– Türkiye dün yeni cumhurbaşkanını ilk kez halkoyunda seçmenin dışında başka ne mesajlar verdi?
Bu üç seçimlik bir seçim rallisi, biz şimdi ikinciyi geçtik. Önümüzde en geç 8 ay sonra yapılacak bir de genel seçim var. Bu üç seçimin adaylardan ve partilerden bağımsız olarak Türkiye için özel bir anlamı var. Türkiye’nin devlet nizamı, yönetim nizamı ve hukukunun bugünkü hayata yetmediği açık. Buna ister Kürt meselesi diye bak, ister yolsuzluk diye bak, ister çete-paralel yapı diye bak ya da Gezi diye bak. Neresinden bakarsan bak bugünkü hayata mevcut devlet nizamı cevap vermiyor. Çünkü son derece merkeziyetçi, son derece tek tipleştirici, son derece bürokratik. Bu yapı değişmek zorunda. Çünkü hem pratik hayat dayatıyor hem de Kürt meselesi gibi iç ya da Suriye meselesi gibi dış küresel dinamikler de dayatıyor. Artık Türkiye böyle yürüyemeyecek. O zaman bu üç seçimde oluşacak kadrolar 2015’ten sonraki yeni Türkiye’nin tanımına dair ipucu verecek bize. Türkiye bu reformu nereye kadar, hangi ilkeleri baz alarak ve hangi siyasetin öncülüğünde yapacak? Bu seçimlerde bunu belirliyoruz.
BEŞİNCİ BİR PARTİ İHTİMALİ PEK YOK
– Üç seçimlik bir ralli dediniz. İlk ayağı olarak da 4 ay önceki yerel seçime işaret ettiniz. Neden önemli 30 Mart?
30 Mart’ın da teyit ettiği üç tane temel karakteristik durum var. Bir, Türkiye siyaseti konsolide oldu. Yani bu 4 partiye kilitlendi. Ve muhtemelen önümüzdeki 5-10 yıl da böyle gidecek. Bir beşinci partinin öyle kolay kolay bunların arasına girme ihtimali pek yok. Somut rakamla konuşalım. 2002’de parlamento dışında kalmış partiler yüzde 45’di, 2007’de yüzde 15’e düştü, 2011’de daha da altında, 30 Mart’ta yüzde 5’e düştü. Şu anda bizim araştırmamıza göre ise yüzde 2. Bu 4 parti diğer partileri içine çekiyor ve ağırlıklı olarak da Ak Parti çekiyor. Yani ‘Efendim Abdullah Gül parti kurar mı, AK Parti çatlar mı ya da CHP bölünür mü’ soruları üzerinden konuşursak, bu tür ihtimaller yok.
– Başka ne oldu 30 Mart’ta?
30 Mart’ın teyit ettiği ikinci temel karakteristik şu; bu dört parti de giderek birer kimliğin temsilcisi partiler haline dönüştü. AK Parti dindarların, muhafazakârların partisi deyin, CHP laikçilerin, sekülerlerin ya da endişeli modernlerin deyin, MHP Türkçülerin, BDP de Kürtçülerin gibi dört tane kimlik siyasetine sıkıştı. Üstelik de bu kimliklerin toplumda sosyolojik olarak da bir karşılığı var. Bu yapılanma suni bir durum değil. Eskiden kimlikler partilerini iterken, giderek partiler kimliklerini manipüle eder ve o sosyolojik tabanlarını biçimler hale dönüştü.
CHP’NİN YARIDAN ÇOĞU DEMOKRAT
– Bu analizden yola çıkarsak CHP’nin bütün tabanı mı laikçi ya da birilerinin ileri sürdüğü gibi darbe yanlısı?
Hayır, öyle değil. CHP’nin bütünü bir kere daha özgürlükçü bir pozisyon alıyor, yarıdan çoğu da demokrat aslında. Ama CHP’nin izlediği politikalar onları bir yere doğru kilitliyor. Ya da AK Parti bütün oyu sadece dindar olma karakterinden almıyor. Ama AK Parti sahip olduğu güçle ve Tayyip Erdoğan’ın liderlik marifetleriyle giderek o kimliği ötekilere karşı galeyana gelmiş, kendi ulaşmak istedikleri önünde engel gören bir ruh haline dönüşüyor.
– Sadece Cumhurbaşkanlığı seçimi özelinde konuşursak, çatı adayı da HDP’nin adayı da o sizin bahsettiğiniz kimliklerin dışına çıkan daha kapsayıcı mesajlar vermeye çalışmadılar mı?
Evet, doğru.
– Neden işe yaramadı o halde?
