Süreç bitti mi?

Yirmi gündür süreç bitti mi tartışıyoruz. 6-7 Ekim KOBANİ protestolarında ve sonrasında yaşananların bu soruyu gündeme getirmesi doğal. Süreç bitmese de farklı bir ara döneme girildiği görülüyor.

Fakat bu ara dönemin başlangıcı 6-7 Ekim’de yaşananlar değil. Hükümet kanadında bir fikri değişikliğin bu olaylardan önce başladığının iki önemli delili var. Birincisi şimdiye dek süreçten sorumlu olan Beşir Atalay’ın görevden ayrılması ve yerine daha keskin dili ve kalemiyle tanınan Yalçın Akdoğan’ın süreçten sorumlu olması.    İkincisi de Cumhurbaşkanı’nın bu olaylardan bir hafta önce Meclis’te yaptığı konuşma. O konuşmada Cumhurbaşkanı daha sürece dair paragraflara gelmeden “güvenlik mi özgürlük mü” diye soruyor ve elbette güvenlik diyordu.

Hükümet kanadındaki bu yeni dönem arayışına HDP ve Kandil kanatları da söylemleriyle katıldı. Sonrasında yaşananları hepimiz biliyoruz. Bugün sürecin farklı bir yere geldiği açık.

Bugün yalnızca hükümetin ya da HDP’nin değil herkesin soğukkanlı bir muhasebeye, yanı sıra tavır ve dil değişikliğine ihtiyaç var.

Neden böyle oldu? Güncele ve “o ne dedi”, “bu ne dedi” sorularından ötede sürecin önemli kazanımları kadar handikapları hep var olageldi. Birincisi, sürecin en önemli kazanımı Abdullah Öcalan ve Kürt siyasetinin başat aktörleriyle hükümetin doğrudan muhataplığı oldu. Artık bugünden sonra hiç kimse, hiçbir siyasi aktör Kürt meselesini doğrudan siyasi muhatapları olmadan düşünemez, çözmeye kalkışamaz. Çünkü herkesin gözü önünde cereyan eden bu muhataplık devlette, siyasette ve toplumda da çözüm için olumlu bir zihni kırılma yarattı. Öte yandan sürecin muhataplığının yalnızca Abdullah Öcalan’a sıkıştırılması, diyalog-ilişki-müzakere aktörlerinin ve zeminlerinin çoğulculaşmaması sürecin en önemli handikapı oldu.

İkincisi, çözümün tanımı baştan itibaren eksik yapıldı. Kürt meselesini tanımaktan, “Kürt meselesi yok Kürt kardeşlerimizin sorunu var” noktasına, sonra da yalnızca terörü bitirmek noktasına gelindi. Çok katmanlı, çok boyutlu, çok aktörlü bir mesele tek bir aktör ve silahı teslime indirgendi. Halbuki Kürt meselesinin çözümü çok anahtarlı bir kapının ardında. Farklı katmanlarda, farklı adımlar gerekiyordu.

Üçüncü sorun, ikili muhataplığın iki aktörünün de içinde yarılmalar olacağı baştan çok dikkate alınmaması oldu. Türklerin “bölünüyor muyuz” paranoyası Kürtlerin “kandırılıyor muyuz” evhamı sürecin önündeki önemli psikolojik eşiklerden birisiydi ve bu aşılamadı. Baştan itibaren sürece kategorik karşı olanların dışında destekleyen, muhatapların içindeki de, desteklemesi muhtemel kesim ve aktörler arasında da bu psikolojik eşiği aşmak için iki tarafta çaba göstermedi.

Dördüncüsü meselenin ve sürecin iç, bölgesel ve küresel dinamiklerle nasıl kendi içinde değişeceği önceden dikkate alınmadı. Özellikle Suriye’deki iç gerilim, bu gerilimin içinde hükümetin pozisyonu, bu gerilimin bize de yansıma potansiyeli ve ürettiği riskler yönetilemedi. PKK ise Suriye iç savaşının üreteceği fırsatları bir saatten sonra sürecin önüne koydu. Uluslar arası terör örgütleri listesinden çıkma fırsatı yanı sıra uluslar arası siyasi aktör olabilme fırsatı Rojava kazanımıyla birleşince öncelik değişti.

Bugün başta hükümet iki taraf da ciddi bir değerlendirme yapmak zorunda. İki taraf da sürecin sürmesine mahkum bir bakıma.

Öte yandan hükümetin önünde yedi ay sonra genel seçim var. Erdoğan’ın siyasi hedefleri için Ak Parti 330 milletvekilini aşmayı, bu nedenle de yüzde 52 mertebesinde oy peşinde. Bunun için de yönelebileceği MHP oyları. Özellikle Davutoğlu ile yükselen şoven dilin ardında MHP oylarına yönelmek, Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’a gelmiş MHP seçmenini Ak Parti’de kalıcılaştırmak arzusu var. Bu nedenle Haziran ayına kadar kontrollü bir gerginlik göze alınabilir. PKK içinse bu süre içinde Suriye ve Kobani vesilesiyle ABD, Almanya ve batılı ülkelerle kurulmuş ilişkilerin gelişmesi, kalıcılaştırılması hedefi var. Üstelik bu güçlerle hükümet arasındaki Suriye vesilesiyle yaşanan gerilimin yanı sıra Gezi’den beri yükselerek süren karşılıklı kuşku zemini PKK’yı umutlandırıyor da.

Bu koşullarda soru gerçekten anlamlı, süreç devam edecek mi? Bir biçimde edecek. Şimdiye kadar siyaseti esas olarak müzakere-ikna-uzlaşma olarak değil bilek bükme olarak anlamış ve yürütmüş iki aktör de uzmanı olduklarını düşündükleri bir siyaset tarzını sürdürüyorlar. Öte yandan eskiye dönüşün kendileri için de Türkler ve Kürtler için de çok ağır yaşamsal sorunlar üreteceğini de biliyorlar. Bu nedenle bir miktar vites değişikliği ile kontrollü bir gerginlik bir süre daha sürebilir. İki tarafta asıl hamlelerini genel seçim sonrasına bırakıyor olabilir.

Bütün bu analiz ve okumam doğru olsa bile, bu durumun ülke için ve özllikle gündelik hayatta ve toplumsal zeminde büyük riskler taşıdığı açık. Barışı inşa etmek ve bu meseleyi çözmek zorundayız. Kaybedilen her bir gün toplumsal psikolojide ve özellikle Kürtlerde “bu kez de çözemeyeceğiz” beklentisini, Türklerde sürece karşı olan kesimlerin ve aktörlerin gücünü ve gerekçelerini güçlendiriyor. Öte yandan mesele bölgesel olmaktan çıkıp, giderek evrensel mesele olmaya doğru dönüşüyor. Yani kaybedilen her bir gün çözümün gerekleri, zorlukları, boyutları çoğalıyor.

O nedenle iki tarafın da herkesin de soğukkanlı bir muhasebe yapmaya,  politikalarında ve dillerinde düzeltmeye ihtiyaç var.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.