Türkiye ‘alarm’ veriyor

İnci HEKİMOĞLU

Güncellenme : 30.05.2011 08:44

Adeta ‘geri sayım’dayız. 12 Haziran’da seçmen, yaptığı tercihlerle yalnız hükümeti kimin kuracağını değil, kurulacak hükümetin politikalarının da, yeni bir anayasanın yapılıp yapılmayacağının da, yapılacaksa nasıl bir anayasa olacağının da, Kürt meselesinde şu ana dek denenen yolların değişip değişmeyeceğinin de işaretini verecek. Ama seçmenin tercihi, operasyonlar, cenazeler, kasetlerle etkilenmeye çalışılırken bir yandan da asıl odaklanılması gereken sorunlar gerçek zemininden koparılarak, deforme edilerek, gerilim tırmandırılarak başkalaştırılıyor, toplum yabancılaştırılıyor. Bunların başında gelen ‘Kürt sorunu’ ise iktidar partisi ve MHP arasında ‘milliyetçilik’ yarışının getireceği oy sayısına indirgenmiş görünüyor.

KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır’a, yükselen bu gerilimin sonuçlarını, “Kürt Meselesinde Algı ve Beklentiler” başlıklı araştırmalarındaki kutuplaşma tespitinin bugün vardığı boyutları, Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku adaylarını destekleme nedenlerini sormaya gitmiştik. Ama daha çarpıcı bir şey öğrendik. Kürt meselesi konusunda yaptıkları son araştırma vahim tespitler içeriyor. çarşamba günü açıklanacak araştırmanın bize yansıyan kısmı bile deyim yerindeyse gelmekte olan tsunaminin habercisi. Anlaşılan asıl seçim 12 Haziran’dan sonra olacak, asıl seçimi devlet yapacak.

‘Öyle bir noktaya gelmişiz ki, Türklerin yüzde 47’isi yani yarıya yakını komşu olarak bile Kürd’e itiraz ediyor. Kürtlerde bu oran yüzde 22. Bu meselede iki sene sonra eğer hâlâ hiçbir mesafe almazsak ve de bu şiddet dili devam ederse hiç şüpheniz olmasın 2013’te bu yüzde 47’lik oran yüzde 67’ye ulaşacak. ‘Alarm veriyor’ dememin nedeni o’ ‘Kutuplaşma giderek yayılıyor. Şu an da aşağı yukarı yüzde 45-55 oranına ulaşmış bir bölünme var. Ne yaparsanız yapın, ‘Hükümet yargıyı ele geçiriyor’ diyecek bir kesim var, buna karşın ne yaparsa yapsın ‘Hayır demokratikleşiyoruz’ diyecek bir kesim var. Ama bence asıl vahim olanı artık hayat tarzı kutuplaşmasına dönüştü. Özellikle AKP bunu körükledi’

Sitenize girince ilk açılan pencere, hiçbir parti ve siyasi kimlikle ilgili araştırma yapmadığınızı ilan ediyor. Neden buna ihtiyaç duydunuz?

– Bu alan o kadar çok politize oldu ve kutuplaşmanın bir aracı olarak kullanılmaya başlandı ki herkes aynalara kızar oldu. Türkiye’de araştırma denince seçim tahmini sanılıyor. Bir parti için araştırma yapsanız, diğer parti tarafından, araştırma sonuçlarına göre “partinin amigoları ve yandaşları” suçlamasıyla karşılaşıyorsunuz. Tersi bir sonuç çıksa, bu kez ötekiler aynı şeyi söylüyor. Biz bu tartışmalardan sakınmak istedik. Dolayısıyla kendimizi daha özgür ve bağımsız hissediyoruz.

Kamuoyu araştırmaları, kamuoyunun tercihlerini etkileyebiliyor mu?

