Hafta sonu Helsinki Yurttaşlar Derneğinin düzenlediği ”Demokratikleşme sürecinde siyasi ve toplumsal barışın inşası” panel ve atölye çalışmalarında Diyarbakır’dan gelen bir doktor Kürt meselesinin çözümü tartışmalarının ilerlediği bir noktada adeta isyan ederek şöyle bir şey söyledi: “Vazgeçtik işinizden, aşınızdan, paranızdan, bize onurumuzu geri verin yeter.”
Bu isyanın dillendiği kelimelerin vurgusunda, söyleyen arkadaşımızın gözlerinde derin bir gönül kırıklığı vardı. Aynı gönül kırıklığını 36 Belediye Başkanı kelepçeli elleriyle sıraya dizildikleri fotoğrafta da görmüştük. Kendilerine reva görülen her şeyden sonra Kürt yurttaşlarımızın gözlerine, dillerine bu derin gönül kırıklığı yerleşmiş durumda.
Yine geçen hafta, Alevi Çalıştayı vesilesiyle ekranlarda konuşan bir Alevi sivil toplum gönüllüsü de ekranlardan dışarıya taşan gönül kırıklığı içinde “bırakın Aleviliği tanımlamayı yalnızca bizi tanıyın yeter” diye haykırıyordu.
İki hafta önce Denizli’nin köy ve kasabalarını dolaşıyordum. Bir köyde kahvede köylülerle konuşurken gözlediğim de derin bir gönül kırıklığıydı. Köylüler yetiştirdikleri kavun ve karpuzun toplama ve taşıma maliyetinin bile (dikkat edin yetiştirme maliyeti değil yalnızca toplama ve taşıma maliyeti) tüccarın satın alma fiyatından yüksek olduğunu, o nedenle de ürünü tarlada bıraktıklarını anlatıyorlardı.
Denizli’de hâlâ yaşanmakta olan küresel ekonomik kriz nedeniyle, son 12 ay içinde sigortalı işçi sayısının 152 binden 126 bine düştüğünü ve 36 bin sigortalı işçinin işsiz kaldığını öğrenmiştim. Kayıt dışı çalışanlardaki işsiz sayısı bilinmemekle beraber 500 bin nüfuslu Denizli’de bile gözle görülür biçimde durgunluğu ve çaresizliği gözlemek mümkündü. Kahvehanelerde, evlerde yapılan sohbetlerde yaşanan ekonomik sıkıntıdan öte bir gönül kırıklığı gözleniyordu.
Tekel işçilerinin ekranlardaki görüntülerde mücadele azminden daha çok gönül kırıklığı gözlüyorum ben.
Geçen hafta iş başvurusuna gelen bir genç kızımızla görüşürken, bir yıl önce evlendiğini, hem kocasının hem kendisinin üniversite mezunu olduklarını ama 6 ay önce işten çıkarıldıklarını, ev kirasının ve eşya taksitlerini ödeyemedikleri için evlerini boşaltıp kocasının memleketteki ailesinin yanına döndüğünü öğrendim. Anlattıkları sıkıntı ve çaresizlikten çok gönül kırıklığı içeriyordu.
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Son iki yıldır ekonomik kriz ve toplumsal kutuplaşmanın ikisi bir arada başka dinamikleri harekete geçirdiği gözleniyor. Toplum müthiş bir gönül kırıklığı yaşıyor. Herkes kendi yaşadığı alan ve sorunlar üzerinden diğerlerine karşı ama asıl kurulu düzene karşı bir gönül kırıklığı içinde.
Bu gönül kırıklığı sisteme kızmaktan, sisteme muhalif olmaktan öte başka bir ruh hali içeriyor diye düşünüyorum ben. Çünkü bu gönül kırıklığı ağırlıklı olarak ümitsizlik içeriyor. Kimse sorununun nasıl çözüleceğini göremiyor. Giderek hayallerimizi, fantezilerimizi, ütopyalarımızı yitiriyoruz. Bu ütopyasızlık ve çıkışı görememek hali derin bir gönül kırıklığı içeriyor.
Toplum adeta nefesini içine çekiyor, havayı ciğerlerinde biriktiriyor. Ciğerlerinde biriken havayı nereye doğru üfleyeceğini göreceğiz.
İşte bu ruh hali Ümit Boyner’e “huzur istiyoruz” dedirten. Dörtte biri tüm kurum, sistem ve yasalardan umudunu kesmiş, yarısı siyasetten umudunu kesmiş toplum hala daha az öfke, daha çok gönül kırıklığı çoğaltıyor.