Bugün ülkede derin bir siyasal kutuplaşma yaşıyoruz ve bu kutuplaşma giderek hayat tarzları ve etnik aidiyet kutuplaşmasına dönüşüyor. Öte yandan da Kürt meselesi etrafında şiddet ağırlıklı bir tartışma ve çatışma sürüyor. Toplumsal hayatı iki eksen üzerinden açıklamaya çalışırsak, birinci eksen önce siyasi tercih farklılıklarından oluşurken giderek yerini hayat tarzı farklılığı alıyor. İkinci eksen ise Türk-Kürt ekseni gibi etnik aidiyet ekseni olarak oluşuyor.
Bu kutuplaşma psikolojisi içinde muhakeme yeteneğimizi yitiriyoruz, ötekileştirme psikolojisini tetikliyor ve güçlendiriyoruz, şovenist duygular ağırlık kazanıyor, manevi şiddet dili her şeyi hakim olmaya başlarken, giderek bunun da sınırına gelip gerçek şiddete dönüşme riskini toplumda her gün hissediyoruz, empati yeteneğimiz, konuşma ve birbirini anlama yeteneğimiz azalıyor.
Eğitim sisteminin amacı yurttaşa devletine karşı ödevlerini öğretmek
Bu toplumsal ve siyasal sorunun arka planında eğitim sistemimiz var.
Çünkü bizim eğitim sistemimizin öznesi devlet ve millet.
Eğitim sistemimiz devlete karşı yurttaşın ödevlerini öğretmek üzerine kurulu.
Eğitim sistemimiz farklılıkları yok sayan tek tip yurttaşlar çoğaltmaya odaklı.
Eğitim sistemimiz hayatı sorgulama hüneri kazandırmaya değil, ezbere ve uslu yurttaşlar yetiştirmeye odaklı.
Şimdi elli milyon yetişkinin yarıya yakınının göç etmiş olduğu, medyanın ve iletişim kanallarının bu denli yaygın hale geldiği bir toplumda, insanlar, okullarda ezberlediklerinin tersine her gün diğer farklılıklar ile karşılaşıyor. Farklılıklar üzerine muhakeme yeteneği ve hoşgörü değerlerine sahip olmadığı için de karşılaştığı farklılıkları doğal değil, suni, siyasi ve toplumun-devletin bekasına düşmanlık olarak yorumluyor. Bu duygu hali de çatışmaları çoğaltan bir toplumsal psikoloji üretiyor.
Sıkışmış siyaset, diri sivil toplum
Tüm bu sorunları siyasetin çözmesi gerekirken, giderek siyaset sorunların kaynağı haline geldi. Bir yandan bakarsanız,Meclis çalışıyor, yasalar, kararnameler yapılıyor. Bu açıdan bakınca siyasette tıkanmadan söz etmek yanlış. Öte yandan da neredeyse her bir siyasi karar siyasette ve oradan da toplumda ve gündelik hayatta müthiş bir gerilim ve çatışma potansiyeli barındırıyor.
İşte bu siyasetin sıkışmışlığı yanı sıra, serinkanlılıkla, bilgi temelli bir başka siyaset alanı var ki, o da sivil toplum alanı. Bugün ister yeni anayasa, ister Kürt meselesi, isterse de eğitim meselesinde sivil toplumda müthiş bir bilgi, deneyim, ilişki ve diyalog zeminleri ile kadro birikimi var. Tarih Vakfı da eğitim konusunda çok başarılı projeler gerçekleştiren sivil toplum kuruluşlarından bir tanesi.
Ders kitaplarında insan hakları anlatımları
Tarih Vakfı’nın “Ders Kitaplarında İnsan Hakları” projesi çerçevesinde, yüzlerce gönüllü öğretmenin yürüttüğü ders kitaplarını tarama çalışması sonucu bazı ilginç anlatımları geçen yazımda da not etmiştim.
İşte size Bilgi Üniversitesi akademisyenlerinden Kenan Çayır’ın altını çizdiği tespitlerinden bir demet daha.
İlköğretimde Sosyal Bilgiler Ders kitabından, temel haklar anlatımı: “Aşağıda okuyacağınız olay geçtiğimiz yıl Ankara Kızılay Meydanı’nda yaşanmıştır. Bu olaydan etkilenen Barbaros’un anlattıklarını dinleyelim.
Bugün benim doğum günüm. Babam bana ‘Doğum gününde ne alayım?’ diye sorunca kısa bir süre çok mu pahalı olur diye düşündüm. Ama sonra söyledim. ‘Spor ayakkabısı alır mısın?’ dedim.
