Türkiye’de her 4 kişiden 1’i bir markayı asla satın almıyor

12 Kasım 2013 Salı 05:58

dsa

Türkiye’de siyasette yaşanan kutuplaşma toplumsal yaşam alanlarına da yansımaya başladı mı? Konda Araştırma’nın verilerine göre bu tehlike hızla artıyor. Konda Genel Müdürü Bekir Ağırdır, “Bugün Türkiye’de her 4 kişiden biri belirli 1 markayı kesinlikle satın almıyor” diyor. TÜSİAD’ın son YİK toplantısında yaptığı konuşma üyelerce deyim yerindeyse soluk alınmadan dinlenen Ağırdır, işadamlarına önemli bir uyarı yapıyor. Ona göre bundan sonraki dönemde Türkiye’nin yeni Gezi’si tüketici haklarına dair bir konuda yaşanabilir…

 

Bugün kız-erkek öğrencilerin aynı evlerde kalmasını tartışma noktasına gelen Türkiye’de kutuplaşma tüketim alışkanlıklarını da etkiler hale geldi. Bekir Ağırdır, öncelikle kutuplaşmayı tarif ediyor: “20-30 yıldır gündemimizde olan, Türkiye markasının artık birer unsunu olmuş temel meseleler var. 20 yıl önceki bir büyükelçi bugün ülkemize geri gelse bakacak ki yine Kürt meselesi konuşuluyor, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, türban, yeni anayasa konuşuluyor. Bu tartışmalar etrafında pozisyon alışlara baktığınızda seçmenlerin tümü bu meselelerin yanında ya da karşısında kategorik olarak bir taraf alıyor. İnsanlar herhangi bir muhakeme geliştirmeden, şu tarafı doğru, şu tarafı eksik demeden, kategorik olarak pozisyon alıyor. Son olarak Marmaray’da yaşandığı gibi…” Bugün ne seviyeye ulaştı toplumdaki kutuplaşma ve bir endişe unsuru haline geldi? Ağırdır, rakamlarla yanıtlıyor:

 

Kutuplaşma oranı yüzde 60’a yükseldi

“Bu oranlar yüzde 20’lerde olsa, bu her toplumda olabilir. Ama Türkiye’de kutuplaşma yüzde 60’lara kadar ulaşmış durumda. Bir süre öncesine kadar araştırma yaparken kadınlar nasıl bakıyor, gençler nasıl bakıyor diye bakardık. Ama artık yaşlı olmak, genç olmak, kadın olmak hiçbir şey açıklamıyor. Kadına şiddetti meşru gören yüzde 20’lik bir kesim var. Zannedilir ki buların tamamı erkek, ama değil. Kadınların yüzde 20’si, erkeklerin yüzde 22’si şiddeti meşru buluyor. Demografik anlamda bugün iki tane açıklayıcı şey var: Eğitim seviyesi ve siyasi tercih. Toplumsal meselelerin tümüne yaklaşımda siyasi tercihin belirleyici unsur olması çok makul değil. Hangi araştırmayı yaparsanız yapın, siyasi tercihe göre yanıt veriliyor. Örneğin çocuğunuzun hangi mesleği seçmesini istersiniz diye sormuşuz. Bazı meslek kollarını sadece belirli TV kanallarını izlediğini söyleyenler söylemiş. Bazı meslekleri de ana haberi o kanallardan seyredenler hiç söylememiş. Bu tuhaf bir durum. Politize olmaktan farklı bir şey konuşuyoruz. 2008’e kadar 40-45’lerdeydi kutuplaşma, şimdi yüzde 60’lara ulaştı. Ayrışma AK Parti karşıtları ve yandaşları şeklinde.”

 

Kutuplaşma, Konda’nın odaklandığı alanlardan biri. Bu nedenle 6 ayda bir bir Kutuplaşma Endeksi hazırlıyor şirket. Yüzde 60 rakamı da işte bu endeksin son verisi. Peki kutuplaşma anketle nasıl ölçülüyor. Ağırdır yöntemi şöyle anlatıyor: “Ergenekon’dan hakim savcılar meselesine, medyaya baskı var mı yok mu’ya kadar toplumda güncel veya temel tartışma konularında 9 soru soruyoruz. Bu 9 soruyu 6 ayda bir aynı şekilde soruyoruz. Grafiklere baktığınızda toplum iki ayrı toplum gibi açılıyor. Şu anda bir tarafta yüzde 35, diğer tarafta yüzde 25 olmak üzere yüzde 60’a geldi kutuplaşma oranı. Yani bugün Başbakan bir yeni öneri getirse, toplumun yüzde 35’i hiç sorgulamadan kategorik olarak o önerinin yanında duracak, yüzde 25’i de hiç ne getiriyor ne getirmiyor demeden karşı duracak. Bu durum, iki farklı görüş arasında karşılıklı iletişimi yok edip her iki kesimi de yalnızlaştırıyor.”