– Buna çok net cevap vereyim, hayır. Bu dünyada da çok tartışılmış. Ama bunu doğrulayan tek bir akademisyenin veya araştırmacının bulgusu yok. Türkiye’de ne yazık ki medyada da siyasetçiler arasında da anketleri, kamuoyunu manipüle edebilmek için çabalayan var. Ama gördüğüm kadarıyla da çok azı anketleri manipüle edebiliyorlar, yönlendirebiliyorlar. Nitekim bir takım anketler öne sürülüyor, ama şirketi bulunamıyor. Demek ki var olan şirketlerin hiçbirini böyle bir manipülasyona alet edememişler.

12 Eylül referandumu sonrasındaki “Kürt Meselesini Yeniden Düşünmek” başlıklı araştırmadan sonra yeni bir araştırma yaptınız mı?

– Evet, gelecek hafta açıklanacak olan  “Kürt Meselesinde Algı ve Beklentiler” konulu araştırmayı yaptık. Önümüzdeki çarşamba günü hem kitabı, hem raporları yayınlanacak.

Önceki araştırmanın sonuçları arasında yer alan çarpıcı tespitlerden biri; “totaliterleşme ve demokratikleşme” eksenindeki kutuplaşmaydı. Toplumdaki kutuplaşma sorunu şimdi hangi noktada?

– Kutuplaşma giderek yayılıyor. Biz her ay bir dizi araştırma yapıyoruz. Şu anda aşağı yukarı yüzde 45-55 oranına ulaşmış bir bölünme var. Bu bir ay yüzde 42-58 olur öteki ay yüzde 47-53 olur ama ikiye bölünme var. Ne yaparsanız yapın, “Hükümet yargıyı ele geçiriyor” diyecek bir kesim var, bun karşın ne yaparsa yapsın “Hayır demokratikleşiyoruz”, diyecek bir kesim var. Zaten kutuplaşma da tam bu demek. Yani muhakemeyi bırakıp pozisyon almak. Ama bence asıl vahim olanı bu artık hayat tarzı kutuplaşmasına dönüştü.

Bunu açar mısınız?

– Mesele sadece siyasi kutuplaşma olsaydı, çözmek daha kolay olurdu. Liderlerin veya partilerin pozisyon değiştirmesi, barışçı bir dile dönmesiyle o tansiyon düşerdi. Ama bu kutuplaşma giderek AKP yandaşlığı- karşıtlığı gibi bir eksene oturdu. Tabi ki bunu besleyen meseleler var. Hayat tarzı üzerinde tehdit algısı hissedenler veya ötekileştirilenlerin tepkisi gibi, birçok dinamik bir arada çalıştı. Medya belki farkında olmadan körükledi ama siyasetçiler, benim gözlediğim kadarıyla bunu bilerek isteyerek yaptılar. Çünkü buradan bir medet umdular.

Nedir umulan medet?

– Altındaki tabanı betonlaştırmak. Özellikle AKP bunu körükledi. Her bir tartışmayı bileyerek isteyerek din referansına getirip bağlayarak, hayat tarzı üzerinde tehdit hissedenleri hep alarm halinde tuttu. Hatta zaman zaman yerinden hoplatacak kadar sinir uçlarına bastı. İster laikçiler- dindarlar, ister muhafazakarlar- laikçiler deyin, bu kesimler arasında bir hayat tarzı kutuplaşmasına dönüştü. Bir de Kürt meselesi etrafında üçüncü bir kutuplaşma oldu. Ama şunu da belirtmek gerekir; her kutup illa öbürünün anti tezi olduğu için orda değil. Mesela sade vatandaş anti laik olduğu için değil kendi muhafazakar değerlerini korumak için orada. Kürtler de kendi haklarının, özgürlüklerinin peşinde oldukları için orda.  Yani her üç kutbun da bulunduğu pozisyon öbürlerinin antitezi  olduğu için değil her birinin duyarlılıkları farklı olduğu için. Ama bir yandan da siyasetçiler ve medya tehlikenin yeterince farkında olmadığı için bu kutuplaştırıcı dil devam ediyor. Siyasi aktörler bir biçimde bu meselede nema buldular. Kendilerince de başarılı oldukları açık. Görüyorsunuz iki dönemdir iktidarda olan bir parti var. Öyleyken seçimlerin sonucu konusunda hiçbirimizin kafasında çok radikal değişiklikler olacağına ilişkin bir beklenti yok. Bu da donmuş bir hal.