Çünkü yaraması için vakit yoktu. Bir de şu var, demin saydığım 30 Mart’ın teyit ettiği üçüncü karakteristik, yani kimlikler arasındaki kutuplaşma var. Farklı dozlarda olabilir. Türk-Kürt, Sünni-Alevi ya da İslamcı dindar- endişeli modern şeklinde olabilir. Giderek daha çok hayat tarzı kutuplaşması var. Bunu okuyan şu anda hafızasını yoklasın, görecek ki kendi hafızasında ‘muhalif’ olarak tanımladığı ve ‘Asla kullanmam’ dediği bir ürün var. Ticari ürünleri bile giderek siyasi tercihlere göre oturtmaya başlamışız.
– Cumhurbaşkanlığı seçiminin kendine özgü bir karakteri olsa da kaba bir analizle AK Parti 30 Mart’ta daha iyi bir performans sergilemiş olmadı mı?
Konsolidasyon, kimlikler arasında sıkışma ve kutuplaşma Gezi’den sonra Tayyip Erdoğan’ın da marifetiyle başka bir biçime daha dönüştü. Cumhurbaşkanlığı seçimini de asıl o belirledi. Bu kutuplaşma ‘Tayyip Erdoğan yandaşları ve karşıtları’ diye yepyeni ikili bir siyasi kimlik üretiyor. Tayyip Erdoğan hem liderlik karizmasıyla hem de AK Parti’nin daha organize çalışmasıyla bunu giderek de körüklüyor. Biz 30 Mart’ta 4 kimliğin önüne sandık koymuş olduk. Bu seçimde de o yeni ikili kimliğin sayımını yapmış olduk, Tayyip Erdoğan yanlıları ve karşıtları diye. Bu kadar derin siyasal ve toplumsal bir mesele birdenbire ortaya çıkmadı elbette. Bunun bir de tarihsel perspektifi var. Bütün bu hikâyeyi birdenbire yok saymak, doğru bir aday ya da sloganla aşmak mümkün değil. Daha bütüncül bir yaklaşıma ihtiyaç var.
– Bütün bu faktörlerin normalde 2015’te yapılması planlanan genel seçime etkisi nasıl olur?
Abartı gibi gelebilir ama göreceksiniz Haziran 2015 genel seçiminde artık çok net bir biçimde bir partinin yüzde 80, diğerinin yüzde 5 aldığı iller olacak. Bu normal bir akış değil. Dediğim gibi Cumhurbaşkanlığı seçimini bu yeni oluşan Tayyip Erdoğan karşıtlığı ve yandaşlığı kimlikleri belirledi. Tabii ki alınan 24 milyon oyun hepsi böyle değil. Ama ana belirleyici dalga bu ruh hali. Bir de şu var; Tayyip Erdoğan yandaşları bir özgüvenle, yarına dair bir umut ve iddiayla hareket ediyor. Ötekiler ise bir korkuyla, çaresizlikle ve panikle hareket ediyor.
Erken seçim mümkün
– Bu sonuçtan sonra AK Parti erken seçimi gündemine alır mı dersiniz?
Mümkün görüyorum. Ciddi bir ihtimal olarak görürüm ama olmazsa da şaşırmam. Öncelikle 45 gün süreleri olsa da olağanüstü kurultayı toplamak için 28 Ağustos’u beklemeyeceklerini düşünüyorum. Bugün ya da yarın bile o kararı alabilirler. Sonra da Meclis’in ilk toplandığı gün erken seçim için hamle yapabilirler. Zira bu Cumhurbaşkanlığı seçiminde topladıkları enerjiyi en az yüzde 45-50 bandını genel seçimde sürdürmek için kullanmak isteyebilirler.
AK Parti’nin 4 büyük paradoksu
– Tayyip Erdoğan kutuplaşma siyasetinin dozunu arttırarak sandıkta önemli bir başarı sağladı. Ama bir yanda da küresel düzen içinde Türkiye’yi ilk 10 ekonomiye sokma, bölge lideri yapma gibi büyük iddiaları da var. İçeride bu kadar kutuplaşmış ve birbiriyle kavgalı olan toplum dışarıda bu büyük hedefleri nasıl başaracak?
Kimlik politikaları üzerinden baktığında AK Parti ve Erdoğan’ın 3-4 tane çok temel paradoksu var. Birincisi şu; Tayyip Erdoğan bu kutuplaşma sayesinde oylarını hep yukarıda alıyor, doğru ama dikkat edin 2002-2007 parlamentosunda kaç yasa yaptılar, şimdi kaç yasa yapıyorlar? Bugün yüzde 49 ile gittiği parlamentoda bir sürü konuyu torba yasayla hallediyor. Sayısal çoğunluğuna rağmen neden her şeyi torba yasayla yapıyor? Çünkü o kutuplaşma hayattaki sürtünme katsayısını da arttırıyor.
