Yeni yılın siyaset falları

“T24.com.tr” haberinden okuduğum kadarıyla “CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen, Türkiye artık AKP iktidarını taşıyamıyor, bu iktidarın son kullanma tarihi geçmiştir, bunun çaresi de demokrasi içinde bulunur, çıkış yolu seçimdir” demiş.

Son on beş gündür erken seçim lafı edilmeye başlandığına göre 2010 yılının gözde tartışmalarından birinin erken seçimin olacağı anlaşılıyor.

Tabi kadim siyasi tartışmalarımız olan Kürt meselesi ve siyasal İslam meselesi yine hayatımızın her alanını ve anını kaplamaya devam edecek. Bu vesileyle okuyucuya da bir soru: Kurulduğu andan başlayarak 86 yıl boyunca süren ve bir mutabakata veya çözüme ulaştırılmayan böylesi iki temel meseleyle yaşamaya devam eden bildiğiniz bir başka devlet var mı?

Bu iki meselenin ülkenin ve devlet hayatının dip dalgası olarak yüzeydeki her şeyi de etkilemeye devam edeceği anlaşılıyor. Çünkü öncelikle Kürt meselesinde bir çözüm umudu ve hatta çözüm iradesi de ortada görünmüyor. Siyasal İslam ya da irtica tehlikesi (hangi kutuptan bakıyorsanız adlandırma tercihini size bırakıyorum) ve bunun ürettiği kaygılar, korkular, paranoyalar öyle bir hale geldi ki bu mesele Kürt meselesini de rehin almak üzere. Matruşka gibi iç içe hale gelmiş iki meselemiz ülkenin tüm geleceğini rehin almış durumda. Fakat dip dalganın üzerine oturmuş ve güncel her şeyi pençesine almış kutuplaşmışlık hali daha da içinden çıkılmaz hale dönebilir görünüyor.

Kurumlar arası güvensizlik ya da iktidar kavgası ya da kurumları ele geçirme savaşı (yine hangi kutuptan baktığınıza göre adlandırma tercihini size bırakıyorum) öyle bir aşamaya yaklaştı ki ciddi ciddi “ya silahlar patlarsa” yazıları okuyoruz.

Ben gündelik hayatta her an, her hangi bir yerde, her hangi bir nedenle, her hangi bir etnik köken farkından veya inanç farkından, belki de işsizlik öfkesiyle belki de açlık çaresizliğiyle kıvılcımı çakılacak bir toplumsal gerginlikten korkuyorum açıkçası. Çünkü böyle bir kıvılcım, o andaki gerçek nedenden dönüşerek var olan toplumsal gerginliği çatışmaya çevirme potansiyeli taşıyor. Ama medyadaki yorumlardan anlıyoruz ki, belki de devletin resmi görevlilerinin yine bir başka resmi görevliye ilk atışıyla sokak savaşına tutuşacağız.

Olan bitenlere siyasi aktörler üzerinden bakınca da doğal olarak bu kötü gidişin çözümü iktidarı değiştirmek, bunun yolu da seçim. Neyse ki normal süresinde yapılırsa en geç 18 ay kaldı da iktidar değişikliği için başka yollara bel bağlamadan seçim konuşmaya başlayacağız. Bu da bir kazanç sayılır siyasi hayatımız için.

Daha önce de yazmıştım çeşitli kereler, kutuplaşma hali tüm kurumları asker ve hukuk da dahil pençesine almış durumda. Dolayısıyla son aylardaki hiçbir kararın ya da açıklamanın yasal veya teknik olarak doğru olduğunu düşünmüyorum ben. Şu anda hukukta da tüm kurumlarda da alınan kararların, yapılan işlemlerin tümü siyasidir ve bu halin de daha da sertleşerek süreceğini öngörebiliriz.

Dış dinamiklerin ise ülkedeki bu kargaşayı ne yana doğru etkileyebileceğini öngörmek güç. Yine bugün T24 yazarlarından Mete Çubukçu’nun yazısını okursanız Türkiye ve çevre ülkeler için gerginlik vesilesi olacak ihtimaller yüksek görünüyor.

Öncelikle iktidarın normal süresinden önce seçim isteyeceğini düşünmüyorum ben. Böylesi bir milletvekili çoğunluğu yakalayamayacağını öngörerek bu çoğunlukla son güne kadar gitmek isteyecektir. Bu durumda da iktidar partisinden ayrılma dedikodularını hatta parti ikiye bölünüyormuş rivayetlerini çokça duyacağımızı öngörebiliriz.  Korkutucu senaryo, iktidarı seçime zorlayabilmek için toplumsal çatışma riskini de kullanarak önce bazı yerlerde sıkıyönetim gereği tartışmaları beklenebilir. 

Sade vatandaş açısından ise giderek umutsuzluk ve öfkelenme halinin artarak süreceğini öngörebiliriz. Bu siyasi tablodan umut bulamayan vatandaş şimdilik nefesini içinde biriktiriyor da üflediği zaman çıkacak fırtına kimleri alt üst edecek henüz bilemiyoruz.

Yazının başlığından da anlayacağını gibi tüm bunlar fal. Hayatın nereye doğru evrileceğini, gelen günleri siyasetin nereye kadar etkileyebileceğini, ülkemizin geleceğinde ne kadar söz sahibi olabileceğimizi kestirmek zor görünüyor. Çözümü ise bence bir tek kişi biliyor: Sade vatandaş.
Cevaba sakın şaşırmayın. Çevrenizde tanıdığınız ve “bu mu” diyeceğiniz binlerce Ahmet, Mehmet olabilir. Ama emin olun ki, elli milyon yetişkin sade vatandaşın ortak vicdanının ve ortak kararının sonucu belirlenecektir her şey ve o ortak vicdanın yanıldığı görülmemiştir. En azından bizim siyasi tarihimizde.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.