Siyasileşme kutuplaşmaya dönüşüyor

22 Temmuz seçimlerinden bu yana yedi aydan fazla zaman geçti. Bu seçimlerde yıllardır ‘istikrar’ diye kastedilen tartışmasız bir tek parti iktidarı çıktı. Yine de 7 aydır ülkede olan bitene ve…

BEKİR AĞIRDIR (Arşivi)

22 Temmuz seçimlerinden bu yana yedi aydan fazla zaman geçti. Bu seçimlerde yıllardır ‘istikrar’ diye kastedilen tartışmasız bir tek parti iktidarı çıktı. Yine de 7 aydır ülkede olan bitene ve bugün ülkenin içinde bulunduğu siyasi iklime bir bakalım, siyasi istikrarı yakaladığımızı söylemek olanaklı mı? Geçen yıl Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinden başlayarak, bir yılı aşkın bir süredir yaşadıklarımız, işittiklerimiz ve ister korku ister umut olsun hissettiklerimiz, sizce doğal ve normal mi?Galiba tüm toplum, dört duygu halinin ortasında ve karmaşasında yaşıyor. Bu karmaşıklığı çözemedikçe de toplumun ruh hali ve kimyası giderek bozuluyor. Öfkeler, korkular, umutlar ve değişim talebi hem toplumu hem bireyleri şaşkına çevirmiş durumda. Toplum ve siyaset bu duyguların da, gündelik hayatın da, ülke sorunlarının da karmaşıklığını yönetemiyor. Üstelik bu duygular her birey için farklı olsa bile, tüm toplum bu duyguların kaynağı ve yönü konusunda giderek kristalize oluyor. Bu duyguların toplumsal hali giderek bireysel duyguların yerine geçiyor.Genel gözlemlerKONDA, geçen yıl şubattan başlayarak seçim öncesi 8 kamuoyu araştırması yapmıştı. Seçimlerden sonra da ağustosta ‘Referandum ve Cumhurbaşkanlığı Seçimi’, Eylül ayında ‘Gündelik Hayatta Türban, Din ve Laiklik’, 23-24 Şubat’ta ‘Anayasa Değişikliği’ araştırmaları yaptı. Burada sözü edilen bu araştırmalardaki, tespit ettiğimiz çok önemli bazı gözlem ve bulgularımızdan yola çıkarak toplumdaki bir duruma dikkat çekmeye çalışacağız. Önce iki önemli bulgudan söz etmeliyiz:Birinci bulgu, bilin en bazı demografik farklılıkların seçmenin algı, fikir ve tercihlerindeki farklı kümelenmeleri açıklayamadığıdır. Örneğin ‘AB’ye üye olalım mı?’ ya da ‘askeri rejim mi seçilmiş siyasiler mi?’ sorusunun cevapları incelendiğinde, gençler ile yaşlıların ya da kadınlarla erkeklerin cevap dağılımları neredeyse aynıdır. Bu dağılım ve kümelenme benzerliği birçok soruda gözlenmektedir. Kadın/erkek farkı, yaş grupları farkı (genç olmak, yaşlı olmak, vb.), yaşanılan yerin kır veya kent olması, iş/meslek farklılıkları, hane geliri farkı gibi demografik farklar araştırılan konuya bağlı olarak kuşkusuz bazı farklılıkları açıklamaktadır. Fakat bizim sözünü ettiğimiz bu demografik faktörlerin bazı tutum ve tercihleri açıklamaya yetmediğidir. Yaşanılan yerin kır veya kent oluşunda da doğal bir açıklayıcılık olmakla beraber, son 20 yılın iletişim, medya ve ulaşım alanındaki getirileri, bu açıklayıcılığı azaltmaktadır. Türkiye toplumunun, ekonomik ve sosyolojik gelişmişlik seviyesinden daha hızlı olarak bilgilenmekte, bilinçlenmekte ve tercih oluşturmakta olduğunu söyleyebiliriz.SiyasallaşmaFarklılıkları en iyi açıklayan iki faktör ‘eğitim seviyesi’ ve ‘siyasi tercihtir.’ Eğitim seviyesine bağlı olarak kümeler arasında tutum ve tercihlerde önemli farklılıklar gözlenmektedir. Ama asıl önemlisi siyasi tercihe bağlı farklılıklardır. Siyasi tercih, hemen birçok konuda farklı algı ve tutumun nedenini ve farklılığını açıklamaktadır.Gündelik hayat içinde bireylerin, giderek daha çok konuda siyasi tercihlerine bağlı olarak tutum ve tavır geliştirmekte oldukları gözlenmektedir. Bireyler, farklı konulardaki tercihlerini, fikirlerini geliştirerek bir siyasi tercihe ulaşmaktan ziyade bir siyasi tercihte bulunmakta ve sonra partisinin-liderinin pozisyon alışına bağlı olarak kendi tutumunu geliştirmektedirler.Bu araştırmalar dizisinden elde edilen bir başka önemli bulgu, Türkiye toplumunun seçimlere 6 ay öncesinden itibaren ve seçimden bugüne dek olan süreçte dikkat çekici biçimde siyasallaştığı ve toplumun üçte biri bir tarafta, üçte ikisi diğer tarafta olmak üzere bir ayrışma ve çatışma eğiliminde olduğudur. Bu çatlağın gözlenmesi ve tespiti kadar önemli bir başka unsur da, bilinen geleneksel eksenlerin sözünü ettiğimiz bu fay çatlağını açıklamakta yetersiz kaldığıdır. Örneğin, ele alınan 10 temel meseleye dair seçmen algılarına, tercihlerine ve fikirlerine bakıldığında, geleneksel sol-sağ , otoriter-demokrat veya laik-antilaik eksenleri tercihlerdeki farklılıkların yalnızca bir kısmını açıklamaya yetmektedir. Bir kısım fark ise bu eksenler üzerinden açıklanamamaktadır. Toplumda bu tavır ve tutumlardan başlayarak, derin bir fay çatlağının oluşmakta olduğuna dikkat çekmek gerekir. Açıklamaya çalıştığımız bu durum 22 Temmuz seçimleri öncesi derin bir siyasallaşma (politizasyon) işaretiydi. Bu genel bulgular ve gözlemler bizce, 30 yıldır süren değişimin bugün varsaydığımız ve sanayi toplumu teorileri ile açıklanmaya çalışılan değişimden daha farklı derinlikte ve nitelikte olduğunu göstermektedir. 2008’in Türkiye toplumu artık başka bir noktada ve yerdedir. Ama bu değişimin belki de bir başka unsuru, değişim talebinin içeriğine ve değişimin yönüne bağlı olarak alınan tavır ve tutumlardır. Bu yeni Türkiye’yi anlamak için yeni yaklaşımlara ihtiyaç olduğu açıktır.KutuplaşmaFakat seçim sonrası Eylül 2007 ve Şubat 2008’de yapılan araştırmalar, şimdi daha da değişik bir durumla karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir. Bu araştırma lar, genel bir gözlem olarak, siyasallaşmanın giderek kutuplaşmaya (polarizasyon) dönüşmekte olduğuna işaret etmektedir. Seçmen , yeniden tanımlanmakta olan iki farklı yere yığılmakta veya bu iki yer, aralarındaki siyasi duruşları da kendilerine doğru çekmektedirler. Araştırılan hemen her konuda, soru ve cevap seçeneklerinin çeşitliliği ne olursa olsun, cevaplar iki kümeye toplanmakta ve bu iki küme neredeyse cevapların yüzde 80-90 oranındaki bölümünü açıklamaktadır. Siyasi tercihlerle beraber bu bulgu incelendiğinde, iki kutup arasındaki tüm renklerin ve farklılıkların giderek soluklaşmakta olduğu gözlenmektedir. Siyasetçilerin, kanaat önderlerinin, köşe yazarlarının şiddet dolu, çifte standartlı dili ve söyleminin giderek sıradan insanları da etkisi altına almakta olduğu anlaşılmaktadır “Yeniden tanımlanmakta olan iki yer”, iki kutup bildik partileriyle ifade edilmekle beraber, özellikle 22 Temmuz sonrası kendilerini yeniden tanımlamakta ve siyaset bilimi açısından tabanlarını, hedeflerini, çalışmalarını, siyasi ittifaklarını yeniden oluşturduklarını söylemek bizce daha doğrudur. Nitekim tartışmasız bir seçim sonucundan sonra yaşananlar ve yürütülen tartışmalar bile bu yeniden tanımlanma ve pozisyon almaların bir sonucudur.Seçiminin ardından Cumhurbaşkanlığı seçimi, referandum süreci, yeni anayasa tartışmaları, türban için anayasa değişikliği ve bu süreçte yaşananlar, Dağlıca baskınından başlayarak Kürt sorunu ve terör tartışmaları, Irak’a müdahale ve sonrasındaki Genelkurmay’ın da dahil olduğu tartışmalar, üniversitelerin