İç göç sorununu yeniden düşünmek

Geçen hafta içinde Adana Mimarlar Odası’nın düzenlediği “Kent Yoksulluğu ve Mimarlık Paneli”ndeydim.

Vali’den Belediye Başkanlarından başlayarak akademisyen ve mimarlar da dâhil ister sivil olsun ister resmi görevli, neredeyse tüm konuşmacılar kentleşmenin sorunlarına iç göç üzerinden analize başladılar. Bu panelden de öte göç meselesini hep böyle ele alıyoruz. Daha da dikkat çekici olanı iç göçten söz edilirken kullanılan negatif anlam ve tınılar yüklü dil. “Hazine arazilerini yağmalama”, “eğitimsiz oluşları”, “kurallara uymamaları” vs., vs.

Son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim: İç göç sorununu bu tarz ele alış biçimi, sorunu düşünme sistematiğimiz, asıl bu zihin haritası bizatihi çözümsüzlüğün sürme nedenidir. Bence göç meselesi için yeni bir zihin haritasına ihtiyacımız var.

Araştırmalarımız bulgularından ve nüfus rakamlarından hesapladığımız, şu anda 22 milyon kişi doğduğu yer dışında bir başka yerde yaşıyor. Üstelik toplumun % 15’i koşulsuz olarak hemen yarın bulunduğu yerden taşınmak istiyor. Yine toplumun % 25’i de koşullara bağlı olarak göç etmek istiyor. % 45 ise en azından çocuklarının başka bir yerde yaşamasını arzuluyor.
Yarın sabah yeni bir kadere yürümek isteyenlerin % 40 oranında olduğu bir topluma “kaderci” olduğunu söylemek, çaresizliğini ve yeni bir hayat arzusunu görmezden gelmek vahim bir yanılgı olur bence.

Tempo24 sanal platformunu izleyen okurların da içinde olduğu “haberleri internetten izleyenlerin” oranı % 12. Bu oranın yalnızca İstanbul’da yaşayanlarının bile üçte ikisinin babası İstanbul dışında doğmuş. İstanbul’da yaşayanların yalnızca % 27’si İstanbul doğumlu.
Yani bizler de ya kendisi ya da babası göç etmiş insanlarız. Şimdi de dönüp, gelenlere, gelmek isteyenlere “artık gelmeyin” diyoruz, “yer kalmadı” diyoruz. Onlar da diyorlar ki, “ben de daha iyi bir hayat istiyorum”, “kızımı ben de güzel okullarda okutmak istiyorum, kaliteli hastanelerde iyi doktorlar istiyorum”.

Göç sorununu yalnızca sonuçları ve yarattığı devasa problemler ya da yalnızca gecekondular üzerinden düşünmeye devam ettiğimiz için çözümler üretemiyoruz. Göç eden insanların umutlarını, beklentilerini dikkate almadığımız için, onlar için çözümü onlara rağmen biz üretmeye çalıştığımız için çözemiyoruz. Göç kelimesinden ve sorunundan insan yüzlerini, ve yüreklerini silerek konuştuğumuz için meseleyi anlayamıyoruz.

Asıl önemlisi de sorunu geride kalmış, şimdi yarattığı hasarı temizlememiz, onarmamız gereken bir doğal felaketmiş gibi ele aldığımız için çözümler üretemiyoruz. Sorunun dinamiklerinin değişmekte olduğunu, yalnızca kuraklık ve çevre sorunlarından dolayı önümüzdeki on yılda nasıl bir göç dalgasıyla karşılaşacağımızı henüz anlayamıyoruz. Ya da can güvenliğinden dolayı yalnızca Güney Doğu’da ve Kürt yurttaşlarda nasıl bir hareketlilik olduğunu da ıskalıyoruz.
Daha da vahimi son 40 yıldır göç meselesini düşünürken ağırlıklı olarak geriye gidiş, geriye gidişi özendirmek gibi gerçekçi olmayan bir çözüm yoluna yıllar, paralar ve politikalar harcadık.
Hâlbuki gelen insanlar dönmek istemiyor.

Bu yazıyı okurken lütfen kendinize sorun, siz dönmek istiyor musunuz eski hayatınıza?

İlginç bir bulgumuzu buraya not edelim. Evlerin duvarlarında resim, fotoğraf gibi hangi nesneler asılı olduğu sorulduğunda, memleketine ait resim, poster, takvim, fotoğraf benzeri nesneleri en az bulunduranlar son beş yıl içinde göç etmiş olanlar. Bu tür nesneler on yıldan uzun süre önce gelmiş olanların evlerinde, geldikleri yere yerleştikten sonra yani, hoş bir nostaljik tat arzusuyla var. Ama yeni gelenlerin, henüz kendini geldiği yerde yerleşik hissedemeyenlerin evlerinde ise unutulmaya çalışılan geçmişin işaretleri olabildiğince az.

Ayrıca yukarıda taşınmak isteyenlerin oranlarına değinmiştik ya, en düşük oranda taşınmak isteyenler de varoşlarda yaşayanlar…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.