Peki bu ‘hal’ hangi sonuçları getirir?

– Bu donmuş halin veya kutuplaşmanın iki büyük tehlikesi var. Bir; giderek birbirimizi ötekileştiriyoruz. Manevi şiddet dolu bir dilden konuşmaya başladık ve giderek bu fiili şiddete dönüşecek, döner. Yarın biri mini etekli diye bir kadına homurdanırken, bir süre sonra küfür etmeye başlayacak, bir süre sonra da jilet atmaya başlayacak. Veya Kürt diye  önce bakkaldan alışveriş etmeyi kesecek ama beşinci gün şiddete dönüşecek. Nitekim böyle küçük kıvılcımlar  yaşadık. Tophane’deki saldırı da bu şiddetin örneğiydi, salon basıldı, eserler kırıldı. Ya da işte bir heykel Başbakan beğenmedi diye kırıldı, kesildi, atıldı.

İkinci tehlikesi; ortak yaşam iradesini kaybederiz.  Bir başka riski daha var. Bu donmuş durumun seçimle değişmeyeceğini düşünenler, siyasi iktidarı ele geçirmek isteyenler ve kendine bu tabloyu etkileme gücü vehmeden herkes meşru- gayri meşru, iç-dış aktörler, bu olağan dışı hali bozmak için olağan dışı şeyleri yapmak zorunda hisseder kendisini. Yani o da işte, Kastamonu’da Başbakanın konvoyuna saldırıdır veya üç gün içinde on kaset çıkartıp bir aktörü etkilemeye çalışmaktır. Onun için bu donmuş hal sağlık işareti değil.

Son araştırmanızda Kürt meselesine yönelik algıda nasıl bir değişiklik var?

– Biz Kürt meselesini çözmediğimiz sürede, meselenin iç dinamiklerinin değişmekte olduğunu ıskalıyoruz. Yani varsayıyoruz ki; 90’larda yapılan “Kürt meselesi” tanımı, 2011’de hala aynı tanıma uyuyor. Kürt meselesi bugün artık, sadece devletle birey arasındaki problem olmaktan çıktı, toplumun iç problemi oldu. Dolayısıyla bugün toplumsal mutabakat üretmeden çözmenin önünde güçlükler var. “Kürt meselesi yoktur”dan, “Var ama ne yapalım”a geldik görünüyor ama asıl mesele bundan sonra hangi yöne evirileceği. Yani; devletle Türkler, Kürtlerin varlığını kabullenecek ama Kürtler kendi alanlarında yaşayacak,  anadil kursu açma, kendi dillerinde türkülerini söyleme gibi bir takım haklarla yetinilecek, biz de üstten bir bakışla onları hoş görmüş mü olacağız? Yoksa ortak kadere uyanan insanlar olarak, ortak hayatı nasıl kurarız mı, diyeceğiz.

Sizce siyasetin dili hangi yönü gösteriyor?

– Ne tarafa evirileceği belli değil çünkü hiçbir siyasi aktörün bir projesi yok. Türkiye’de milliyetçilik sadece varsayıldığı gibi bir partinin tekelinde değil. Sadece MHP’nin tabanı milliyetçi değil, AKP’nin tabanı da en az o kadar milliyetçi. Hatta CHP’nin tabanı da nerdeyse onlara yakın bir duruş sergileyebiliyor. İşte meşhur ‘Habur yol kazası’ denen mesele. Hiçbir siyasetçi çıkıp dürüstçe Denizli’deki, Uşak’taki, Kütahya’daki, İzmir’deki insanlara  “ya onlar da 40 bin can kaybetti. O anaların ‘savaş bitiyor’ diye mutlu olmak hakkı değil mi? Onları anlamamız lazım” demedi. Aksine medyanın abartarak çoğalttığı bir ‘Habur miti’ yaratıldı. Zaten Hükümet’de de o şoven damar var olduğu için geri adım atıldı. Ama bütün bunların toplumda bir yansıması var.  Otuz yıldır, hep ‘şehit’ dili üzerinden, hep hak ettiklerinden fazlasını istiyormuş gibi tanımlanan Kürtler üzerinden üretilen dil nedeniyle şimdi Türklerin meseleye bakışı, Kürtlere göre çok sertleşti.

