Şoven zihniyet ve slikozis

Pınar Selek davasını münferit bir olay, yalnızca Pınar Selek’in başına gelmiş bir şanssızlık olarak görmüyorsunuz herhalde. Bu topraklarda tek tip vatandaşlığı reddetmiş ya da “makbul vatandaş” olamamış herkes, her an böyle bir risk ile karşı karşıya. Hangi gerekçeyle, hangi olaya, hangi örgüte, hangi davaya bağlanacağınızın önemi de yok. Gerek düşündüklerinizle, gerek yazdıklarınızla ya da seçtiğiniz çalışma alanlarıyla devletçi zihniyetin sınırlarını zorluyor olmanız yeterli.

Hata böylesi cezalandırma hamlelerini günün iktidarına bağlı ve günün iktidarıyla sınırlı sanmak olur. Bu durumlarda güncel siyasi aktörlerin kim olduğunun çok da önemi yok. “Bul karayı, al parayı” oyunundaki siyahı izlemeniz ve bulmanız gerektiği gibi devletçi zihniyeti ve zihniyet sahiplerini izleyin yeter.

Çünkü bu topraklarda devletçi zihniyet devlet mekanizmalarıyla sınırlı değil. Yargıçları, savcıları, askerleri, polisleri, öğretmenleri ve aslında hepimizi yetiştiren eğitim sistemi sayesinde yalnızca mekanizmaları ve aktörleri değil, hepimizi, tüm bir toplumsal zihin haritasını izlemek ve onunla mücadele etmek gerekli.

Kot taşlama işçilerinin maruz kaldığı slikozis hastalığını ve nedenini biliyorsunuz. Kot taşlama işçileri üretim süreci boyunca kullanılan malzemelerden silisyum maddesini solumak zorunda kalıyorlar. Çok uzun süre, her gün azar azar solunan silisyum akciğerlerde birikiyor ve belli bir seviyeden sonra akciğerlerde tedavisi olmayan yaygın iltihaplanmaya yol açıyor.

Bizim eğitim sistemimiz eğitimin birinci gününden itibaren beyinlerimize her gün minik minik şoven duygu ve ezberleri zerk etmeye başlıyor. Hepimizde ve tüm toplumda bu şoven duygu ve ezber birikimi zaten kritik seviyeye gelmiş durumda.  Şovenliğin giderek lümpenleştiği son yıllarda, siyaset ve medya da her bir saniye her bir beyin hücremizi şoven söylemle ajite etmeye devam ediyor.

Bir yandan, lümpenleşen şoven söylem yarattığı bu zihni ve duygusal iklimde devletçi zihniyetin cezalandırma hamlelerine toplumsal meşruiyet zemini sağlıyor. Öte yandan da bu zihniyetin muhaliflerini, ötekileştirerek yalnızlaştırıyor, zayıflatıyor ve devletçi zihniyet için kolay birer av haline dönüştürüyor.

İster Kürt meselesine ister insan hakları mücadelesine bakın, tek tipleştirici, kimliksizleştirici devletçi zihniyete karşı her mücadelede insanların başına gelen de budur. Pınar Selek’inki de.

Bu zihniyetle mücadele yalnızca iktidarla veya bir siyasi aktörle sınırlandırılamaz. Çünkü böyle bir sınırlama hem mücadele alanını daraltıyor hem de mücadelenin potansiyel ittifaklarını ve imkanlarını kısıtlıyor.

Bu mücadelede oluşan savunma hattı genişlemedikçe ve zenginleşmedikçe de ötekileştirilmeyi, azınlıkta olmayı kabullenmiş bir ruh hali ortaya çıkıyor.

Halbuki asıl bu ötekileştirmeye itiraz, ötekileştirici zihniyetin toplumsal meşruiyetiyle mücadele etmektir. Tam da Hrant Dink’in başardığı budur. Hrant’ın geliştirdiği dil ve yöntem politik mücadeleden önce yaşam mücadelesinde olan sıradan insanların zihinlerinde gedikler oluşturduğu için Hrant’ı yalnızca yargı eliyle cezalandırmayı değil, tümden yok etmeyi seçtiler.

O nedenle asıl yalnızca ötekileştirilmeye sözle itiraz ederek, kendi mahallelerimize çekilerek, yalnızlaşmaya razı olarak, mahkemeleri protesto ederek değil, başka bir dil üretmeyi başarıp hakim devletçi ve şoven zihni iklimle mücadele ederek ve ittifakları çoğaltarak yapılabilir.

Okura not: A. Altan, Y.Çongar, N.Düzel ve burada anamadığım isimleri bilinen ve bilinmeyen tüm katılımcılarıyla Taraf gazetesi siyasi tarihimizde kayda değer bir sayfa , hakim gazete yapma tarzında ve toplumsal zihniyette önemli gedikler açan bir kazanım ve mevzi oldu. Gazetenin bugünkü sıkıntıyı aşabilmesi, kazanımın daha da ileriye gidebilmesine mütevazı bir katkı amacıyla bu köşede olacağım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.