tartışmaları, bu yedi aylık süre boyunca, özellikle Başbakan’ın Almanya gezisinden başlayarak yaptığı konuşmalar ve son olarak yine Başbakan’ın affa dair yorumu. Tüm bu sürecin her bir adımında, her bir aktörün her bir açıklamasında size de tuhaf gelen bir yan yok mu?Din ve asker siyasetin içindeTanrı ile devlet arasında sıkışmış siyaset, her gün yeniden yeniden birbirini yok etme dili ve çabasıyla tartışıyor her şeyi. Yalnızca tartışmaların şekline bakarak bile bazı noktaların altını çizelim ve soralım: tüm bunlar normal mi? Siyasetin içinde olmaması gereken iki unsur din ve asker, her şeyleriyle, siyasetin ve gündelik yaşamın her bir hücresindeler. Her bir tartışma, haklılığını ve gücünü, varlığı tartışılmaz referanslardan alan münazaralar biçiminde yürütülüyor. Asker ve din, iki kutup arasında, hangi tarafta pozisyon aldıklarına veya bu pozisyona güç katıp katmadıklarına göre yeniden kurgulanıyor, değerlendiriliyor. Diyanet “tüp bebek caiz değildir” açıklamalarıyla, biyo-teknolojiye taraf olurken, şimdi de artık Başbakan’ın açıklamasıyla ceza hukukuna da müdahil. Genelkurmay, bir parti başkanı gibi her gün siyasi açıklamalar yapıp, partilere cevaplar üretiyor. Üniversiteler ve bilim adamları, siyasi pozisyonlarını ilan etmekle meşgul.Başbakan ve AKP, yerel seçimlere yönelik hamleler sanılan bazı açılımları daha derin bir strateji içinde yapıyor belki de. AKP, 22 Temmuz sonrası seçmenini blok tabanı haline dönüştürmeyi hedefleyerek, her gün biraz daha söyleminde bir adım öteye gidiyor. Bu bloklaşma da din üzerinden yapılıyor. Gündelik tartışmalarda bilerek ya da bilmeyerek, din üzerinden yani meşruiyeti tartışılmaz referanslar dizisinden beslenerek gelişiyor.Göz ler kapalı, bellek ler kapalı, bağnaz duygularla kararlar verip, pozisyon alıyoruz.Bir şeyleri sevenler , bir şeylerden yana olanlar bir arada değil artık. Bir ara da olmaktan dolayı, bir şeylerden yanayız veya bir şeylerden hoşlanıyoruz.Sözün özü, müthiş bir kutuplaşmaya doğru sürükleniyoruz. Şiddetin dili ister somut, ister kelimelerde olsun hepimizi esir almış, gidiyoruz. Yalnızca kendi bulunduğumuz kutuptan diğerlerine ve meselelere bakarak konuşuyoruz ve farklı, sakin, serinkanlı sesleri de önce bir kutbu seçmeleri için bastırıyoruz. Ülkemizdeki muhafazakârlık, karakterinde bulunan geleneksel renkleri nasıl silip, yok edip, yalnızca din esaslı bir muhafazakârlığa doğru evriliyorsa, siyasi kutuplaşma da giderek artarken, yalnızca din eksenli bir fay hattına doğru evriliyor.Bu gözlemler doğru ise, bilmeliyiz ki, böylesi bir kutuplaşmanın çözümü çok zordur. Konjonktüre bağlı ya da gündelik hayata dair meseleler üzerinden siyasallaşma ve kutuplaşma, o sorunun çözümüne bağlı olarak aşılabilir. Fakat din referanslı bir kutuplaşma ülkeyi çok daha sıkıntılı günlere taşıyacaktır. Siyasetin aktörleri, iktidarıyla muhalefetiyle, köşe yazarıyla, kanaat önderiyle bu riski görmelidirler. Yeni Türkiye’yi anlamakBiraz daha serinkanlı olup, Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu süreci anlamaya çalışmalıyız. Cumhuriyet’in esas olarak iki temel hedefi ve projesi olan ‘kalkınma’ ve ‘modernizasyon’ süreçleri, öyle görünüyor ki, son 30 yıldır problemli. Her iki hedefte de önemli kazanımlar olmakla beraber tıkanıklıklar ve problemler var. Kalkınma hedefinde, özellikle sürdürülebilirlik, gelir dağılımı, sanayi politikaları, tarım açısından ve daha birçok alanda oldukça önemli problemlerimiz