Bu sertleşmenin boyutu nedir?

– Bugün öyle bir noktaya gelmişiz ki, Türklerin yüzde 47’isi yani yarıya yakını komşu olarak bile Kürde itiraz ediyor, iş ortağı olarak istemiyor veya çocuğunun Kürt bir eşi olmasını istemiyor. Yani Türklerde oran yarıya yakın. Kürtlerde de bu oran sıfır değil, yüzde 22.  Kürtlerde de başka şekillerde ortaya çıkıyor. Bu meselede iki sene sonra eğer hala hiçbir mesafe almazsak ve de bu şiddet dili devam ederse, ise hiç şüpheniz olmasın 2013’te bu yüzde 47’lik oran yüzde 67’ye ulaşacak.  ‘Alarm veriyor’ dememin nedeni o.

Bu yüzde 47’lik kesimin siyasi eğilimleri üzerine tespitiniz var mı?

– Araştırma bulgusu üzerinden somut olarak,  parti tabanları üzerinden söyleyeyim. AKP’lilerin yüzde 47’si, CHP’lilerin yüzde 43’ü, MHP’lilerin yüzde 69’u bu noktada. Sadece panik üretelim diye anlatmıyorum bunları, tersine böyle bir mesele var, uğraşalım diye anlatıyorum. Siyasetçilerimiz bu tür bilgileri kendi pozisyonlarını güçlendirici veriler olarak okumayı tercih ediyorlar ama bu veriler aynı zamanda başka bir hayatı nasıl kuracağımızın da işareti aslında.

Nasıl oluyor da bu sorun, askeri vesayetin kalktığı, demokratikleştiğimiz iddia edilen bir süreçte neredeyse bir arada yaşayamayacağız boyutlara gelebildi?

– İktidarın payı var tabi ki. Elbette aktörler önemli, hem de çok önemli ama gelecek hafta yayınlanacak araştırmanın yorum kısmında şöyle bir tespitimiz var: Herhangi bir meseleyi aktörler üzerinden pozisyon alarak çözemeyiz. Algı ve zihniyet kalıpları var. Dolayısıyla mücadele etmemiz gereken şey bu.

Geldiğimiz noktada Kürt meselesinin tarifinden başlamamız lazım. Kürt meselesinin bir Türkiye’ye dair kısımları var. Yani devletin demokratikleşmesi, yeniden yapılandırılması gibi. Bir de sadece Kürtlere dair olan kısmı var. Önümüzdeki dönemde demokratikleşme, yerel yönetimleri biraz daha güçlendirme ve insan hakları gibi konularda kısmı ilerlemeler olabilir. Ama kolektif haklar konusunda devlet, AKP ve CHP arasında zımni bir mutabakat olduğu görülüyor. Yani önümüzdeki dönem, Kürtlerle ve Kürt siyasetiyle nasıl bir uzlaşma ürettiğimize bağlı olarak yeni gerilimler veya geçici bir rahatlama üretebilir.

AKP sivil itaatsizlik eylemlerine şiddetli tepki gösterdi. Bu önümüzdeki döneme ilişkin ipucu taşıyor mu?

– Bu gerilim tek başına AKP’nin günahı değil. Bunda askerinde, BDP’nin de, PKK’nın da payı var. Bir kere seçime yönelik olarak,  kalıcı politik tavır değişikliklerinden ziyade daha aktüel bir sertleşme var. Bir; AKP’nin milliyetçi bir damarı var, iki ; zaten kolektif haklar meselesinde ideolojik olarak karşı duruyor, üç; muhtemelen açıktan söyleyemedikleri  “Müslümanlık” kimliğini ortak payda görüyorlar.  En azından Kürt siyasetini muhatap almaması, parlamentoda da bu meseleleri tartışmadan çözülemeyeceğini anlamamakta direnmesi, iki yıldır parlamentoda olan BDP grubuyla doğan müzakere yollarını kapatmış olması çok büyük hataları. Bu meselede kilit, bağımsız adaylar. Bu kez artık 20 değil muhtemelen 28 civarında bağımsız aday girecek Meclis’e.