YÜZDE 40 HÂLÂ GRİ BÖLGEDE
– Kutuplaşan tarafları sayısal olarak tanımlamak mümkün mü?
KONDA’da kutuplaşma endeksi diye bir ölçümüz var. Ona göre yüzde 35 AK Parti yandaşı, yüzde 25 AK Parti karşıtı. Yani toplamda yüzde 60. Gri bölgede kalan, yani hâlâ bu ruhi esaretin içine düşmemiş olan bir yüzde 40’lık seçmen var. Hâlâ bu 21-22 milyon insan bu gri alanda duruyor.
– ‘Kutuplaşma esareti içinde olan seçmen’ ne demek?
Kutuplaşmadan kastettiğimiz herhangi bir meseleyi kendi dinamikleri ve iç boyutlarıyla konuşmak yerine kategorik olarak pozisyon almak. O yüzde 35 köpürdükçe, karşısındaki yüzde 25 de köpürüyor. O zaman da hayattaki sürtünme katsayısına bakın. Her küçük yasa değişikliği bile ne büyük tartışmalara yol açıyor. Tayyip Erdoğan bunu görmüyor mu? Tayyip Erdoğan bugün çıkıp kalemleri artık 11 santim değil 10 santim üretelim dese, bu kadar nötr bir alandan bir şey söylese, yüzde 35 ‘muhteşem’ diyecek. Yüzde 25 de ‘Tayyip Bey bunu söylüyorsa kesin kötüdür’ diyecek.
AK PARTİ KENDİ İÇİNE BÜZÜLÜYOR
– AK Parti’nin diğer paradoksları neler?
İkinci paradoks şu; Tayyip Erdoğan ve AK Parti her eleştiriyi bu kutuplaşma içinden göğüslediği için her eleştiriyi ve muhalefeti düşmanlaştırıyor. Her muhalefeti bir komploya bağlıyor. Üçüncü paradoksa gelirsek. Erdoğan her şeyi bir Batı komplosuna bağlıyor ki bu bizim Türkiye devletinin 100 yıldır hikâyesi. Şu anda bile ders kitaplarında ‘Küreselleşme denen şey Türk kültürünü parçalamak için icat edilmiştir’ diyen bir paragraf var. Beyinlerimiz zaten pelte gibi, bütün dünya zaten Türkiye’ye düşman. Şimdi de Tayyip Erdoğan bu rolü devam ettiriyor. Peki ama bugün Türkiye ekonomisinin yüzde 70’i dış dünyaya entegre. ‘Bütün dünya bize düşman’ demek bırakın siyaseti bu sadece ülkemizde ticaret yapmak isteyen ya da sanatımızla ilgilenen bir Fransız’ı bile etkiliyor. Beş sene önce bir işadamı dünyaya gururla çıkarken, şimdi bir tartışmanın tarafı gibi gidiyor muhtemelen. Bu da bir başka paradoks işte.
Bir dördüncü paradoks da şu; çok ciddi bir biçimde kalite kaybediyoruz. AK Parti de yaptığı işlerde kalite kaybediyor. Mesela yağış oranları ve susuzluk meselesi herkesin malumu. Ama bunu konuşamıyoruz bile. Bir kesim ‘AK Parti yüzünden barajlarda su oranı böyle’ diyor, bir kesim de bu haberi yapan her gazeteciyi paralelin maşası sayıyor. İklim değişikliğini nasıl tartışacak da bir ülke bir ekoloji politikası üretecek? Nitekim de üretemiyoruz.
Toplumsal çatışma riski
– Cumhurbaşkanlığı seçiminden 3 gün önce her zaman yaptığınız gibi kendi araştırmanızın sonuçlarını yayınladınız. Yayınlarken de Tarhan Erdem siyasi uyarı dozu kimileri tarafından ‘ültimatom’ olarak görülen bir mektup kaleme aldı. Bunun arkasındaki motivasyon nedir?
