Ülkenin en önemli üç meselesinden birisi var olan yönetim sisteminin baştan aşağıya yeniden yapılandırılması bana göre. Hatta bu denli merkezileşmiş ve hala da merkezileştirilmeye çalışılan bu yönetim sisteminin ters yüz edilmesi gerekli.
Yalnızca siyaset üzerinden değil, teknik “yönetim” kavramı üzerinden bile bakıldığında ne denli hayata aykırı bir yönetim sistemi, yetki-sorumluluk dağılım ve karar süreçlerini konuştuğumuz anlaşılır.
Bırakın şehvetli siyasi yandaşlıkları ve karşıtlıkları, İstanbul’a üçüncü köprü kararını, yer seçimini kim yapıyor bir bakın. Ya da İstanbul’da yapılacak üçüncü havaalanının “yeri belli ama söylemem” diyen ulaştırma bakanının zihin haritasını anlamaya çalışın. İstanbul’un su ihtiyacı için başka coğrafyaların sularına el koyup, İstanbul’a taşımaya kalkışıldıktan on yıl sonra o coğrafyalarda oturanların hangi sorunlarla karşılaşacaklarını ve bunların hiçbirinde ne kararlarına ne seçimlerine başvurulmadığını düşünün.
Yönetim meselesini yalnızca Kürt meselesine ve BDP’nin “demokratik özerklik” talebine bağlayan, bu bağlamın dışında mesele üzerine hiç mi hiç düşünmemiş bir siyaset ve aydın dünyamız var bizim.
Nitekim 13 yeni büyükşehir oluşturan ve büyükşehir yapılanmasını bazı bakımlardan değiştiren yasa da yalnızca iktidar yandaşlığı ve karşıtlığı ekseninde konuşuluyor. Ana muhalefet yasanın gerekçesini yalnızca ekonomik rant üretme çabası olarak tanımlıyor. Medya yeni büyükşehir ve belediyeler sınırlarının tespitinde iktidarın siyasi kurnazlıkları var mı yok mu arıyor.
Bu görünen veya niyetlenildiği söylenen hedeflerin hepsi de olabilir. Ama asıl tartışılması gereken ıskalanıyor:
Bu yasanın özü, yerel yönetimleri güçlendirme, yerelleşme, katılım taleplerine cevap üretiyormuş gibi yaparken yerel yönetimleri merkezileştirmektir. Yerel yönetimler üzerinde merkezin vesayetini güçlendirmektir. Parti başkanlarına ve Başbakanlara Bakanlar Kurulu dışında adı Büyükşehir Belediye Başkanı olan yeni 29 bakan atama yetkisi vermektir. Tek farkları, atamanın yürürlüğe girmesi için halkoyu ihtiyacı olmasıdır.
Çünkü bugünkü siyaseti düzenleyen yasalarla, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün kısıtlarıyla, bu partiler yasası ve işleyişiyle, var olan siyaset yapma zihniyetiyle, varılacak nokta bu olacaktır.
12 Haziran 2011 Genel Seçimlerinden iki ay önceden başlayarak Kanun Hükmünde Kararnamelerin düzenlemeleriyle başlayan merkezileşmenin bu yasayla coğrafik etki alanı genişlemektedir.
Büyükşehir belediyelerinin oluşturulmasında bir mahzur yoktur, hatta gereklidir de. Göçle birlikte değişen kent tanımlarını, imar sorunlarını dikkate aldığınız zaman, belediye yetki alanını konutların sınırlarından ilin coğrafi sınırlarına yaymak ilke olarak gerekli ve doğrudur. Hele yerellerdeki merkezi vesayetin önemli araçlarından olan İl Özel İdarelerinin kaldırılması çok daha gerekli ve doğrudur.
Ama öte yandan yeni yasayla illerde kurulacak ve valilere bağlı olacak Yatırım İzleme ve Koordinasyon Merkezlerini, kentsel dönüşüm uygulamalarında olduğu gibi her şeyi Büyükşehir Belediye Başkanlarına, Bakanlara ve Başbakana bağladığınız zaman yapılan şeyin yerelleşmek değil, Bakanlar kurulu sayısını artırmak olduğu anlaşılmaktadır.
Bu taslak bile göstermektedir ki Ak Parti de en az diğerleri kadar bu halkın kendi kararlarını verebilecek yetkinlikte olmadığını düşünmektedir, halkın kararlarına güvenmemektedir.
Üstelik öteki partilerin de merkeziyetçiliğe karşı olduklarını gösteren bir emare yoktur bu yasaya yapılan itirazlarda.
O nedenle yapılması gereken kamuoyunun ve siyasetin önce yönetim meselemizi düşünmek ve tartışmak, ilke olarak doğrusunun ne olacağına karar vermek ve sonra uygulamayı planlamaktır.