Babam ‘Hadi hazırlan, hemen gidip alalım’ deyince beş dakika içinde hazırlandım. Yarım saat sonra TBMM’nin önünden geçerek, Bakanlıklara girdik. Durağa gelince otobüsten indik. Babam son yıllarda Ankara’nın çok geliştiğini, güzelleştiğini ve kalabalıklaştığını anlatıyordu. Ben de beğendiğim ayakkabıya rastlarım diye vitrinlere bakarak yürüyordum. Ama ortalıkta anlamadığım bir durum vardı. Önlerinde kalkanları olan onlarca polis, cadde kenarına dizilmişti. Cadde, trafiğe kapatılmıştı. Ellerinde pankartları olan, yüksek sesle bir şeyler söyleyen kalabalık bir grubun karşıdan geldiğini gördüm. Babam, ‘Oğlum dönelim artık, ortalık karışabilir. Keşke önceden gösteri olduğundan haberimiz olsaydı gelmezdik’ dedi. Ben de ‘Onlar yürüyüp giderler, demokratik haklarını kullanıyorlar’ dedim. Babam ‘Herkes hakkını kullanmakta serbesttir. Ama kamunun canına ve malına zarar vermeden bunu yapmalılar’ dedi. Birkaç saniye sonra kalabalık, kaldırımlara doğru yayılmaya başladı. Bunlardan bazıları kaldırım taşlarını sökmeye çalışıyordu. Bazılarıysa, nereden buldularsa, ellerindeki uzun değnekleri sağa-sola rastgele savuruyorlardı. Biz de korkuyla o sırada önünden geçtiğimiz bir alışveriş merkezine daldık. Başka insanlar da saklanacak yer arıyorlardı.
Babamla birlikte girdiğimiz yerde bir saat boyunca bekledik. Dışarıdaki bağırış, gürültü, patırtı ve şangırtıdan deprem oluyor sandım. Sesler kesilince dışarıya çıktık. Kaldırım taşları sökülmüş, mağaza vitrinlerinin camları kırılmış, birçok arabanın hurdaya dönmüş olduğunu gördüm. Polisler, kadınlı-erkekli on beş yirmi kişiyi polis araçlarına götürüyorlardı.
Babam, ‘Haydi oğlum, eve dönelim. Bu şartlarda alışveriş yapılmaz’ deyince otobüse bindik. Ayakkabının alınmamasına çok üzülmüştüm. Ama yetişkin insanların ortalığı savaş alanına çevirmelerine daha çok üzüldüm.”
Ve okuma parçası arkasından öğrencilere sorulması gereken sorular:
“Bu olayda göstericiler, hangi haklarından yararlanarak gösteri yapıyor? Göstericiler, demokratik haklarını kullanırken, hangi yanlışları yapıyorlar? Barbaros hangi haklarını kullanamıyor? Bu olayda kamu güvenliği ve kamu sağlığı ile ilgili hangi yanlışlar yapılmaktadır?‘Sana yapılmasını istemediğini, sen de başkalarına yapma’ sözüyle bu olay arasında nasıl ilgi kurulabilir? Açıklar mısın?”
Ortaöğretimde Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi der kitabında insan haklarını Allah’ın kullarına bahşettiği haklar olarak anlatım: “Yaşama, sağlık, ibadet, eğitim, ekonomik haklar, düşünce ve inanç özgürlüğü, şahsi hak ve özgürlüklerin başlıcalarıdır. Bunlar insanın insan olmasından kaynaklanan haklardır. Bu hakların olmaması durumunda insanın insanca yaşama imkanı ortadan kalkar. Adı geçen haklar, Allah’ın kullarına hiçbir ayrım gözetmeden verdiği haklardır.”
İlköğretimde İnkilap Tarihi ve Atatürkçülük ders kitabından, kıyafet devriminin gerekçesi anlatımı. “Türkler Osmanlı dönemine gelinceye kadar, tarih boyunca değişik kıyafetler giymişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde ise ülkede birçok milletin yaşaması bu çeşitliliği artırmıştır. Bu nedenle Osmanlı İmparatorluğu döneminde kıyafette birlik olmamıştır. İnsanlar mensup oldukları dine, millete, mesleğe, şehirli ya da köylü olmalarına göre başlık ve kıyafet giymişlerdir. Bu durum, insan ilişkilerini olumsuz etkilemiş ve karmaşaya sebep olmuştur.”