Hem Tarhan Bey hem ben ülkemiz için gerçekten kaygılanıyoruz. Bu kutuplaşmanın yarattığı riskleri her araştırmada görüyoruz. Bugün hangi soruyu sorarsak soralım zaten soruyu daha sorarken yüzde 35-25 dengesinin nerede oluşacağını biliyoruz. Hatta çoğu soruda 55-45 bu böyle sonuç verecek diyoruz. Her araştırma bunu teyit ettikçe de giderek kaygılanıyoruz. Bir toplum ruhen bu kadar ayrılmamalıdır, çünkü ortak yaşama irademiz azalıyor. Yarın sabah hep birlikte aynı kadere uyanacağız ve bu konuda çok samimi kaygılarımız var. Bu toplumda belki dindarlar ve modernler arasında ya da Türklerle Kürtler arasında belki 100 yıldır gerilim var.
– Bugün niye daha kaygılı olmamız gereksin?
Ama bugüne kadar kendini her mağdur hisseden kümenin gerilimi devletle o küme arasındaydı. Bugün değişen bu gerilimin devletle onların arasından yeni bir katmana doğru gelişmiş olmasıdır. Yani bir Kürt ulaşamadığı hakları için artık İzmir’i engel görüyor. Gezi’ye katılıp da ‘Bu parkın geleceğine Ankara’dan Başbakan karar vermemeli’ diye protesto yapan gençlerin bir kısmı Diyarbakırlıların da kendi kararlarını vermesine itiraz var. Tehlike de budur zaten. Bu gerilim giderek ortak yaşama irademizi zayıflatıyor. Tokat’ta HDP’nin kampanya ofisine, otobüslerine saldırı gibi somut örnekler giderek sıklaşıyor. Ya da Gezi’deki palalı gibi tipler ya da Tayyip Erdoğan’ı karşılamaya giden kefenliler. Bu basınç birikiyor ve bir yerde çıkacak. Onun için de siyasi partileri, entelektüelleri, herkesi bir kez daha uyarmak istedik.
Sözü olan bir adaya ihtiyaç vardı
– Çatı adayı İhsanoğlu için ilk başta şöyle düşünenler oldu; din silahını AK Parti’nin elinden alır. Aslı varken benzerini çıkarma derdi de bu sonuca neden olan faktörlerden biri mi?
Bir kere başta bu yaklaşım yanlıştı. Tayyip Erdoğan yandaşlığı ve karşıtlığını verili olarak kabul edip bu verili duruma göre senaryo üretmeye çalışırsanız, bu verili durumu bozmaya çalışmak yerine bu verili durumun içinden bir oyun kurarsanız kaybedeceğiniz açık. Nitekim yerel seçimlerde Ankara ve İstanbul bunu gösterdi. Geçen sene eylülden beri Tarhan Bey de, ben de 50 kere yazdık anlattık. Eğer oyunu böyle kurarsanız kayıp kaçınılmaz. Verili durumu bozmak için bir sözü olan bir adaya ihtiyacınız var. Oluşan durum Ekmel Bey’in kimliği ya da şahsıyla ilgili değil.
– 30 Mart’ta üstü örtük biçimde gündeme gelen, bu sefer ise açıkça kurulan CHP-MHP ittifakının çalışmadığı da teyit edildi herhalde değil mi?
Eğer kümeler arasında sosyolojik bir benzerlik yoksa yukarıdan öyle sizin kurduğunuz işbirliği aşağıda çalışmaz. Türkiye siyasi tarihinde bunun 50 tane örneği var. 2007’de bile ANAP-DYP birleşsin mi tartışması yaşandı. Araştırmalarımızda görüyoruz ki bu tür suni birleşmelerin bir karşılığı yok. Tabanlara baktığınız zaman aslında MHP tabanıyla AK Parti tabanı daha benzer. Eğer iş böyle sadece Tayyip Erdoğan yandaşlığı ya da karşıtlığı üzerinden oluşacaksa o zaman MHP tabanının oldukça önemli bir kesimi Tayyip Erdoğan’ın yanında yer alır. Çünkü onunla aynı değerleri savunan ve aynı hayat tarzına sahip bir aday karşısındaki.
30 MART’TA MHP’YE GİDEN OYLAR ERDOĞAN’A GERİ DÖNDÜ
– Cumhurbaşkanlığı seçiminde MHP oylarının bir bölümü AK Parti’ye mi gitti?
Evet. Şöyle de söylemek mümkün; AK Parti’nin oyu Gezi ve Suriye meseleleri başlamadan önce 2013 Ocak’ında yüzde 53’teydi. Yani bütün bu olaylardan dolayı oy kaybetmedi değil.
10 puan kaybetti ve yerel seçimde yüzde 43 aldı. 17 Aralık’tan dolayı 5 puan kaybetti. O kaybettiği 5 puan MHP’deydi zaten.
– 30 Mart’ta MHP’nin kaptığı 2 milyon oydan bahsediyoruz.
