Çağdaş sosyolog İmmanuel Wallerstein, aydınlar için üçlü bir görev tanımlar: Entelektüel görev, ahlaki görev ve siyasi görev.
Entelektüel görevden kastettiği var olanı, durumu, gerçekliği eleştirel bir yaklaşımla analiz etmektir. Ahlaki görev, bugün öncelik vermemiz gereken değerlerin neler olduğuna karar vermekle ilgili görevdir. Siyasi görev ise dünyanın, toplumun var olan düzenden, sistemden daha iyi bir düzene, sisteme geçişe nasıl müdahil olunabileceğine, nasıl katkıda bulunulabileceğine dair siyasi görevdir.
Bunu şunun için anımsadım: Kişisel olarak da KONDA olarak da olabildiğince yeni anayasa çalışmalarına katkı verebilmeye çalışıyoruz.
Çünkü parti ve siyaset tercihlerimizden daha da önce gelen bir meselesi var bu ülkenin. Bu düzen son otuz yılın sosyal, ekonomik ve siyasal değişiminin yeni hukukunu üretmeden, böyle devam edemez. Marka haline dönüşmüş sorunlarıyla, toplumsal kutuplaşmaya dönüşmüş siyasi gerilimleriyle, gündelik hayat pratiğinin ve ritminin dışına düşmüş hukuk düzeniyle sorunlar sürdürülebilir olmaktan çıkmıştır.
Bu karmaşıklık eski bildik tanımlamalar, eksenler, pozisyon alışlarla da anlaşılamamakta, asıl önemlisi sorunlar çözülememektedir.
Öte yandan da son yıllarda birçok konuda devletçi, militer, şoven yapı ve zihniyet çatlamıştır ama hala yeninin ne yöne doğru ve nasıl oluşacağı da belirsizdir.
Yeni adına konuşulması gereken hemen her konu “Ak Parti yandaşlığı ve karşıtlığı” eksenine sıkıştırılmakta, tartışmalar birbirini ikna amaçlı değil, birbirine laf geçirmek ve pusu kurmak amaçlı yürümektedir.
Yeni anayasa bizim geleceğimizdir
Halbuki konuştuğumuz bizim hayatımız ve bizim geleceğimizdir. Bizimkiler için ayrı, ötekiler için ayrı hayatlar konuşmanın ya da yarın hiç gelmeyecekmiş gibi düne ve bugüne saplanıp kalmanın faydası da yoktur.
Buna karşılık her türlü eleştiriyi yönelttiğimiz, her gün yerden yere vurduğumuz siyasetin tüm aktörleri bir araya gelerek yeni anayasa ihtiyacı ve yapımı konusunda mutabık oldular ve Anayasa Uzlaşma Komisyonu oluşturdular.
Ülke ilk kez ne olağanüstü dönemler ve koşullar ne de dış baskılar olmadan yeni bir anayasa yapma sürecine girdi.
Bize düşen, en azından bu süreç boyunca, partilerin niyetlerini okumak değil, sürece müdahil olma fırsatını sonuna kadar kullanmak, bu olanağı sonuna kadar kanırtmaktır.
Bize düşen gündelik siyasetin şehvetine kapılmak, kutuplaşmanın psikolojisiyle kendimizi yalnızlığa mahkum edip, köşelerimize büzüşmek değil hem entellektüel hem ahlaki hem de siyasi görevlerimizin gereği olan emeği ortaya koymaktır.
Elbette siyaset yine kendi gündemine ve hedefine uygun davranmak isteyecektir. Bir yandan da sivil toplumun yeni anayasa konusundaki baskısı ne denli büyürse, siyasetçiler kendi niyetleri ve hedeflerini gözden geçirmek zorunda kalacaklardır. Asıl önemlisi de bu süreçteki sivil toplum dinamiği siyasetçilerden daha çok doğrudan toplumu ve sade vatandaşı etkileyecek ve değiştirecektir.