Süreç sapak sayarak yürümez
Dünkü HDK açıklaması ve PKK’nın “çatışmasızlık devam ama çıkış duracak” tavrı yine bir dalgalanma yarattı. Süreç durdu mu? Yoksa aktörlerde ayak sürçmeleri mi yaşıyoruz? Ya da sürece dair taktik adımlar mı?
Önce şunu not edelim: Hepimizin kaderini, ülkenin yakın geleceğini belirleyecek böylesi bir süreç yalnızca aktörlerin veya tek bir aktörün hatalarını öne çıkararak yürümez. Yürümemelidir de.
Yazanlar, konuşanlar dahil, aktörler de sözcüleri de kendilerine jüri görevini veya amigoluğu yakıştırıp, puan, adım ve sapak sayarak yürürlerse bu işi çözemeyiz.
Kürt meselesi kutuplaşmanın zihni ve ruhi ambargolarıyla ele alamayız. Meseleye “bilerek, isteyerek” yanlış bakanların ve yapanların dışında serinkanlı ve yapıcı yaklaşmalıyız.
Şunu kabul edelim ki çok yer geldik. Geri dönemeyiz.
Eğer bu kez de başarısız olursak somut yaşayacağımız belalar ve sorunların dışında en büyük olumsuz sonuç toplumsal psikolojide olacaktır.
“Bu sorunu çözemeyeceğiz” inancı bireysel ve toplumsal belleğe ve duygusal dünyamıza yerleşecektir. Bu olumsuz inanç hayata ve ülkeye dair bütün bakışlarımızı karamsarlık yönünde etkileyecektir. Bu da hayata ve ülkeye dair tüm beklentilerimizi olumsuza çevirecektir.
Asıl önemlisi bundan sonrası için yeni çözüm arayışlarının önündeki en büyük psikolojik eşik ve engel bu duygu hali olacaktır.
Şu anda bile dokuz aylık sürecin önündeki en önemli engellerden birisi bu olumsuz beklentinin yaygınlığıdır. Sürecin gidişini tek belirleyen olmayan ama en etkili olan engellerden birisidir bu ruh hali.
Bu inancın bizzat aktörlerinde psikolojilerini ve davranışlarını etkilemekte olduğunu görüyoruz. Aktörler de toplum da “ikircikli” bir ruh hali içindedir.
Umutlanmakla, umutlanmamak, adım atmakla atmamak, karşısındaki güvenmekle güvenmemek arasındaki gidiş gelişler sürtünme katsayısını ve doğal engellerin ağırlığını artırmaktadır.
Kaldı ki zaten aktörler birbirine güvenmemektedir. Bu güvensizlik sürecin başında da vardı, şimdi de var. O nedenle ilk ve öncelikli adımlardan birisi bu güvensizliği aşmanın yollarını ve mekanizmalarını üretmektir.
Görünür mekanizma İmralı ziyaretleri ve oradan alınan mesajlar, mektuplardır. Merkeze İmralı’yı almak doğrudur ama görülüyor ki yetmemektedir. Bu durumda yapılması gereken aktörleri, kanalları ve zeminleri çoğaltmaktır. Sivil toplum dahil tüm kesimlerin aktif ve barışın inşasında taraf olabilecekleri aktör ve zemin çeşitliliğine ihtiyaç vardır.
İkinci hata veya düzeltilmesi gereken şey geleneksel siyaset yapma tarzının dışına çıkılamıyor olmasıdır. Aktörler birbirlerine de kendi taban veya müttefiklerine de medya üzerinden konuşmaktadırlar. Medya üzerinden yapılan konuşmalar doğal olarak iki dilli olmaktadır. Bir yandan karşıdakine bir yandan kendi tabanına seslenmenin ürettiği ikili dil, meselenin çözümüne katkı sağlamadığı gibi güvensizliği pekiştirmektedir.
Üçüncü hata her konuşma, açıklama, röportaj tarafların kendi taleplerini anlattığı bir içerikte değil karşı tarafın niyetlerini okuma üzerinden yürümektedir.
Dördüncü hata ise yine her konuşma kendi taleplerini değil kırmızı çizgilerini karşı tarafta iletme amaçlıdır.
Böylesi kritik hatalarla dolu bir dil ve zemin var olan güvensizliği, ikircikliliği beslemektedir. Daha önemlisi her aktörü kendi pozisyonuna aşık hale getirmekte, kendi söylediklerine kendisi aşık taraflar oluşmaktadır.
Bu zemin ise siyaset ve müzakere zemini değil olsa olsa münazara zemini üretebilir.
Kaldı ki meselenin geldiği noktadaki karakteri icabı böyle bir süreç düz bir hat üzerinde de yürümez. Bu kadar çok boyutun, katmanın, aktörün, dinamiğin bir arada çalıştığı sürecin içinde her gün ayak sürçleri olacaktır. Kritik şey ayak sürçmelerinin olup olmaması değil, aksamaları nasıl ele aldığımız, yorumladığımız ve karşı aksiyon aldığımızdır.