Seçmen değil insan (1)

Seçim rallisi 17 Aralık sürecinin gölgesinde başladı. Aslında yaşananlar sürpriz de değil. Uzun, sıcak bir kış geçecek demiştik.* “O denli çok iç ve dış dinamik, siyasal-toplumsal ve küresel fay hatları hareket halinde ki önümüzdeki bir, iki yıl ülkenin belki de 30-40 yıllık geleceğini etkileyecek… Kutuplaşma öylesine iki tarafın aktörlerini ve medyayı da rehin almış durumdaki, gündelik hayatın içindeki hiçbir olay doğal dinamikleriyle değerlendirilmeyecek de yönetilmeyecek de… Şimdi içte de dışta da herkesin senaryoları seçimler üzerine artık. Nihai hesaplaşma yeni anayasa düzleminden seçimler zeminine kayıyor. Bu nihai hesaplaşma ve kutuplaşma psikolojisi her aktörün tüm söylem ve tutumlarını belirliyor.”
Son aylarda yaşananlar devlet ve yönetim sisteminin artık sürdürülemez olduğunun kanıtı. Dikkat ederseniz siyasi krizlerin hem sıklığı, hem boyutu her seferinde sıklaşıyor ve derinleşiyor.
Sorun şuradaki krizlerin nedenlerini ve sonuçlarını, daha da önemlisi ne yapılması gerektiğini konuşmuyoruz. Hepimiz o krizden önceki pozisyonumuzdayız. Yaşananların gerek devlet ve yönetim sisteminde, gerek siyasi kültürümüzde gerekse de toplumsal psikolojide nasıl bir yıkım ve yarılma ürettiğinin farkında bile değiliz.
Bir kesim hangi görüntü, belge, iddia çıkarsa çıksın inanmamaya, diğer bir kesim iddianın ilk harfini duyduğunda inanmaya kararlı. Bir kesimde çaresizlik, bir kesimde ikircikli umutlar, bir kesimde lümpenlik ve saldırganlık. Savruluyoruz.
En önemlisi “biz” duygumuz parçalandı, eksildi. Hepimiz “biz” derken toplumun bir kesimini dışarıda bırakıyoruz. Bu da ortak yaşama irademizi eksiltiyor.
Kısaca seçim rallisi başlarken toplumsal psikolojiye dair iki şey söyleyebiliriz. Birincisi kutuplaşma ki çoktandır yalnızca siyasal olmaktan çıktı. Artık kimlikler ve hayat tarzları arası kutuplaşmaya dönüştü. İkincisi de toplumun “biz” duygusu parçalandı. Analizler, yorumlar, söylemler bu iki etkinin akli ve duygusal esareti içinden üretiliyor. Yolsuzluk da siyasi alana müdahaleler de bu akli ve duygusal esaretten değerlendiriliyor.
Çıkış var mı? Elbette var. Toplumun içgüdüsel “hayatı sürdürme duygusu” bir kez daha devreye girecek.
Ama asıl siyasi aktörler, sivil toplum, entelektüeller, akademisyenler bu yıkımı “yaratıcı yıkıma” çevirebilir. Bunun olabilmesi için var olan kutuplaşma duygusundan, korkulardan, ezberlerden kurtularak yeniden düşünmek, düşünebilmek gerekiyor.
Devleti ve yönetimi yeniden yapılandırırken (siz ister onarım, ister reform deyin) hangi siyaset eliyle, hangi ölçülere-ilkelere-referanslara göre ve nereye kadar yapacağımızdır mesele. Ve elbette toplumun ihtiyaç ve taleplerine göre. Öte yandan değişmek yerine “Avrupa’nın taşrası” olarak kalmaya razı olmak seçeneğimiz de her zaman var.
Bu noktadan bakınca, yeniden düşünmenin başlangıç noktası bir kez daha bu toplumu, naturasını, ihtiyaç ve taleplerini anlamaya çalışmak olmalıdır. Bunu yapmak yerine şimdiden topluma kızmak, “yolsuzluklara rağmen oylarını değiştirmiyorlar” demek, “yolsuzluk umurlarında değil hoş görüyorlar” sanmak ya da “her şeyi başkalarının manipülasyonları” olarak değerlendirmek gibi kolay yollar da var ama bu kolaycılığın yaratıcı yıkımı değil yıkımı beslediğini de anlamamız gerek.
Yine de bu mini dizide seçmen dediğimiz toplumun 18 yaş üstü bireyleri kimdir, kaç kişidir, nasıl düşünür, oy tercihi nasıl oluşur analiz etmeye çalışalım.
Önümüzdeki seçimlerde 76.667.864 olan toplam nüfus içinden 52.695.850 seçmen oy verecek. Toplam nüfusun yüzde 68,7’si seçmen yaşında.
1969 Genel seçimlerine kadar 22 yaşını bitirenler seçme hakkına sahipti. Bu seçimlerden itibaren “21 yaşı bitirmiş olmak” olarak değiştirildi. Seçmen yaşı 1991’de “20 yaşa girmiş olmak” olarak, 1999’da “18 yaşını bitirmiş olmak” şeklinde değiştirildi.
52 Milyonu aşkın bu seçmenlerin bölgeler bazında sayılarını, nüfusa yüzdelerini, toplam seçmenin ve nüfusun bölgelere dağılım yüzdelerini aşağıdaki tabloda görüyorsunuz.
ba3003
Tabloyu incelediğinizde bazı temel karakteristikler ortaya çıkıyor:
(1) Önce seçmen ve nüfus büyüklüğüne dikkatinizi çekmek isterim. 2011 seçimleri üzerinden konuşursak 21 Milyon Ak Parti seçmeni ya da 11 milyon CHP seçmeni konuşuyoruz. Bu büyüklükteki kitlelerin kandırıldığını, hepsinin birden yanlış yaptığını düşünmek kısaca bu toplumu küçümsemek üzerinden bir söylem ne kadar doğru olur emin değilim. Ya da bu denli büyük kitlelerin siyasi tercihini bir kelimeyle, bir şablonla açıklamanın kolay olduğunu da sanmıyorum.
(2) Önceki yılların sayıları ve oranları ile kıyaslandığında nüfusun ve seçmenin giderek batı bölgelerine yığıldığı yani göçün sürdüğü görülüyor.
(2) Batı bölgeleri olan ilk beş bölgede nüfus içindeki seçmen oranının diğer bölgelere kıyasla yüksek oluşu bu bölgelerdeki yerleşikliğin artmakta olduğunu ve ortalama yaşın ve yaşam süresinin yükselmekte olduğunu gösteriyor. İlk beş bölge ve yine göç alan Akdeniz bölgesi de dahil ilk altı bölge toplam nüfusun ve seçmenin üçte ikisini barındırıyor.
(3) Kürt nüfusun yüksek ve Kürt meselesinin diri olduğu üç doğu bölgesinde nüfusun yüzde 40-45’i henüz 18 yaşın altında.
Yarın devam edeceğim.

*http://bekiragirdir.com/?p=1577

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.