İzmir’de DTP konvoyuna saldırı görüntülerini hep beraber izledik. Peşinden siyaset adamlarının bildik söylemleri tekrarlamalarını da, ekranlarda ve köşelerde yazılıp söylenenleri de. Ayrım yapmaksızın bu siyaset adamlarının ülkenin en can alıcı sorununa yaklaşımlarıyla yarın nasıl bir sabah uyanacağımızı Allah bilir! Medyadaki bazı söz ve yazılara, bilim adamı ya da kanaat önderi olarak boy gösteren, kutuplaşmanın cazgırlarını ise anlayabilmek, yorumlayabilmek, en azından benim için imkânsız.
Yaşadığımız kutuplaşma ve bunun ürettiği karşılıklı güven bunalımının gelip dayandığı nokta, giderek daha da yakınlaşmakta olduğumuz nefret iklimi. Mesele Kürt sorunundan da bağımsız olarak bile kutuplaşmanın bizi nasıl bir felakete yaklaştırdığını ne yazık ki çok az insanın görüyor olması galiba. Hangi sorunu tartışırsak tartışalım bu kutuplaşmış ve giderek bir birini düşman gören ruh hali, tüm geleceğimizi rehin almak üzere.
Kürt sorunu özelinde ise, sorunun giderek değişmekte olduğu, sorunun dinamikleri değişiyor olduğundan sorunun özünün de değişmekte olduğu ne yazık ki hala anlaşılamamış durumda. Kürt sorunu ne 1930’daki, ne 1984’deki, ne 2002’deki ne de Mayıs 2009’daki haliyle aynı.. Her gün yaşananlar, söylenenler, dünyadaki değişmelere de bağlı olarak sorunu etkiliyor ve değiştiriyor. Bunun üzerine birçok şey yazıp konuşabiliriz. Ama sorunun karakterindeki en önemli değişikliklerden ilki başka bir yerde yatıyor.
Özü itibariyle devleti ile yurttaşlarının bir kesimi arasında olan sorun, giderek toplumun iç sorunu haline dönüştü. Yirmi yıl, hatta on yıl önce yalnızca yasal düzenlemelerle çözülebilecek bir sorunken bugün yalnızca yasal düzenlemelerin yetmeyeceği görülüyor. Çünkü toplumun iç mutabakatı bozuldu ve yeni bir toplumsal uzlaşmaya varmadan bu meselenin halledilemeyeceği şimdi ortaya çıkıyor. Ama bu yeni uzlaşmanın önündeki en önemli engel de yaşanan kutuplaşma ve güven bunalımı.
Dolayısıyla ne Kürt açılımı, ne Alevi açılımı, ne Avrupa Birliği, ne de herhangi başka bir sorun, hangi meselemizi konuşursak konuşalım, bu kutuplaşmayı çözmesi gereken siyaset bizatihi kutuplaşmanın körükleyicisi olduğu sürece çözüme ulaşamayacağız.
Bu kritik eşik üzerinde bile genel bir mutabakat oluşturamazken, İzmir’de olanlara ister milliyetçilik yükseliyor, ister Türk açılımı da gerekiyor, ister galiba kutuplaşma varmış (günaydın!), ister DTP kışkırttı, ister gelenlerin karşılama görüntülerine tepki deyin, meşrebinize uygun, kutuplaşmadaki pozisyonunuza uygun seçeceğiniz bir açıklamanı hükmü yoktur efendim.
Çünkü yapılanlar tepki değil suçtur. Olanlar her türden şovenizmin batağına düşmenin sonuçlarının küçük bir ön gösterimidir. Atılan taşlarla, yorumlayanlarıyla, mazur gören ya da tehdit eden siyasetçileriyle, nasıl bir batağa doğru gittiğimiz görmemektir, akıl tutulmasıdır.
Böyle kavgaların kazananı olmaz. Yurttaşlarımızın bazılarının dertlerini çözmek, çözmeye çalışmak taviz değildir, kazanç da değildir. Derdim var diyen yurttaş hain değildir. Konuşmaya bu kadar sade gerçeklerden başlayalım isterseniz.
Derin entelektüel tartışmalara dalmışken odak kayması yaşıyor olmayalım. Konuştuğumuz bu topraklarda beraber yaşama arzusu ve iradesi olanların yarın sabaha dair yeni bir kurallar manzumesinde anlaşmaları gereğidir. Gerisi filmin kötü adamları, kötü sahneleridir. İnanmak ya da inanmamak, filmin yalnızca kötü karakterleriyle eleştiri yapmak ya da filmin bütününü anlamaya çalışmak size kalmış efendim…