Dün Genel Kurmay Başkanı konuşmasında KONDA’nın “toplumsal yapı araştırmasına” atıfta bulundu. Okuyucuyu bu konuda biraz daha bilgilendirmek amacıyla özetleyeyim.
Toplumsal yapı araştırması 48.000 denek ile yüz yüze görüşülerek, ülkemizdeki etnik ve dini aidiyetleri ortaya çıkarmaya çalışan, sade yurttaşların kimlik, yurttaşlık meselelerine bakış ve kanaatlerini anlama amacıyla yapıldı.
Araştırmada sorgulanan meselelerden birisi de Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olmak için nelerin şart olduğuydu. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olmak için “etnik köken olarak Türk olmak”, “Müslüman olmak”, “etnik kökenine bakmaksızın Türkiyeliyim demek” ve “Türkiye’yi seviyor olmak” ayrı sorularla sorgulanan unsurlardı.
Halkın % 82’si yurttaş olmak için “Türkiye’yi sevmek şarttır” cevabını vermiştir. “Etnik kökene bakmaksızın Türkiyeliyim demek şarttır” diyenler % 64, “Müslüman olmak şarttır” diyenler % 54, “Türk olmak şarttır” diyenler % 46 oranındadır.
Buradan görülen, ülkemiz insanının Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı için kökenden daha çok duygu ve inancı öne çıkardığıdır. Bu aynı zamanda hala bu ülke insanlarının bir arada olma arzusunu göstermektedir. Son 30 yılın çatışma ortamında Genel Kurmay Başkanının özetlediği gibi 45 bine yakın cana malolmuş, Cemil Çiçek’in bir demecinde söylediği gibi bir trilyon dolar harcanmış ve hala çözmek için elimizde toplumsal mutabakat üretilebilmiş bir projenin olmadığı Kürt sorununu konuşuyoruz. Daha önce de yazmıştım, bu ülkenin sade yurttaşları, gündelik hayatında bakkalını ayırmadı henüz. Kızının, oğlunun evliliğinde etnik köken ya da din sorgulayanlar varsa da, hala büyük çoğunluk bunları önemsemiyor. Birbirinin camisine, cem evine, ibadethanesine sade yurttaşlar saygılı hala. Yalnızca bu üç gösterge bile bu ülkenin insanlarının derin ortak yaşama arzularının göstergesi.
Fakat biz hala sorunu terör sorununa rehin ederek konuşmaya çalışıyoruz. Sorunu terör sorunundan ayrı düşünmeyi becerebilirsek daha kolay uzlaşma ve çözüm yolları üretebileceğiz.
Sorunun dinamikleri değişiyor
Terör problemi üzerinden düşünmek ve tartışmak sorunu görmemizi, anlamamızı ve çözüm üretmemizi engelliyor. Terörün sonuçları yalnızca kayıplar değil, asıl hasar toplumsal hafızamızda ve sorunun dinamiklerinde değişimde oluşuyor.
Sorun giderek katman değiştiriyor. Devlet ile Kürt yurttaşlar arasındaki sorun giderek toplumun iç sorunu haline dönüşüyor, hatta dönüştü bile. Sorunun gündelik hayata yansımaya başlaması başka potansiyel tehlikeler için ama en önemlisi gündelik hayatın içinde toplumsal çatışmalar için zemin oluşturuyor. Bu da yukarıda söylemeye çalıştığım, sade yurttaşların ortak yaşama iradelerinin zayıflamasını tetikliyor. Öyle ki, sorun tümüyle bu hale dönüşürse o gün çözümün çok ama çok daha zor olduğunu bilmeliyiz.
Sorunun toplumsal psikoloji açısından bir başka boyutu daha da dikkat çekici. Her hangi bir sorunun çözümsüz kalacağı ve süreceği algısı ve beklentisi bizatihi sorunun tetikleyici dinamiği olabilir. İşlerimizde, özel hayatımızda, ülke hayatında da çözümsüzlük beklentisinin sorunun çözümüne nasıl engel olduğunu hepimiz biliriz. Kürt sorununda da tüm yaşananlardan sonra bile siyasetin bir çözüm üretemeyeceği beklentisi, en azından bugünden itibaren, sorunun kendi iç dinamiği haline dönüşüyor. Özellikle Kürt yurttaşlarda gelişmekte ve büyümekte olan bu çözümsüzlük algısı kendi başına dağa çıkmaya kadar varacak öfke haline neden oluyor olabilir. Belki de Genel Kurmay Başkanının dağa çıkmaların önüne kesmek için görev siyasetçilere düşüyor vurgusunun nedeni, bu öfke halini gözlüyor oluşudur.
Söylemeye çalıştığım, Kürt sorunun başlangıç nedenleri ve iç dinamikleri ne olursa olsun bugünkü sorunun tanımı, iç dinamikleri ve dolayısıyla da çözüm yolları değişmektedir. Kaybedilen yıllar ve ödenen bedellerden sonra sorunu 30 yıl önceki hali ile tartışmak bir başka çözümsüzlük nedeni olacaktır.
Genel Kurmay Başkanının dünkü konuşması, entelektüel referansları da olan bir açılımdı. Söylenenlere katılmak, katılmamak meselesinden daha önemlisi “tartışalım” denmesi, bilimsel ve entelektüel referansların açıkça verilmesiydi. Keşke böyle bir açılımı iktidar ya da muhalefet partileri yapabilse, keşke bu tartışmalar TBMM çatısı altında yapılabilse, sorunlarımızın çözüm zemininin siyaset olacağını anlayabilmiş olsaydık.