Cumhuriyet’in 91. yıldönümü Karaman’daki maden kazası gölgesinde yaşandı. Bir kez daha sembolleri ve fetişleri sürdürmek pahasına insana karşı, vatandaşa karşı ne kadar hoyrat bir sistemimiz olduğunu gördük.
Cumhuriyet’in iki temel hedefi oldu, kalkınma ve modernleşme. Bu iki hedefin de motoru, yürütücüsü, düzenleyicisi devlet oldu hep. Vatandaş bu hikayenin öznesi olamadı hiçbir zaman. Geleneksel sağ olduğu varsayılan partiler kalkınma hedefini, sol olduğu varsayılan partiler de modernleşmenin sahibi oldular. İki geleneksel siyaset de devletin yapısını ve rolünü değiştirmeye, vatandaşı bu hedeflerin sahibi ve motoru yapmaya yeltenmediler hiç. Aksine 91 yıldır siyaset devleti ele geçirme, bu devasa gücü merkeziyetçi, ceberut ve hayatın her alanının düzenleyen ve denetleyen rolünü ele geçirmek ve kendi tahayyüllerini gerçekleştirmek için kullanmak üzerine yapıldı. Bir taraf için kalkınma öbür taraf için modernleşme fetişleşti. Kalkınmanın yalnızca büyüme kısmı öne çıkarılırken ne gelir dağılımı ne de çevre, sürdürülebilirlik, işçi güvenliği gibi kalkınmanın niteliğine dair meseleler dert edildi. Modernleşmenin yalnızca laiklik kısmı öne çıkarılırken farklılıklar, kimlikler, özgürlükler, eşitlik ve adalet talepleri dert edildi.
Şimdi dünyanın ilk on ekonomisi olacağız denirken yine bedelini canların ödediği, çevrenin, iklim değişikliğinin, gelir adaletinin, işçi güvenliğinin, örgütlenme hakkının ve daha bir dizi sorunun yok sayıldığı bir dönemde bu türden kazalar sıklaşarak sürüyor. Sürecek de. Yarın iş güvenliğinin dikkate alınmadığı bir inşaat, doğayı dikkate almadan yapılmış bir santral, doğru dürüst kontrollerinin yapılmadan ithal edilmiş bir gıdanın ürettiği faciaları konuşacağız. Bunlara da kader diyerek, işin fıtratında var diyerek ama asıl siyasal kutuplaşmalara malzeme yaparak geçiştirmeye devam ediyoruz.
Kalkınma fetişizminin ürettiği zihniyet sorunu kadar bir başka zihniyet sorunu daha var, devletin rolü ve şirketlerle ilişkisi. Soma’da, Karaman’da, asansör faciasının yaşandığı İstanbul’daki inşaatta, Tuzla tersanelerinde başroldeki aktörler hep devlet ile iş tutan şirketler ve işadamları. Devlet seksenlerden sonra sözde özelleştirmelerle ekonomiden çekiliyor diye iddia edilirken gerçekte ne çekildi ne de olması gereken yeni rolünü doğru dürüst tanımladı. Ekonomideki rolünü stratejileri oluşturmak, standartları belirlemek, düzenlemek ve denetlemek olarak yeniden tanımlamak ve buna göre örgütlenmek yerine kaynak dağıtma rolünü daha da güçlendirdi. Yukarıdan ve merkezden, ekonomiyi ve sermayeyi iktidarların tahayyüllerine göre biçimlemek gayreti partizanlıkla birleşince ekonomik yaşamın kalitesi, nitelikleri gündemden düştü.
Sermayenin ve şirketlerin üzerindeki denetim mekanizması partizan iktidarlar ve partizan bürokrasi olunca da her zamanki gibi kaybeden vatandaş oluyor.
Halbuki hayatın içinde bir başka gelişme yaşanıyor. Sermaye ve şirketlerin güç merkeziyle ilişkilerinde değişiklik var. Şirketler yetmişlere, seksenlere kadar devlet ile ilişkilerini bürokrasi üzerinden yürüttüler. Bürokrasinin kritik noktalarındaki ilişkileri sayesinde imtiyazlar aldılar, istedikleri kararları çıkarttılar. Seksenlerden sonra ilişki bürokratlardan siyasetçilere kaydı. Dünyada da ülkemizde de şirketlerin bugünkü geçerli ilişkisi artık bireyle, tüketiciyle, toplumla. Her ne kadar bizde hala üç ilişki türü bir arada var olsa da geleceğin dünyasında şirketler doğrudan bireyle ve toplumla ilişki kurmak zorundalar. İnsan hakları, tüketici hakları, sivil toplum gibi yeni hayatın yeni kurum ve kavramları şirketlere başka şeyler dayatıyor. Soma’da Karaman’da yaşanan gibi facialar hepimizin evine giren bir markanın işletmesinde olsaydı, o şirket ya da marka Soma’daki maden şirketi, İstanbul’daki kuleleri inşa eden şirket gibi bu kadar pişkin davranamaz, olay da cezasız kalmazdı. Yalnızca hukuki cezalar değil tüketici tepkisi o şirketin başına büyük bela olurdu. Şimdi ise bu olayların kahramanı şirketlerin yalnızca devlet, siyasetçi ve bürokrasi ilişkileri sayesinde hiçbir sorumluluk taşımadan vahşi iş yöntemlerine devam ettiklerini görüyoruz.
Yine dönüp, dolaşıp aynı yere geliyoruz. Devleti yeniden yapılandırmadan bu faciaların tekrarlarından kurtulamayacağız. İster Kürt meselesi ister maden faciası konuşalım, hep başrol merkeziyetçi ve tektipleştirici devlette, bu devasa gücü kendi tahayyülleri için hoyratça ve partizanca kullanmaya çalışan iktidarlarda. Sorun şu ki var olan siyasi aktörlerin hiçbirisi devleti yeniden yapılandırmaya, siyaseti yeniden düzenlemeye talip değil.