Demokrasi, zihniyet ve sistemler

Ülkelerin demokrasi seviyeleri, hatta demokratik yaşam kaliteleri demek de mümkün, ekonomik seviyeleri gibi gelişmekte ve değişmekte olan bir şey.  Bazı ülkeler demokratikleşme konusunda önemli sıçramalar yaparken bazıları olduğu yerde sayıyor. Özellikle son 20-30 yıl bu konuda tüm dünyada önemli gelişmeler var. Giderek demokrasi, demokratik değerler ülkeler arasında turnusol kağıdı işlevi görüyor artık. Muhtemelen de gelecekte temel ayrım zengin-fakir, Hıristiyan-Müslüman, doğu-batı değil demokratik olanlar ve olmayanlar  şeklinde olacak. Demokratik değerlere saygı konusundaki temel ölçü de gündelik hayatta kadının rolü üzerinden belirlenecek.

Türkiye, Cumhuriyetin ilk hedefi olan toplumsal modernleşme sorununu bile aşamamışken şimdi dünyadaki gelişmelere paralel olarak bu modernleşme hedefini demokratikleşmeyle bütünleyebilecek mi? Yaşadığımız siyasi sorun, gerilim ve kutuplaşmanın altında da esas itibariyle bu sorunun cevabı yatıyor.

Bize özgü olan sorunun bu yönünün yanı sıra, başka bir temel soru daha var: Nasıl oluyor da bazı ülkeler demokratikleşme yolunda ciddi sıçramalar, başarılar gerçekleştirirken biz hala yerimizde sayıyoruz? Dünyanın 17. büyük ekonomisiyiz diye övünürken demokrasi indeksinde melez rejimler arasında, Ekvator, Mali, Madagaskar ve Lübnan ile aynı grupta ve 87. sıradayız?

Haritadaki mavi ülkeler tam demokratik, yeşiller demokrasisi gelişmekte olan, sarılar melez sistemlerin, kırmızı ülkeler otoriter sistemlerin olduğu ülkeler.

Tıpkı, ekonomik gelişme meselesinde ülkeler arası farklılıkları yaratan aktörlerden bir tanesi de var olan kurumlar, sistemler. Hangi kurumlar ve sistemler, ülkeler arası ekonomik gelişmişlik farkını doğuruyor sorusuna cevap arayan bilimsel çalışmalar ekonomi literatüründe önemli yer tutuyor. Benzer soru demokratikleşme meselesinde de geçerli: Nasıl oluyor da bazı ülkeler demokratikleşme meselesinde önemli adımlar atarken bazıları yerinde sayıyor? Neden bazı ülkeler örneğin Güney Amerika’daki birçok ülke ya da İspanya, bu konuda müthiş gelişmeler gösterirken, Türkiye el freniyle yürüyen araba misali ya hız yapamıyor ya balataları yakıyor? Neden batı dünyası soğuk savaşın ürünü Gladio türü örgütlenmelerini tasfiye edebilirken, Türkiye’de bu yapılamıyor?

Zihniyet yapıları ve siyaset

Yapının demokratikleşmeye direnen iki önemli unsuru var. Zihniyet ve kurumsal yapılar.
Zihniyet dünyasında temel olarak iki mesele var. Birincisi sistemin baştan itibaren vatandaşına güvensizlik üzerine kurulu oluşu,ikincisi de vatandaşları ve toplumu tek tip görmek, farklılıkları yok saymak anlayışı. Bu iki zihni engel devletin ve tüm kurumlarının iliklerine kadar işlediği için vatandaşın lehine dengeyi değiştirmeye çalışmak bu zihni engele gelip tıkanıyor.

Kurumsal yapılarda ise dört temel alan değişimin önündeki engelleri oluşturuyor. Birincisi siyasi yapı. Siyaset doğal mecrasında çalışmıyor. Siyaseti düzenleyen tüm zihniyet, yasalar ve partilerinden kitle örgütlerine kadar tüm aktörleri sade vatandaşın hak talebinin siyaset üzerinden gelişmesini engellemek üzerine kurulu. Siyaset vatandaşın taleplerine cevap üretmek üzerine değil, devlet rant ve otoritesine sahip olmak üzerine kurulu.

İkinci önemli yapı, devletin bekası gerekçesine sığınmış, karar mekanizmalarının ve karar süreçlerinin tümünde kapalılık, otoriterlik, denetlenemezlik, “ben yaptım oldu” anlayışının hakim olduğu yönetim sistemi. Bakın bu ülkede iç güvenlik belgesi de gizli, ithal edilen gazın fiyatı da. Askerlerin bütçesi de tartışılamaz, sorgulanamaz, ekonomik krize Başbakan’ın yorumu da.  Bir belde belediyesinin imar kararı da sivil katılıma ve denetime kapalıdır, boğaza yapılacak üçüncü köprü de.

Üçüncü sorunlu yapı ordu. Var olan sistemi kendilerince biçimlemekten hiç vazgeçmeyen, ülkenin gerçek sahibi olarak yalnızca kendisini gören, siyasete ve sade vatandaşa güvenmeyen, dünyayı ve hayatı dost-düşman paradigması dışında düşünmeyen bir askeri zihniyet ve yapı var ortada.

Dördüncüsü de hukuki yapı. Ülkedeki hukukun kurumlarıyla, kurullarıyla, yasalarıyla, yönetmelikleriyle, mekanlarıyla ve asıl önemlisi tüm zihniyet yapısıyla demokratikleşmenin önündeki engel oluşu yanı sıra gündelik hayattan bile ne kadar koptuğu her gün her bir olayda görülüyor.

Nereden başlayacağız?

Bütün toplumlar ve ülkeler tek tip değil kuşkusuz. Her ülke ve toplum kendi genlerine, tarihine, kültürüne ve toplumsal yapısına uygun yollarla demokratikleşiyor. Bu süreci büyük gerilimlerle yaşayanlar da var, toplumsal uzlaşmayla aşan da var. Bizim meselemiz kendi sürecimiz için toplumsal ve siyasi mutabakatı üretememiş olmamız. Böylesi bir mutabakat olmadığı için de nereden başlayacağız sorusu önem kazanıyor. Askerden mi siyasetten mi? Hukuktan mı yerel yönetimlerden mi? Kültürel haklardan mı terörden mi? Gelecek yazıda devam edelim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.