Seçmen nasıl düşünür, nasıl karar verir?

Yaklaşmış olan yerel seçimlerle ilgili yürüttüğümüz tartışmaların çoğunluğu partiler, parti politikaları, liderlerinin söyledikleri üzerinden yürüyor.

Tabii bir de meseleye seçmen tarafından nasıl bakıldığı var. Seçmen olarak sade yurttaşlar bu tartışmalardan, partilerin kampanyalarından ne kadar ve nasıl etkileniyor? Seçmen oy vereceği partiyi nasıl algılıyor, nasıl anlamlandırıyor? Seçmenin zihin haritasında ne, ne kadar önemli? Hepsinden de önemlisi seçmen gözünde hangi parti, hangi lider neyi ifade ediyor?

Seçmenin zihni beyaz bir defter gibi her söyleneni, her mesajı kaydediyor ve o mesajın yönlendirmesi ile karar veriyor sanılır çoğu zaman. Ama biraz dikkatli bakıldığında öyle olmadığı görülüyor. Seçmen, gündelik hayatında birey olarak bazı kararları verirken nasıl birçok faktörü bir arada düşünüyor, karar veriyorsa, siyasi tercihine de öyle karar veriyor. Seçmen dediğimiz yurttaşın değerleri, aidiyetleri, içinde bulunduğu gündelik hayat ilişkileri, algıları, korkuları, beklentilerinin bileşkesinde bir karar oluşuyor.

Özellikle son yılların bilimsel gelişmeleri gösteriyor ki, kararlarımızın en çok yüzde onu akli muhakemeler sonucu oluşuyor. Kararlarımızın yüzde doksanı ister bilinçaltı olarak adlandıralım, ister biraz önce sözünü ettiğimiz gibi geçmiş öğrendikleri ve edindiklerinin toplamı olarak görelim, seçmenin değerleri, algıları, korkuları gibi birçok unsurun sonucu olarak oluşuyor.

Davos ve TRT Şeş yüzde 10’un kararını etkiledi

Seçmen de bir muhakeme yürütüyor ve bir karara varıyor, bedeni-ruhu-aklı ve içinde bulunduğu çevresi ile beraber düşünüyor. Dolayısıyla seçmen oy vereceği parti kararını son dakikada ve kampanyalara bakarak vermiyor çoğu zaman. 22 Temmuz seçimlerinde AKP’nin ulaştığı % 47 oy oranı için yaygın kanaat Cumhurbaşkanlığı seçiminin engellenmesi ve elektronik muhtıra gösteriliyor çoğunlukla.

Bizim bulgularımız ise tersini gösteriyor. Seçmenin çoğu, kararını 2006 yılından vermişti. 2006 Eylül ayındaki araştırmamızda AKP oyu % 45 idi. Tabii ki Cumhurbaşkanlığı seçimi ve muhtıra oyları bir miktar etkiledi. Mayıs 2007 anketlerinde AKP daha yükseğe çıktı, fakat haftalar ilerledikçe kendi doğal oranına geri döndü, şimdi de sorulduğunda Davos, TRT Şeş benzeri son üç ayın tartışmalarının seçmenin sadece %10’unun kararını etkilediği görülüyor.

Her bir yurttaşın algısı ve etkilenişleri aynı zamanda ve aynı yoğunlukta da olmuyor doğal olarak.

Bu noktada üç önemli mesele var: Birincisi partilerin seçmen gözünde nasıl anlamlandırıldıkları, hangi partinin seçmen için neyi ifade ettiği. İkincisi, seçmenin bu seçimde hangi davranış türünü seçeceği ve tercihini nasıl oluşturacağı. Üçüncüsü de dünyanın, ülkenin ve seçmenin yaşamakta olduğu zaman diliminde tüm hayatı ve gündelik hayat pratiğini etkileyen konjonktürel olaylar.

Seçmen, ekonomik çıkarlarıyla karar veriyor

Seçmen davranışı üzerine yapılmış çok araştırma ve yazılmış çok teori var. En yaygın ve geçerli yaklaşım, seçmenin ekonomik çıkarlarını ve beklentilerini öne koyarak düşündüğü ve karar verdiği.

Nitekim 22 Temmuz seçim tercihlerinde ekonomik durum algısı ve beklentileri üzerinden düşünerek oy verme davranışı daha ağırlıklı idi. AKP seçmeni geçmiş beş yılın ekonomik gelişmelerinin ülke içinde iyi olduğu ve bu iyileşmenin kendisine de yansıyacağı umuduyla oy verdi. 22 Temmuz’da ekonomik gelişmeler konusunda iyimser olan seçmenler AKP’ye, kötümser olan seçmenler CHP’ye oy verdi.

Bunun yanı sıra oldukça önemli oranda seçmen de korkularından yola çıkarak oy veriyor. Kötü bir şeyin gerçekleşme tehlikesi, iyi bir şeyin gerçekleşme fırsatından daha önemli hale geliyor. Ülkedeki ortak ve en yaygın korku “çocuklarının veya kendisinin istediği eğitimi alamaması”, “sosyal güvenlikten mahrum kalmak” ve “geleneklerinden uzaklaşmak” olarak sıralanıyor. Bunun yanı sıra önemli bir seçmen grubu içinse en önemli korku “şeriat ve irtica tehlikesi”. Doğal olarak bu tehlikeyi önemseyen ve hisseden seçmen grubu AKP dışındaki partilere yöneliyor.

