Hukuk ve “biz” tahayyülü

Toplumsal barışı ve huzuru yeniden oluşturacak, farklılıklarımızla bir arada ve birbirimizi değiştirerek, zenginleştirerek yeni bir ortak yaşama iradesi geliştireceksek yeni bir “biz” tahayyülü geliştirmemiz gerektiğini yazmıştım.

Yeni bir “biz” tahayyülü geliştirmek yalnızca iradi bir olay değil. Bireylerin niyeti kadar öncelikle siyasi aktörlerin süreçlere olumlu katkıları gerekiyor. Ama bundan da öte yeni bir hukuki çerçeve lazım. 

Değişimlerin ve hatta devrim sayılabilecek kadar derin değişimlerin bile hukuk ile desteklenmedikçe nelere yol açabildiğini en iyi biz biliyoruz. Özal döneminde ekonomi ve ülke dünyaya açılırken eksik bırakılan hukuk sonucu, olumlu değişimler kadar toplumsal planda nasıl yeni sorunlar yumağıyla karşılaştığımızı anımsıyoruz. Bir kısmı yozlaşma, bir kısmı yolsuzluğun kurumsallaşması sayılabilecek bir takım sorunlar bugün hala kronikleşmiş bir biçimde sürüyor. 

Meramım otuz yıl önceyi ve o dönemin siyasi liderini yeniden tartışmak değil. Sadece değişim ve hukukun at başı gitmesi gerektiğini vurgulamaya çalışıyorum. 

Bugün yalnızca 12 Eylül hukukunun siyasi sorunları ile değil, top yekûn bir hukuk sorunuyla uğraşıyoruz. Çünkü hukuk toplumsal yaşamın kurallarını, yetmiş milyonun ortak ihtiyaçlarından değil, siyasi iktidarların ve güç sahiplerinin ihtiyaçları, vizyonlarına göre biçimleniyor. Tabi bir de hala bireylerin değil, devletin ihtiyaçları, devletin katlanabilecekleri, katlanmak isteyecekleri hukuku biçimliyor.

Ama sorun bireylerin hukuka olan güvenlerinin bozulması noktasına gelmişse artık alarm çanları çalıyor demektir. Hele artık yalnızca güven değil, kurallara ve yasalara uyup uymamak konusunda bireylerin ve yöneticilerin keyfiyetine kalmışsa iş, daha da büyük bir sorun var demektir. 

Yaşadığımız karmaşıklık içinde tek eksiklik hukuk da değil üstelik. Bozulan toplumsal mutabakat ile beraber hukukun bir parçası olan etik ölçüler, moral değerler de gündelik hayatın dışına çıkarıldı. Herkesin kendi doğrusu, kendi doğrusuna uygun hukuk ve ahlak anlayışı, onlara göre biçimlediği kendi yaşam tarzı var. Bu da bizi giderek birbirimizden uzaklaştırıyor, toplumsal yaşamı gettolaştırıyor ve bizleri bizim akvaryuma sıkıştırıyor. Bu ruh hali de yeni bir “biz” tahayyülü önündeki en büyük toplumsal engel olarak ortaya çıkıyor. 

Hukuka karşı olan güvensizlik algıları konusunda bir veriyi paylaşmak istiyorum okurla. Aşağıdaki grafikte görüyorsunuz, “hakimler, savcılar, polisler işlemlerinde karşılarındakinin kim olduğuna göre farklı davranıyor mu” şeklindeki bir soru demetinde, toplumun yüzde 57’si “zengin/fakir olma haline göre”, yüzde 56’sı “iktidarın adamı olma haline göre”, yüzde 29’u cinsiyete göre, yüzde 27’si etnik kökene göre, yüzde 20’si de inancına göre ayrı işlem yapılacağı ya da yapıldığı algısına sahip.

Kürtlerin ve Alevilerin çok önemli bir kısmının bu kanaatte olduğunu söylememe gerek yok herhalde. Daha da çarpıcı olan, bizim akvaryumda bu güvensizlik oranları genel ortalamadan daha da yüksek. Tabi bu durumu bizim akvaryumdaki çocuklar eğitimli olduğu için sorguluyor, biliyor olarak yorumlayabilirsiniz de, ama bu ayrı bir tartışma konusu.  

Bu yüksek ayrımcılık ve güvensizlik oranları bile toplumsal mutabakattaki bozulmanın yalnızca Kürt meselesi veya terör nedeniyle değil, çok daha derinlerde başka bir sorunlar yumağı olduğunu gösteriyor sanırım. 

Bu nedenle yeni bir biz tahayyülü geliştirebilmenin yolu öncelikle yeni bir anayasa dahil hukuku baştan aşağıya yenilememiz gerekiyor. Ama yalnızca yazılı hukukun yetmediği açık. Bu nedenle devletin yurttaşına, bireylerin birbirine ve hukuka güvensizliğine dayanan, devlet öncelikli zihniyet ve algı kalıplarının da değişmesi gerekiyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.