biliniyor. Üstelik bu problemler küreselleşen dünyada, giderek hem daha karmaşık hale geliyor, hem de nitelikleri ve kapsamları değişiyor.Modernizasyon açısından da Türkiye’nin önemli açmazları var. İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünya , temsili demokrasiden katılımcı demokrasiye doğru evrilirken , bir yandan bu bağlamda aidiyetler, kimlikler gibi yeni boyutlar açıldı, bir yandan da yönetim, yönetişim, kadın hakları, çevre gibi bambaşka unsurlar gündeme geldi. Türkiye ise hem kendi modernizasyon projesinde kendi iç problemleriyle, hem de Avrupa Birliği üyeliği ekseninde yeni bir demokratikleşme ihtiyacıyla ve zorunlu süreciyle karşı karşıya kaldı.Dolayısıyla, Türkiye kalkınma-modernleşme-küreselleşme gibi birçok süreci aynı anda yaşıyor. Bu süreçleri yönetip, vizyonlar, stratejiler ve politikalar üretmesi gerekenler, siyaset ve partiler olmalıydı. Gelin görün ki 1969-1980 arası Türkiye’de kurulan hükümetlerin ortalama ömrü 10,5 ay, 1983-2002 arası kurulan hükümetlerin ortalama ömrü ise bir yıl dört ay olmuştur. Siyaset birbirini düşürme oyununa ve giderek particiliğe teslim olunca, ihtiyacımız olan vizyonlar stratejiler politikalar geliştirilememiştir. AKP iktidarı hem bu boşluğun ardından hem de küresel rüzgârlarla ilk döneminde iş yapma ağırlıklı çalışmışsa da ikinci döneminde eski tür siyasete geri dönmüş görünüyor.Halbuki, son 40 yılda dünya sanayi toplumundan bilgi toplumuna doğru evrilirken, bildiğimiz hemen her şey değişmektedir. Ekonomik altyapıdan, sermaye tanımına, iş yapma metotlarından gündelik hayatın ritmine ve düşünce sistematiğine kadar her şey değişmektedir. Hem iç hem dış dünyamızdaki bu değişimleri ise siyaset yönetemiyor.Yeni bir toplumsal uzlaşma hünerini geliştirmeliyiz: Tüm siyasi aktörler, partiler, medya, köşe yazarları, kanaat önderleri ve özellikle üniversiteler, bir an durup anlamaya çalışmalılar artık: Her gün yürütülen tartışmaların içeriğinin, ama özellikle de üslubunun neye hizmet etmekte olduğunu görmeliler. Hepimiz bu topraklarda, aynı güneşin altında, aynı geleceği yaşayacağız. Ortak geleceğimiz, diğerlerini yok sayarak, diğerlerine yalnızca kendi fikirlerimizi dayatarak kurulamayacağını anlamalıyız. Bunlardan umutsuzluk çıkarmak için değil, yeni bir umudun anahtarını aramak için altını çiziyorum. Yukarıda da vurguladığım gibi , Türkiye hem bu karmaşık ve iç içe geçmiş süreçleri siyaseten yönetemiyor, hem de değişim isteyen insanların değişim talepleriyle sıkışıyor. Bu süreçlerin ortasında pusulasız, mihenksiz kalmış ama değişim ihtiyacını hemen her gün derinden hisseden insanlar ise hayatlarını politik tercihler üzerinden kurguluyorlar. Hayatlarında, umutlarında ve beklentilerindeki derin farklılıklardan dolayı da tam bir siyasallaşma yaşanıyor ve bu siyasallaşma kutuplaşmaya doğru kayıyor. Türkiye’nin yeniden toplumsal barışa ulaşması, daha üst bir hedef etrafında, yeni bir toplumsal uzlaşma ile olanaklı. Bu üst hedef Avrupa Birliği üyeliği, standartları, yaşam-demokrasi-hukuk kalitesi olabilir. Bu nedenle, vizyonu AB olan, evrensel insan haklarına dayalı bir hukuk sistemi ve katılımcı demokrasiyi öne koyan yeni bir toplumsal ve siyasi projeye ihtiyacımız var. Avrupa Birliği ‘ndeki değişimleri de dikkate alan, bu değişimlere dahil ve müdahil olma iddiası olan yeni bir bakış, yeni vizyon, yeni siyaset ancak kutuplaşmayı kırabilir ve toplumsal uzlaşma getirebilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.