 

Kutuplaşmanın en önemli risklerinden biri toplumsal uzlaşma ortamını daraltması. Yeni anayasa çalışmalarının tıkanmasını buna örnek olarak gösteriyor Ağırdır. Bir başka önemli tehlike ise yaşam kalitesinin azalması. “Çünkü kalite, muhalif görüşlerin eleştirileri ile artar” diyor Ağırdır ve ekliyor, “Baksanıza son 2 yılda her şeyi torba yasalarla hallediyoruz. Çünkü her yeni öneri ya alkış ya da itiraz getiriyor, o zaman ortada oyun kalmıyor, iki tribün birbiriyle yarışıyor.”

 

Farklı siteler, farklı hastaneler, okullar…

Türkiye’de her partinin yenilenmesi gerekiyor ama kutuplaşma bunu engelliyor. Ağırdır devam ediyor: “AK Parti’nin de kurulduğunda koyduğu hedefler bitti, 2011’den beri bunun sıkıntısını yaşıyoruz. Yenilenmeye ihtiyacı var. Ama siyaset kutuplaşmanın getirdiği hazır, garanti oydan vazgeçmek istemiyor onun için bu yapıyı devam ettiriyor.” Gezi olayları sonrası, seçimler öncesi bu dönemde ise iş Ağırdır’a göre kutuplaşmadan “şeytanlaştırmaya” dönüştü.”

 

Kutuplaşma sadece siyasette kalsa, tolere edilebilir ama Ağırdır’ın dikkat çektiği konu, bu kutuplaşmanın toplumsal yaşama da giderek daha fazla sirayet etmesi… Bugün tüketim tercihini o ürünün kalitesi, fiyatı gibi özelliklerine göre değil, o ürünü üreten şirketin sahibinin kendisi ile aynı ‘tarafta’ olup olmamasına göre belirleyenlerin oranı yüzde 25’lere yükselmiş. Ağırdır, “Şu karşı markete gittiğimde, ürünün kalitesini değil de patronun siyasi pozisyonundan bir durum oluşturuyorsam bu problemdir. Biz yaptığımız araştırmalardan görüyoruz ki, her 4 tüketiciden biri ‘ben evime asla sokmam’ dediği bir marka söylüyor bugün. Bunu şeker oranı ya da çocuk işçi çalıştırıyor diye değil, iktidara yandaş ya da karşıt diye yapıyor. Bu problemdir çünkü siz tercihinizi o ürünün kalitesine göre yapıyorsanız, şirket kalitesini yükseltecek yatırım yapabilir. Ama şirket sahibinin politik konumuna göre bir tercih söz konusu ise ne yapılacak? Allahtan siyasi kutuplaşma yüzde 60’larda ama toplumsal kutuplaşma şimdilik yüzde 25’lerde ama farklı hastaneler, farklı siteler, farklı kargo şirketleri, farklı tatil köyleri söz konusu… Hangimiz bunu inkar edebiliriz” diyor.

Peki iş dünyası bu kutuplaşmanın ne kadar farkında? Ağırdır, “Çok farkında değil sanıyorum” diyor ve devam ediyor: “İş dünyası meseleler üzerinden pozisyon alabilse ülkeye çok büyük katkısı olacak. Örneğin yeni anayasa… İş dünyası ticaret kanunu değişikliği kadar siyasete yeni anayasayı yapmaları için de baskı yapmalı. Kanaat önderleri, sermaye de dahil, ülke hayatının yeni tanzimi için taraf olmaları lazım. Bu bir partiden yana ya da karşı olmak değil, bir meseleden yana taraf olmaları lazım. Böyle yapmadıklarında tarafsız kaldıklarını sanıyorlar ama eskinin devamından yana tavır almış oluyorlar.”

 

Gezi olayı gösterdi ki toplumsal riskler göz ardı edilmemeli

“Daha hızlı, daha karmaşık, daha çok aktörü olan bir dünyadayız bugün. Çevre meselesi, tüketici hakları meselesi ve kadın meselesi bu yeni hayatın yarattığı yeni duyarlılıklardan.Tüketici haklarına siyasi duruşunuzla nasıl bakabilirsiniz? Her problem gerilim haline dönüşüyor bugün Türkiye’de. Çevre, tüketici hakları ve kadın meselesinin Türkiye’de yeni bir muhalefet alanı yaratacağını öngörüyorum. Tüketici hakları burada önemli. Bu topraklarda bin yıldır örgütlenme sadece danışma temellidir, hak temelli değildir. 150 bin sivil toplum örgütünün 120 bini dayanışma temellidir. Hak temelli örgütlenme yok çünkü hak temelli her hareket kıyılmış. Ama bunun değişmeye başladığı noktadayız. Burada en yakın konu da tüketici haklarıdır. Ben Denizli’de elektrik faturalarını 5 TL azaltacak bir hareket başlatır ve başarılı olursam, burada binlerce kişinin hayatına dokunan, başı açık kapalı, Kürt,

