Anayasal vatandaşlık ve kimlik meseleleri üzerine (1)

Anayasa değişikliği veya yeni anayasa meseleleri içinde Kürt meselesi çözümü nedeniyle de yapıcı önerileri tartışmak gerekiyor. Önerilen değişiklik paketiyle sınırlı olmaksızın yeni öneriler geliştirmek ve bunların da hayata geçirilmesini talep etmek gerekiyor. Yine değişiklik paketi etrafında pozisyon alışlara ve kutuplaşma ruhuna teslim olmadan tartışmaları zenginleştirmek gerekiyor. Bu bakış açısı ve yarar umuduyla bu kez anayasal vatandaşlık kavramı etrafında bazı düşünme eksersizlerini okurla paylaşmak istiyorum.

Anayasal vatandaşlık kavramı siyaset dünyamızda Kürt meselesi içinde sıkça dillendiriliyor. Fakat bu kavramın gündelik pratikte ne olduğunu hepimizin kafasında netleştirmek gerekiyor. Bu kavramın elbette bir hukuk disiplini içinden kendi dili ve tanımları var. Ben hukukçu olmadan ve hukuk disiplini içinden değil, siyaset ve aktif yurttaş dilinden düşündüğümü ve yazmaya çalıştığımı peşinen belirtmeliyim.

Anayasal vatandaşlık tanımı ve gerekleri üzerinde genel bir mutabakat üretemez ve yasal gereklerini düzenleyemezsek Kürt meselesi de türban meselesi de dahil günümüzün kimlik problemlerine sağlıklı bir çözüm üretmiş olamayız.

Anayasal vatandaşlık kavramının beş unsuru var bana göre. Bu beş unsur olmazsa olmaz gerekler ve birisinin eksik bırakılması kimlik ve yurttaşlık sorunlarının sağlıklı çözüme götürülemeyeceği demek bana göre.

Birinci unsur, herkesin kendi kimliğini seçme hakkının tanınması. Herkes din, inanç, dil,  kültür, siyasal, cinsel ve benzeri her türden kendi kimliğini seçme hakkına sahiptir. Doğuştan gelen etnik köken, anadil veya cinsiyet gibi kimlikleri kendi iradesiyle yaşamak, kendini ait hissetmek veya hissetmemek bireylerin kendi iradelerindedir. Dini inanışını, siyasal fikrini, hayat tarzını herkes kendi özgür iradesiyle seçebilir. Bu seçim ne yasaların ne çevrenin ne de diğer o kimlik grubu üyelerinin iradesine, kabulüne, onayına veya reddine bağlı değildir, olmamalıdır. Türk veya Kürt olmadan birisi Türk veya Kürt kimliğine kendini ait hissedebilir, öyle yaşayabilir. Kocasına veya atasına bağlı olmaksızın bir kadın da kendini ait hissettiği kimliği seçebilir yaşayabilir. Tıpkı dini inancına göre yaşamak isteyen birisi yaşayabileceği, örtünebileceği gibi başka birisi de kendi inancına göre bir hayat tarzı içinde olabilir, istediği gibi ibadetini yapabilir veya giyinebilir.

İkinci unsur, herkes seçme hakkı kadar bir kimliği reddetme veya ait hissettiği kimlikten vazgeçme hakkına da sahiptir. Tıpkı seçme hakkı gibi reddetme, vazgeçme hakkı da yasaların, kamu düzenlemelerinin, çevrenin, diğer gruba ait olanların onayına, kabulüne ve düzenlemesine tabi değildir. Herhangi bir zamanda herkes tercihlerinde ve kendini ait hissetme duygusunda veya fikrinde değişiklik yapabilir ve bir önceki aidiyetlerinden, yaşam biçiminden, davranış kalıplarından vazgeçebilir. İster düşünce ve fikirlerimiz olsun ister yaşama biçimlerimiz olsun vazgeçilmez, ömür boyu üstümüzde taşımak zorunda olduğumuz şeyler olmayabilir. Bu hakkın her bir bireyin kendi iradesine bağlıdır. Vazgeçiş, bir kamu otoritesinin, kocanın, babanın, grup hiyerarşisinin karar değil bireyin kararı ve hakkıdır. Tıpkı bir sendikaya veya partiye ait olmak ve istenildiğinde istifa edebilmek hakkı gibi bireyler kendi kimliklerini ve yaşam biçimlerini seçme ve istediklerinde vazgeçme hakkına sahip olabilmelidirler. Devletin ve anayasanın sağlaması gereken şey bireylerin bu haklarını özgürce kullanabilmelerin yasal altyapısını oluşturmaktır.    

Üçüncü unsur, seçilen kimliğin özgürce yaşanabilmesidir. Herkes seçtiği inancın, kültürün, fikrin, tercihin gereklerini istediği gibi yaşayabilir. O fikri, o kültürü yaşatmak, geliştirmek için uğraş içinde olabilir. Özgürce örgütlenebilir, taleplerini dillendirebilir, o talepler için siyasette etkileme, ağırlık koyma yollarını kullanabilir. Devlet ve anayasa bu koşulları sağlamakla mükelleftir.

Dördüncü unsur, hiç kimse kendi seçtiği kimliği üzerinde diğerlerinden bir baskı hissetmemelidir. Gizli veya açık her türlü toplumsal baskı veya yasal düzenleme olmamalıdır. Aksine yasalar toplumsal baskılar, mahalle baskılarına karşı herkesin kendi kimliğini seçme ve yaşama hakkının teminatı olmalı, gereken düzenlemeleri taşımalıdır.

Beşinci unsur da hiç kimse yasalardan veya gündelik hayatın içindeki gerçekliklerden, vakıalardan diğerlerinin kimliklerini seçme ve yaşama hakları üzerinde bir baskı gücü alamamalı, üretememeli, hissedememelidir.  Yasalar böylesine avantajlı gruplar, kümeler için gerekli kısıtlamaları taşımalıdır. Sünnilerin Aleviler, Türklerin Kürtler, erkeklerin kadınlar vb. çokluktan, güçten, politik pozisyonundan doğan güç algısına karşı yasalar güçsüzlük algısındaki grupları, bireyleri, korumalıdır.  Güçlü olanın gücünü gösterme ortamı üretilememelidir.

Bu beş unsur bir arada sağlanamadığı durumda ne evrensel insan hakları ne de günümüzün kimlik sorunlarını aşmak mümkün değildir.

Elbette bireylerin ve kimliklerin devletle, kamu hizmetleriyle ve diğer kimlikler ile ilişkileri boyutu da var meselenin. O boyutlar hakkındaki düşünme eksersizine de bir daha ki yazı da devam edelim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.