Bir önceki yazıda anlatmaya çalıştığım “endişeli modernlere” dair olan her bir cümle ve tespitin KONDA’nın yaptığı “hayat tarzları araştırmasının” bulguları olduğunu hatırlatmak isterim. Bu yazıda da somut bulgularla devam edeceğim.
Endişeli modernler için öncelik “ailelerinde”. Aileden sonra ülke, sonra da kendileri geliyor. Komşu ve hemşeri bu öncelik sıralamasında olumlu tarafta yer almıyor.
Ülkenin gelişmesi için yapılması gereken değişiklikleri yüzde 52’si destekleyeceğini söylüyor, yüzde 48’ine göre bu değişiklikler bireysel hayatına olumlu etki edecekken, yüzde 40’ı bu konuda kararsız, yüzde 12’si ise olumsuz kanaatte. Endişeli modernlerin yüzde 44’üne göre bu değişiklikler sinir bozucu olabilir, yüzde 33’ü değişikliklere duygusal tepki de kararsız.
Avrupa Birliği’ne üye olmak konusunda ülkedeki en düşük destek endişeli modernlerde, yüzde 53’ü üyeliğe olumlu bakıyor, yüzde 25’i karşı, yüzde 22’si kararsız. Yüzde 64 oranındaki endişeli moderne göre yabancıların ülkemizde toprak ve gayrimenkul almasını yanlış buluyor ama yüzde 63’ü de ülke ekonomisi daha çok dışarıya açık olsun istiyor. Biz gidelim ama onlar gelmesin diyorlar yani.
Endişeli modernlerin yüzde 92’sine göre her durum ve şart altında ülke demokrasiyle yönetilmeli. Ama asıl ilginçlik bundan sonra başlıyor. Gerektiğinde siyasi partiler kapatılmalı fikrine ülkede en yüksek desteği verenler de endişeli modernler ve yüzde 70’i bu fikre sıcak bakarken, net olarak karşı çıkanları yalnızca yüzde 18. Daha da ilginç olanı yüzde ellisi “gerektiğinde asker yönetimi almalı” derken yüzde 35’i de bu fikre net olarak karşı çıkıyor.
Kürt meselesine bakışta yüzde 80’i sorunu “yabancı devlet kışkırtması” olarak görüyor, yüzde 65’i “Kürtlerin ayrı devlet kurmak istediğine” inanıyor.
‘Fish doesn’t think, because the fish knows everything’
Arizona Dream filminin müziği için tıklayınız….
Bu kadar özetlemeye çalıştığım bulgulardan sonra kendimi de içinde görerek “bizim akvaryum” dediğim bu dünyaya dair bazı sübjektif değerlendirmelerimi not edeyim. Ülkenin en eğitimli, kendi hayatları için en özgürlükçü kesimi endişeli modernler. Aynı zamanda ülkenin yaratıcı ve üretici gücü, çoğunluğu bulunduğu alanlarda ve işlerde yönetici, en azından yönetici potansiyeli taşıyor. Yüzü ve ilgisi dışa en dönük olması beklenenler.
Ama görüyorsunuz ki kafalarımız karışık. Söylemde en demokratız ama parti kapatmaya en yüksek desteği verenleriz, bir yandan da yarımız gerektiğinde asker yönetime el koysun diyor. Kürt meselesinde Kürtlerin yoksulluğu, yoksunluğu, insan hakları üzerinden değil, yabancı devlet kışkırtması üzerinden bakıyoruz. Kendi özgürlüğümüzü kaybetmekten en korkanlarız ama yarımız idama karşı iken, diğer yarısı da idamdan yana hala.
Neden? Neyi ıskalıyoruz? Kendi akvaryumumuz dışındaki dünya bizi neden ürkütüyor? Kaygılarımız, endişelerimiz, korkularımız neden bu kadar güçlü?
Galiba ülkede son otuz yıldır yaşanan değişimi yalnızca politik aktörler üzerinden okuyoruz. Politik aktörlere bu denli odaklanınca gerçeklikten kopuyoruz. Yaşanan gerilimleri, çatışmaları yalnızca siyaset üzerinden okumaya çalışıyoruz. O zamanda siyasi aktörlerin kimliklerine bakarak yaptığımız değerlendirmeleri gerçekliğin kendisi sanıyoruz.
Bütün gün işlerimizde yeni hayatın, yeni bilimin her bir alan ve aracını kullanıyoruz. Konu pazarlama, reklam, yönetim, tıp ve hele bilgisayar, internet, sanal alem olunca her bir yeni bilgiyi, teoriyi, modeli sonuna kadar öğrenmeye çalışıyor ve kullanıyoruz. Ama saat altı olup işlerimizden çıkınca, topluma karışınca, olan bitenleri eski modeller, kavramlarla açıklamaya çalışıyoruz. Yetmiyor doğal olarak. O zaman da anlamlandıramadığımız, açıklayamadığımız değişimlerden önce ürküntü sonra giderek endişe ve korku üretiyoruz.
O korkular bizi akvaryumlarımıza hapse götürdü farkında mıyız? Alkent’te oturuyoruz ama burnumuzun dibinde Armutlu’daki sade insanların ne rüyalarından ne beklentilerinden ne de dertlerinden haberdarız.
Giderek hayattan ve dışımızdakilerden ayrıştırıyoruz kendimizi. Bilmediklerimizin de farkında olmadıklarımızın da var olduğunu görmüyoruz.
Arizona Dream filmindeki müziğin benim için unutulmaz nakaratıydı: Fish doesn’t think, because the fish knows everything (balıklar düşünmez, çünkü her şeyi bilir). Bizde balıklar gibiyiz akvaryumumuzda. Her şeyi bildiğimizi sanıyoruz, hayata basit ama büyük komplo senaryoları içinden bakıp korkuyoruz. Bekir Coşkun bugün bir röportajında 2011 seçimleriyle ilgili olarak çoğumuzun duygularına tercüman oluyor ve diyor ki “seçim benim gibilerin Türkiye’de kalıp kalmamasıyla ilgilidir.” Bu laftan sonra ruh halimiz üzerine başka ne denir ki!
Halbuki sevgili Eliza’nın T24’deki Cumartesi günkü yazısında söylediğini başarabilsek hayatı anlamamız da endişelerimizi azaltmanın da kolay yolunu bulmuş olacağız. Diyor ki Eliza, “Türkiye gündemlerinin gün günden daha da uzaklaştırıp ayrıştırdığı, odalara böldüğü “taraf”ların, yurtdışında birbirini bulduğunda çok daha sıcak, çok daha birleşimci, anlayışlı ve birbirinin yaşam biçimine saygı duyan bir duruşa sahip olduğunu, ben de bizzat gözlemliyorum”.