Türk hiçbir ayrım olmadan herkes için faydalı bir şey yapıyorum. Bu, negatif direnci patlatabilir. Ama burada şirketler açısından bir tehlike var. Şimdiye kadar devletten talep edilebilirdi, halbuki şu anda hedef alınabilecek şirketler var. Bir yatırımdan vazgeçirmek ya da bir uygulamayı değiştirmek için ya tüketiciler toplanıp harekete geçerse… Çok az şirketin başına böyle bir şey gelirse hareket senaryosu olduğuna inanıyorum. Dolayısıyla Gezi gösterdi ki böyle bir risk var. 28 Mayıs sabahi bir genel müdür ofisinde duruma bakınca, raitingler artmış, ekonomi iyi gidiyor, açılım var, her şey güllük gülistandı, hiçbir siyasi risk yoktu. Ama kim tahmin ederdi ki 5 günde bunlar yaşansın… Şirketler anlamalı ki toplumsal riskleri, insan haklarını, tüketici haklarını dikkate almak zorundalar. 5 yıl sonra tüm bir sektörün çalışanları asgari ücretle çalışıyor olamayacak…”

 

Yaptığı ikinci alkol araştırması henüz ambargolu

Konda, toplumu okumak için düzenli araştırmalar yapıyor. Bu araştırmaların sonuçlarını, abone olan şirket ve kurumlarla paylaşıyor. Son dönemde toplumsal yapıdaki değişimle, araştırma sonuçlarını talep eden şirket sayılarında artış olmuş. Sorunları nasıl çözüyoruz (uzlaşarak mı davayla mı), gelecek deyince ne anlıyoruz (2 yıl mı 20 yıl mı), ideal gelecekten ne anlıyoruz, nelerden korkuyoruz gibi konularda veriler sunuyor Konda araştırmaları. Konda 2011 Şubat ayında ilk alkol düzenlemesi sırasında da bir araştırma yapmıştı. Bu araştırmaya göre Türkiye’de “alkol içiyor” denenler 18 yaş üstü 52 milyon yetişkin nüfus içinde yüzde 23 seviyesinde. Bu oranı oluşturanlardan her gün içenler yüzde 1,2, haftada bir içenler 5,7, “ayda bir içerim” diyenler yüzde 7, “40 yılda bir içerim” diyenler yüzde 9,2. Konda son alkol düzenlemesinin ardından da bir araştırma yapmış ancak o araştırmanın sonuçları henüz ambargolu. Ağırdır, “Araştırma sonuçlarını 1 yıl sonra kamuya açıklayabiliyoruz, gizlilik anlaşması var, abonelerimiz bu verilerle stratejilerini kurguluyor” diyor.

 

Karşılıklı beslenemediğimiz için hayatımızda kalite problemi var

“Ben avukatımı çağırıyorum, müşteri sözleşmelerini nasıl yapalım diye soruyorum. O bana  ideal doğruyu söylemek durumda. Ama ben genel müdür olarak her müşteriye o koşullarıkabul  ettiremem, yani ben yapılabilir olanı yapıyorum. Sonra bir problem oldu müşteri ile. Avukat arkadaşıma dava açalım dedim. O da “Ben söylemiştim, o zaman niye yapmadın?” diyebilir mi. Avukat bana her zaman ideali söyleyecek, ben her zaman yapılabiliri yapacağım. İktidar ile muhalefet, kanaat önderleri, sivil toplum örgütleri, işdünyası dernekleri arasındaki ilişki de böyle olmalı. Onlar ideali her zaman söylemeli, doğrudan yana pozisyon alıp siyaseti zorlamalı ki en iyiye doğru gidebilelim. Birgün söylediğiniz eleştiriye Başbakan kızabilir ama bu diyaloğun olmaması, bu ilişkinin kopması doğru değil. Her iki tarafın da bunu anlaması gerekiyor. Karşılıklı beslenemediğimiz için hayatımızda bir kalite problemi var.”

 

19 milyon gencimizden sadece 2 milyonu Y kuşağı

“Gençlik araştırmalarımız gösteriyor ki 19 milyon gencimizin içinde Y kuşağı olarak kodlanan, o özelliklerde gençlerin sayısı 2 milyondur. Bu 2 milyon genç iş hayatında evet hemen kariyer basamaklarını tırmanmak, inisiyatif istiyor ama kalan 17 milyon genç için öncelik, gelecek garantisi. Gezi, Y kuşağının ürettiği bir mesele değildir, yeni hayatın dinamiklerinin ürettiği bir olaydır. Gezi’yi ben kuşak farklılığı ile açıklamıyorum.”

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.