 Bağımsızları bulundukları ‘kilit’ konum nedeniyle mi destekliyorsunuz?

– Kürt meselesi Türkiye’nin bir çok meselesinin önünde en önemli tıkaç. Ama bu sefer motor rolü oynayabilir. Çünkü bu çatışmayı bitirebilmek için yapılacak her reform ruhumuzdaki el frenlerini indirmemize yol açacak. Bir;  kişisel bakışım bu olduğu için destekliyorum. İki;  yürekten şuna inanıyorum: ancak çoğalarak özgürleşebiliriz. Siyasi platformda her farklı fikir örgütlenip, taleplerini müzakere masasında dillendiremezse doğruyu bulamayız. O yüzden ben nerdeyse bütün seçimlerde barajı geçmeleri umuduyla Kürt partilerine oy verdim. Bir üçüncüsü de; Kürt meselesini muhataplarıyla tartışmadan çözemeyiz. Bunun da yolu parlamentoda güçlü bir Kürt siyasetinin olmasıdır. Kolektif haklar meselesini konuşmamız lazım. Bu ülkede bir milyonu aşkın insan Türkçe bilmiyor. Bu insan doktora gittiğinde Kürtçe “karnım ağrıyor” diyebilecek ama  hakimin önüne gittiğinde Kürtçe konuşamayacak. Böyle bir şey olamaz, hayata aykırı. O yüzden keşke parlamentoya 28 değil 50 bağımsız girebilseydi veya keşke BDP doğrudan parti olarak girip yüzde 10 barajını aşsaydı. Ama  2015 seçimlerinde böyle olacağı açık.

Bağımsızların farklı renkleri içinde barındırması, demokratik toplumu yaratmanın da önünü açar mı?

– Bir şekliyle evet ama yetersiz tabi ki.  Bizim bir toplumsal modernleşme problematiğimiz var. Ötekileştiriciliğin olmadığı, şoven damarların törpülendiği daha başka bir toplumsal tasavvura ihtiyacımız var. Bunun da mekanizmaları var. Mesela mahallelerden başlayarak bütün yönetim düzenimizi değiştirmekten geçiyor. Ancak böyle bir müzakere zemininde, Türk veya Kürt, Suni veya Alevi o mahalledekilerin tartışabilmesiyle farklı fikirlere hoşgörü gelişecek.  Burada Kürtlerin Demokratik Toplum Modeli tam bu benim dediğim gibi değil. Orada da bir takım vesayet problematiklerinin olduğunu düşünüyorum. Ama zaten bir anda, hep beraber pür demokrat olmak mümkün değil ki. Bu bir sürecin içinde gelişecek. Onun için  bunlar süreçler ve her birini de kendi başına kıymetli görüyorum açıkçası.

Sorunu kolektif haklar yerine bireysel haklara indirgeme konusundaki ‘zımni anlaşma’ yeni bir anayasa yapmayı mümkün kılar mı?

– En azından seçimlerden önce Tayyip Bey’in yaptığı açıklamalara bakılırsa, varsayıldığı gibi, kökten, yepyeni bir anayasa olmayacak gibi görünüyor.

Görünen o ki, seçim beyannamelerinde, mitinglerdeki konuşmalarında ilk üç maddeyi değiştirmeyerek, geçici bir anayasa ya da 12 Eylül referandumunda olduğu gibi 20 madde yerine belki bu sefer 40 maddelik bir anayasa çıkabilir önümüze. Temel mesele Kürt siyasetinin ne kadar dahil edildiğiyle ilgili olacak. Sadece parlamentoda bir komisyonla ve  550 milletvekilinin oylarıyla anayasa yaparlarsa, yine pratik olarak geçerliliği olmayan, yine içinde birçok gerilimi içinde barındıran bir süreç devam ediyor, demektir.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.