tercihler üzerinden baktığın zaman Saadet Partisi hâlâ muhalif pozisyonunu sürdürdüğüne göre ya da İyi Parti muhalif pozisyonunu sürdürdüğüne göre demek ki o 51-49’luk evet hayır blokları oyun o tartışma üzerinden yürüyecekse hâlâ bir yerde duruyorlar. Ama bu oyunun çıkışı yok. 49-51’in yer değiştirdiğini düşünelim. Cumhurbaşkanlığı seçimini bu 49’luk blok öyle bir aday buldu ki 51 oldu. Eğer bu sözünü ettiğimiz sorunlara bir çözüm anahtarı, bir vaadi, bir ütopyası yoksa, bu gerilim sürecek demektir. Onun için mesele isimler üzerinden tartışma değil ama evet kağıt üzerinde bu bloklar duruyor. Ama mesele zaten bu bloklaşmayı bozmak.

– Referandumda üç büyük ilde de hayır çıkmıştı. Bu illerde seçmen eğiliminde değişiklik var mı?
Sadece Ankara, İstanbul, İzmir de değil. Metropolleşmenin daha yoğun yaşandığı, Hatay’la Trakya’yla İstanbul arasında bir bantta, metropolleşmenin daha yoğun yaşandığı, gündelik hayat pratiklerinin daha geleneksellikten çıktığı, yeni hayatın ritmine uydurmanın daha yoğun olduğu, muhafazakarlığın da bir biçimde kendine yeni ifade biçimleri ürettiği ve aynı zamanda kendi ekonomik aktörleri ve kendi ekonomik dinamizmi devlet olmadan da hayatını sürdürebilecek kadar yetişmiş, büyümüş coğrafya içinde evet, muhalif kanat diyelim AK Parti’den daha fazla. Ama bu sadece isim, aday değişiklikleriyle değiştirilebilir mi, veya muhalefet hiçbir şey yapmadan yine diyelim 2014 seçiminde yaptığı hataları, aday tespitlerinde veya söylemlerinde yaptığı hataları sürdürürek hâlâ aynı biçimde durur mu, orası belli değil. Yani onun için isimlerle tartışmak yeterli değil. Böyle anlatıyor olmamın sebebi şu. O tercihleri üreten şey sadece adaylar ve partiler değildi. O tercihleri üreten şey bu hayat tarzları, yeni hayata adapte olmak, olmamak, metropolleşmek, ekonomik dinamizmi yeterince güçlü olmak olmamak. Yani Kırşehir’deki bir insan için bütün çevreci gailelerden önce devletin orada bir yatırım yapması ve o yatırımın getirilerinin o insanın evine sokağına değmesi. Ama istihdam diye ama gelir diye. İstanbul’da, ya da Bursa’da, ya da İzmir’de devletin yatırımı olmadan da dinamizmi var bu aktörlerin. Ama Kırşehir’deki insanın devlete bakışı ve bekleyişi kalkınmayı tanımlaması ve oradan ürettiği ihtiyaç ve taleple İstanbul’daki bir insanın ürettiği ihtiyaç ve talep aynı şey değil. Dolayısıyla sadece AK Partili aday diye İstanbul’daki adayla Kırşehir’deki adayın aynı profilde olması aynı şey ifade etmiyor insanlar için. O yüzden daha toplumsal, kültürel, ekonomik bir yerden bakmamız lazım. Siyasi tercihler sadece siyasetten üremiyor çünkü.

– AK Parti artık karşılayamıyor mu bu ihtiyaç ve talepleri?
Bu yeni koyduğu adaylarla bunu karşılayabilecek mi? Öyle değil. Kentlere dair bu dinamizmin farkında olduğu için kendi özeleştirisini yapıyor. Her ne kadar CHP’ye topu atarak bir dil kullanıyor olsa da.