Evet, 2 milyon civarında MHP seçmeni zaten AK Parti seçmeniydi. 17 Aralık’taki huzursuzluğu, tepkisi olan o yüzde 5’i geri aldı Tayyip Erdoğan. Şimdi de oyu 20 küsur milyon zaten, 30 milyona çıkmış değil. Ama mesele şu; Ekmeleddin Bey’e oy verenlerin bir kısmı bugün ‘Hangi ülkeye taşınsam’ diyor. Birisi kendini var hissediyor, bir umut taşıyor, doğru yanlış bir iddia taşıyor. Diğer tarafın ise yarına dair bir umut ve iddiası yok, korkuları var. Genel olarak toplumun ruh halinden baktığınız zaman umut çalışır, korku çalışmaz.
BÖYLE GİDERLERSE CHP İLE MHP 2015’TE TASFİYE OLUR
– CHP ve MHP’yi bundan sonra ne bekliyor?
Bir kere taktik olarak önemli olan birinci turda Tayyip Erdoğan yandaşlığı-karşıtlığı oyununa izin vermemekti. Çatı aday çıkarmak yerine mümkünde 1-2 aday çıkarmaya çalışmaktı. Sonra ikinci turda doğal ittifak nasıl çalışacaksa öyle çalışırdı. Bu üç seçim süreci sadece Türkiye’yi yönetecek kadroları belirlemeyecek, kendi içinde de her parti dönüşecek veya dönüşmeyecek. Dönüşmeyenler Haziran 2015’ten sonra yok olacak. CHP-MHP bu tartışmayı yapabilecekken, iki lider de kendi yetkili kurullarına bile danışmadan bu ortak adayı bulurken bu tartışmayı bu seçimin arkasına ertelediler. Şu 15 gün AK Parti’nin başına kim gelecek onu tartışacağız ama muhtemel ki eylülde hep beraber CHP ve MHP’nin içinde neler oluyor onu tartışmaya başlayacağız.
– CHP içinde bir tartışma başlar ama bu daha ziyade bir liderlik tartışması olur, yani parti çatlamaz. Öyle mi?
Ayrışmasını, ikiye bölünmesini falan beklemiyorum ben. Ama kendi içlerinde nasıl değişmeliyiz tartışması yaşayacaklar. Bu tartışmaya engel olamayacaklar. Bir kere ortada bir somut durum var. Bu sabahtan itibaren AK Parti 28 Ağustos’a ya da eylül sonuna kadar yeni bir genel başkan seçecek, MYK seçecek. Daha Milli Görüş kadrolarından oluşan bir AK Parti olabilir veya daha muhafazakâr demokrat çizgiye gelmeye çalışan bir parti de olabilir kurultaydan sonra önümüzde. AK Parti daha muhafazakâr demokrat bir yere doğru evrilirse, yeni kurulan hükümet dış politikada, AB’de başka açılımlar sergilerse, MHP ve CHP buna bir cevap üretmeden ve değişmeden devam edemezler gibi geliyor bana. Aynen devam etmeyi tercih ederlerse 2015’te tasfiye olurlar.
– Tasfiye çok iddialı bir ifade değil mi?
Tabii biri 90 yıllık, öbürü 50 yıllık iki parti hemen kapılarına kilit asacak demiyorum. Ama seçmen indinde çok ciddi sonuçlar yaşarlar. Burada somut bir örnek vereceğim. KKTC anayasa değişikliği için anayasa referandumu yaptı. Türkiye medyası hiç de ilgilenmedi, kimsenin haberi bile olmadı. Orada bütün partiler ittifak ederek, parlamentoda bütün milletvekillerinin oybirliğiyle onayladıkları, sendikaların ve ticaret odalarının alkışladığı bir değişime seçmen sandıkta yüzde 65 hayır dedi. Bunun gösterdiği şudur; orada insanlar 30 yılın problemlerine bakarak bir umut aşınması yaşıyorlar, bunun sebebi olarak da siyasetçilerin hepsini birden görüyorlar. Bu kıstırılmışlık duygusu, bıkkınlık, geleceğe dair umutsuzlukla sandığa gittiler ve bütün partileri tasfiye ettiler. Sadece umutsuzluk vaat eden ve Kürt meselesi gibi konularda çatışma ima eden politikalar giderek seçmen karşısında sizi marjinalize eder. Kaldı ki AK Parti bu süreçte gerçekten de muhafazakâr demokrat bir yere doğru açılarak, AB’yi öne koyarak tartışırsa, HDP de Selahattin Demirtaş’ın bugünkü söylemini devam ettirirse vatandaşın önünde başka seçenekler beliriyor demektir zaten.