Türkiye’nin birikmiş siyasi meseleleri var. Son otuz yıldır dünya, toplum, gündelik hayat değişirken değişememiş bir devlet modeli var karşımızda. Kürt meselesi gibi, devletin ve yönetimin yeniden yapılandırılması ve demokratikleşmesi gibi devasa olan meseleler var. Öte yandan mecburi din eğitimi, başörtüsü, kadın meselesi, toplumsal hoşgörü düşüklüğü gibi demokratikleşememiş devletin ve demokratikleşememiş toplumun ürettiği bir dizi sorun var.
İrili ufaklı bu meseleler yığını siyaseten çözülemeden, sürüklenerek geldi bugüne kadar. Siyaset siyasal ve toplumsal sorunların çözümünde gerekli hüner ve beceriyi gösteremedi. Devlet ve eski modelin egemenleri de askeriyle, siviliyle varolan model ve zihniyetini değiştirmeye direndi.
Değişen hayatın siyasi ve toplumsal meseleleri eski devlet ve yönetim modelinin sınırlarına dayandı ve şimdi artık sisteme sürdürülemez bir baskı ve basınç üretiyor.
Tümünü kapsayan köklü değişiklikler mi yapacağız yoksa yine becerebildiklerimizle mi yetineceğiz? Asıl önemlisi bu kaçınılmaz siyasi, hukuki ve toplumsal dönüşümü nasıl becereceğiz?
Yeni anayasanın anlamı ve önemi de bu yeni yapılanmanın ana karakterini belirleyecek ve başlangıç noktasını tespit edecek olmasıydı. Kritik eşik yeni anayasa için üretilecek siyasi uzlaşmaydı.
Ama görülüyor ki uzlaşma komisyonundan böyle bir büyük uzlaşı çıkmayacak. Çıkabilirdi, çıkmalıydı da. Birçok nedeni var ve bu nedenler sürdüğü sürece Kürt meselesinin yeni aşamasında da aynı çıkmazın oluşması riski var.
Yeni anayasa ihtiyacını reddeden yok, uzlaşan da yok
Hiçbir parti anayasa ihtiyacını da Kürt meselesini de görmezden gelemiyor. Öte yandan da her bir parti yeni ile eskinin arasında sıkışmış durumda. Partilerin içindeki, bazılarında görünür olan ya da bazılarında daha derinden ve sessiz yürüyen tartışmalar “yeniden yana olmak” ile “eskiden yana pozisyon almak” arasındaki siyasi ve zihni kırılmalardan ürüyor.
Şimdiye dek hiçbir parti bütünleşik bir değişim projesini toplumun önüne koymadı. Niyetler ve gönülsüzlükler, talepler ve ikirciklilikler arasında görünür yüzeyde kötü siyasi atışmalar seviyesini geçemedik henüz. Çünkü hiç birisi kendi iç tartışmasını sağlıklı bir biçimde yürütüp, bir sonuca bağlayarak bütüncül bir değişim projesi üretemedi.
Bu netlik sağlanamadığı için de istenenler, hayal edilenler, toplumun talepleri değil istenmeyenler, kırmızı çizgiler üzerinden düşünülüp, pozisyon alınıyor.
Başkanlık tartışmaları zaman zaman hem komisyon çalışma gündemini belirledi hem de ve daha kuvvetli olanı kırmızı çizgileri güçlendirdi. Ne serinkanlı başkanlık tartışmaları yapılabildi ne de yönetim sistemi.
Medya yeni anayasayı yeterince güçlü sahiplenmedi, sivil toplumun çabaları yeterli olamadı.
Şimdi Kürt meselesinin yeni aşamasında da aynı riskler gözleniyor. Siyasetin ürettiği bu kısıtlayıcı tartışma zeminini genişletmek ve derinleştirmek gerekiyor.
Sivil toplumda yalnızca hak ve özgürlükler üzerine söylemlerini tekrarlamak kadar siyasetin demokratikleşmesinden yönetim modeline, denge denetleme sisteminden yerinden yönetim sistemine kadar birçok konuda çalışma üretilmesine, siyasete yol açılmasına ihtiyaç var.
Zaman daralıyor
Önümüzde şimdiye dek olmadığı kadar zaman baskısı da var. Ne Orta Doğu ne dünya bizi beklemiyor. Hayat akıyor ve dünyada da derin bir değişim sürüyor bir yandan.
Öte yandan peş peşe üç seçim yaklaşıyor. Geleneksel siyasete bakış yaklaşan seçim döneminde bu denli köklü değişiklikleri yapmanın siyasi riskini hiçbir siyasetçinin almayacağı yönünde. Belki de bugünden başlayarak ve bu üç seçim boyunca tam da bunları tartışmalıyız. Ama önce yeni süreçte ve bu bir yılda neleri başarabileceğimize bakmalıyız.
Ne yazık ki sürece dair tartışmaları yalnızca tutanakların sızması kapsamına veya af gibi meselelere kilitlemiş gibiyiz. Görüşmeleri ne vaat edilip edilmediğine, nelerden vazgeçiliyor, hangi yeni tavizler veriliyor merakına indirgemek kolaycılığına kapıldık.
Partiler pozisyonlarına giderek sabitleniyorlar. O nedenle siyasete alan açacak şey sivil toplumun çalışmaları olacaktır.
Bu denli kapsamlı değişim ihtiyacını yalnızca dört liderin farklı niyetlerine mi hapsedeceğiz yoksa içeriğe dair tartışmalara mı ağırlık vereceğiz?
Ak Parti yandaşlığı ve karşıtlığının ürettiği zihni ve duygusal ambargolara esir mi olacağız yoksa gelecek hayatı biçimlemenin yol ve yöntemlerini mi arayıp, bulacağız?
Korkularımız mı umutlarımız mı bize yol açacak?
Sivil toplum sahne alır ve yeni uzlaşma alanları açabilirse siyasi partiler de sabitlenmekte oldukları pozisyonlardan kıpırdama imkanı bulabilirler.