“AK Parti yüz oy alıyorsa gençlerde bu 50’ye düşüyor”
– Prof. Sencer Ayata T24’te yazdı, son dönemde AK Parti’nin genç seçmenlerdeki oy oranı toplam oy oranının altında kaldı. AK Parti gençler tarafından eskimiş, yönetemeyen ve otoriter bir parti olarak mı görülüyor?
Evet, çünkü dindar ya da muhafazakâr kesimlerin, siyasal İslam hareketinden gelen, o hareketten beslenen, siyaseti orada gören, yapan insanların çocuklarının bile bugün gündelik hayatın içinde daha çoğulcu, Batılı anlamda özgürlükçü olmasalar bile daha çoğulcu bir hayatın içinde olduklarını sanıyorum. Gündelik hayatlarında yaşadıkları çoğulculukla evde ve AK Parti’de kendi liderlerinden ya da anne babalarından duydukları tekçi, bugünkü hakim olan tekçi söylem arasında bir çelişki olduğunu sanıyorum. Dolayısıyla sadece ülkenin genel gençleri değil, kendi tabanının gençlerine bile bir cevap üretemiyor. Bir yarılma var. Türkiye genelinde AK Parti 100 alıyorsa gençlerde bu oran 50’ye kadar düşüyor. O insanlar aynı zamanda Wikipedia yasağını da anlamıyor. Gündelik hayattaki bütün ahlaki referansların dini söylem üzerinden kurulmasını da anlamıyor ve onaylamıyor. Çünkü kendileri gündelik hayatta daha çoğulcu yaşamın içindeler. O yüzden o gençlere, kendi tabanının gençlerine bile bir cevap üretemiyor. Verdiği cevap son derece tekçi, ataerkil bir otoriteyi savunan, ahlakçılığı savunan, insan hakları meselesine bile, ya da kadın meselesine bile tümüyle ahlakçı bir perspektiften bakan bir bakış, halbuki karşısında olan hayat daha çoğulcu. Bütün farklılıklarıyla birlikte yaşadıkları bir hayat. Dolayısıyla ne Wikipedia yasağını, ne de her şeyi sadece dini söylemin ahlakçı referansları üzerinden anlamlandırmayı da doğru bulmuyorlar ve itirazları var. Belki bu itirazı geleneksel soldan beslenen ailelerin çocukları kadar protest bir yerde yapmıyor olabilirler. Ya da Gezi’de gördüğümüz gibi eylemlilik içinde olmayabilirler ama referandumda ve hatta 2015 seçimlerinde gördüğümüz giderek bu gençlerin AK Parti’de bir cevap bulamadıkları.

“AK Parti’nin çekirdek oyunda ciddi erime var”
– Bu pazar sandığa gidilse ne olur?
Cumhurbaşkanlığına dair bir şey söyleyemem. Niçin söyleyemem, çünkü Tayyip Bey’in dışında aday bilmiyoruz. Bir de Meral Hanım’ın bu konudaki niyetini biliyoruz. Onun dışındaki adayları bilmediğimiz için, adayları belli olmayan bir seçimin anket sonuçlarının şimdiden doğru olacağını söylemek doğru değil. O yüzden İyi Parti’nin sayılarıyla ilgili tereddütüm de o. Teknik olarak da doğru değil. Ama siyasi tercihlerin akışı üzerinden şunu söylemek mümkün. Üç şey. Bir AK Parti’nin çekirdek oyunda ve tabanında ciddi bir erime var ve ciddi eleştirel bir pozisyon var. İki, buna rağmen AK Parti’den çözülen insanlar ne İyi Parti, ne CHP, ne MHP. Yeni bir partiye de meyletmiş değiller. Eğer bu tablo böyle devam ederse, yani o siyasetten umudunu kesme sözünü söylememin bir sebebi var. Bu böyle devam ederse rol dağılımında yani birinci parti, ikinci parti, üçüncü parti diye sıralamada çok önemli değişiklikler gösterecek bir emare yok. O emniyet şeridine arabayı çeken insanlar ki ülkenin üçte biri, şu anda en büyük parti. AK Parti’nin çekirdek oyundan daha fazla. Böyle bir tuhaflık olduğu için, parti listesi koyuyorsunuz ve siyasi tercihini soruyorsunuz, üçte birden fazla insan “bunlardan hiçbiri” diyorsa bunu istatistik olarak “kararsızları dağıtınca şu oluyor, bu oluyor” demek doğru değil. Çünkü böylesine büyük bir küme istatistik olarak bölünebilir, hesaplanabilir bir küme değil. Bu insanların nereye meyledeceğini, yani AK Parti’den kopmaya devam eder mi, geri mi döner, ya da başka bir partiye gidecek olsaydı şu ana kadar giderdi. Demek ki var olan aktörler içinde de bir cevap üretemiyor kendine. Dolayısıyla bu tereddüt devam eder mi, yoksa AK Parti’ye ya da var olan birilerine mi gider, ya da başka bir enerji mi üretir, bunu kestirmek mümkün değil. Dolayısıyla istatistiklerde kararsızları dağıtınca şu oluyor demek doğru değil. O nedenle biz 3-5 aydır araştırmalarımızda kararsızları dağıtarak bir hesaplama yapmıyoruz ve aynen de böyle yazıyoruz. Üçte bir oranında kararsız olan kitle, istatistik orantıyla, düz mantıkla hesaplamaya dahil bir büyüklük değildir. Ama şunu görüyoruz, birinci parti, ikinci parti, üçüncü parti sıralaması değişmiyor çok ama oy oranlarında ciddi değişiklik var. AK Parti’den çözülme var ama başka bir partiye de gidiyor değil.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.