Bir başka seçmen davranışı bir partiden, bir adaydan nefret etmek, yani bir parti tercihine varırken olumlu kanatlardan değil, olumsuz duygulardan yola çıkmak. Partiler, liderler ve siyasal iletişimciler bu olumsuz duyguların ağırlığını bildikleri için bazen ağırlıklı olarak da olsa negatif kampanyalar kurguluyor ve yürütüyorlar. Dolayısıyla aslında karşıdaki adayı kötülemek, seçim kampanyası stratejisi olarak bazen işe yarayabiliyor.

Eğer bazı seçmenlerin gözünde nefret ettiği, korktuğu veya “asla oy vermem dediği” parti varsa, böylesi seçmen için sandıktaki tercihinde bu duygu önemli bir gerekçe olabiliyor. Şu anda seçmenin dörtte üçünün net bir “asla oy vermeyeceği parti” tercihi var. Bu dörtte üç seçmenin asla oy vermeyeceği partiler neredeyse birbirlerine yakın oranlarda AKP, CHP ve DTP. Yani bu üç partinin her birisi, dörtte bir seçmen için “asla oy verilmeyecek” parti olarak görülüyor.

Artık birçok ülkede seçmen davranışını açıklamada yaş, cinsiyet ve hatta toplumsal sınıf işe yaramıyor. Sınıfa bağlı parti yandaşlığı da tamamen çözülmüş durumda. Fakat Türkiye’de ve özellikle de Kürt yurttaşlarda etnik aidiyetine göre oy verme eğilimi oldukça ağırlıklı bir duygu. Kürt yurttaşların üçte ikisi etnik aidiyetinden, üçte biri dini aidiyetinden yola çıkarak düşünüyor ve davranıyor. Etnik aidiyeti üzerinden düşünen Kürt yurttaşlar DTP derken, dini aidiyetini öne koyanlar AKP tercihinde bulunuyor.

Yaş, cinsiyet, eğitim gibi farklılıklardan daha ötede siyasi bir fikri, ideolojisi olan seçmenler var. Bu seçmenler için ise ideolojilerine uygun ya da yakın partiler olması önemli ve böylesi partilere yöneliyorlar. Seçmenler ya belli ideolojilere sahip ve hangi aday ne derse desin, bir yönde oy veriyor ya da karar verebilmek için adayların belli konulardaki siyasetlerini, duruşlarını öğrenmeye ihtiyaç duyuyorlar. Yine de seçimlerde siyasi felsefe çok etkili değil. Çünkü Türkiye’deki her on seçmenin yalnızca üçü ideolojisinden yola çıkarak düşünüyor. İdeolojik düşünen seçmenlerin ağırlığı CHP ve MHP’de. Bu iki partinin seçmeninin neredeyse yarıya yakını ideolojik düşünen seçmenlerden oluşuyor.

Seçmen partiyle duygusal ilişki kuruyor

Seçmenlerin beşte biri parti ile duygusal bir ilişki kuruyor, hatta aynen futbolda olduğu gibi taraftarlık ilişkisi kuruyor. Bu duygusal ilişkinin kökeninde doğal olarak ilk günden itibaren o partiyi kendi değerlerine, kendi hayat tarzına yakın hissetmesi önemli yer alıyor.

Yine seçmenin dörtte biri için ise lider önemli. Lider takipçisi dediğimiz bu seçmen grubu parti tercihine varırken lider üzerinden, lidere güven duyması üzerinden düşünüyor.

Seçmenin onda biri ise hem bilinçli hem de siyasi tercihleri var. Fakat kendi siyasi ideolojisine yakın bir partinin olmadığını düşünüyor.

Bütün bu yaklaşımlar ve oranların özeti bence şu: Seçmen bilinçsiz, oyunu iki çuval kömüre satan, kampanyaların etkisinde davranan bir kitle değil. Aksine kendi beklentileri, umutları olan, günün reel sorunlarına kendince çözüm üreteceğini varsaydığı veya düşündüğü bir partiye oyunu veriyor. Sandığa umut ve korkularıyla, kendilerinin, ailelerinin, arkadaşlarının ve komşularının önyargı ve varsayımlarını taşıyarak gidiyorlar.

Olan biteni doğru anlayabilmek için öncelikle bu saptamadan düşünmeye başlarsak ancak sağlıklı sonuçlara ulaşabiliriz. Yine olan biteni, tek bir eksenden, fikirden veya olaydan açıklamaya zorlamadan, seçmen kararının da karmaşıklığını dikkate alarak analiz edersek anlayabiliriz.

Gidilmekte olan yerel seçimlerdeki seçmen davranışındaki dürtüler ve gerekçeler ise tüm bunlardan biraz daha da farklı. Bu konuyu da bir dahaki yazıda irdeleyelim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.