Seçim sistemi ve siyasi rekabet

Seçim sisteminin değiştirilmesine dair hazırlık ve gereklilikten söz etmiştik önceki yazıda. Uygulanmakta olan sistemin en temel iki sonucu, bir yandan “temsil adaletini” sağlayamıyor oluşu, bir yandan da hem Kürt siyasetini hem de diğer farklı siyasi hareketleri parlamentodan uzak tutması.

Önceki yazıda sayıları vermiştim, bu sistemle seçmenin üçte bir oyunu alan parti, milletvekillerinin üçte ikisini alabilir. Nitekim Ak Parti’nin oranları 2002 seçimleri sonrası tam da buydu. Dolayısıyla bu sistemin “siyasal meşruiyet” sorunu üretmeye açık olduğunu da yaşamış olduk.

Yeni seçim sistemini konuşurken gözden ırak tutulmaması gereken bir de bugünün siyasal gerçekliği içinde şu üç tespiti yapmak mümkün. Birincisi, biraz da seçim sisteminden dolayı gelişti gibi sanılsa da Ak Parti’nin siyaset yapma tarzı, iktidarda başardıkları gibi nedenlerle geleneksel sağ, muhafazakar oyları konsalide ettiğini söylemek mümkün. Zaman zaman medyanın gaza getirmeye çalışmasına karşın Saadet Partisi de dahil, geleneksel sağda hiçbir partinin bugün için yüzde 2-3 gibi oy oranlarına bile ulaşma ihtimali görülmüyor. Öte yandan bu parti ve hareketlerin öncü kadrolarının neredeyse büyük kısmını Ak Parti içine almış durumda.

Siyasi rekabet sorunlu

Verili durumun ikinci özelliği, Ak Parti hem tüm ülkede örgütlü hem de tüm ülkenin her bir seçim çevresinde belirli bir oy yüzdesinin üzerinde oy alıyor. 2011 Seçimlerinde 79 ilde Ak Parti oyu yüzde 20’nin üzerinde. Buna karşılık bugün parlamentoda olan diğer üç parti de belirli bölgelerde yoğunlaşmış durumda. Siyasi rekabet batı ve kıyı illerinde Ak Parti – CHP, orta Anadolu illerinde Ak Parti –MHP ve doğu illerinde Ak Parti-BDP arasında. Bu oy dağılımı diğer üç parti açısından belli illerde yoğunlaşma anlamına geldiği için de toplamdaki oy oranları ile milletvekili dağılımı paralel oluşmuyor. Örneğin 2011 seçimlerinde Ak Parti kabaca yüzde 40 oya ulaştığında iktidar olurken, CHP’nin 276 milletvekilini yakalamak için yüzde 50’ye yakın oya ihtiyacı vardı.

Verili durumun üçüncü özelliği de nüfus ve göç hareketleri sonunda metropollere doğru yığılma devam ediyor. Yüksek Seçim Kurulu’nun geçen hafta ilan ettiği ve nüfusa göre hesaplanan yeni il milletvekili sayılarına bakıldığında, 550 milletvekilinin dörtte biri üç büyük ilde, ikinci dörtte biri üç büyük ilin ardından gelen 10 ilde seçilecek. Yani milletvekillerinin yarısı 13 ilden seçilecek. Bu 13 metropolde siyasetin kendi iç kuralları, partilerin örgütlenmeleri, partiler ve adayların seçmenle ilişkileri gibi hemen her şey bildik siyaset ritmi dışında çalışıyor. En önemlisi de artık adayın kim olduğunun bilinmediği, seçmen ile milletvekilinin ilişkisinin yok olduğu, seçmen talebinin ve denetiminin doğrudan siyasete yansıyamadığı gibi bir dizi de sorunlu alan var.

Baraj olacak mı, kaç olacak?

Seçim barajının düşürülmesi yönünde geniş bir mutabakat olduğu gözleniyor. Ama kaç olmalı ya da kaç olabilir? Bugünkü seçim sisteminin başka unsurlarını değiştirmeden yalnızca barajı yüzde 5‘e düşürmek hemen hiçbir sayısal sonuç değiştirmiyor. Bu konuda yapılmış sayısız simülasyon modeli ve özellikle son yayınlanan Seyfettin Gürsel’in çalışması gösteriyor ki baraj5’e düşse de mevcut durum sürüyor.

Barajın 5’e düşmesinin önemli bir siyasal sonucu BDP için olabilir. BDP parti olarak seçime girebildiğinde bağımsız aday çıkarmaya gücünün yetmediği sayıda Kürt seçmenin olduğu illerdeki dağınık oyları da toplayarak rahatça yüzde 7-10 aralığına ulaşır. Bu oran da milletvekili sayısını 4-5 dolayında artırıyor olsa da önemli bir sonucu da BDP’nin bugün mahrum bırakıldığı hazine yardımından faydalanmaya başlaması olur.

Yine barajın 5 ve daha aşağılara düşürülmesinin siyasi sonucu, ilk seçimde değilse de sonraki seçimde partilerdeki geniş koalisyonların, zoraki birlikteliklerin dağılmasını ve bir dizi yeni siyasi hareketin daha da etkin olmasını üretebilir.

Barajın anlamlı sonuçlar üretmesi, gerçek demokratik çoğulculuk için yüzde 3 ve daha altına düşmesi hatta tümüyle kaldırılması gerekir. Ama duruma ve ihtimallere bakınca da siyaset ve iş yapma tarzını artık bildiğimiz Ak Parti barajı 7’ye düşürebilir, sonuçları değiştirmese de demokratikleşme yolunda bir adım daha attım deme fırsatını değerlendirir.

Sistemin yenilenmesi için baraj meselesinden sonra yapılacak ikinci önemli değişiklik seçim çevresi tanımının değiştirilmesidir. Büyük illerde hala nüfusa göre ikiye, üçe bölmeler şeklinde yürüyen sistem, tümüyle yeni bir seçim çevresi tanımına bağlı olarak değiştirilebilir. Seçim çevresi denilince de dar bölge mi milletvekili sayısını sabitleyen (örneğin 6-10 milletvekili) gibi yeni bir tanım mı yapılacağı tartışılacaktır.

Ama tüm bunların ötesinde gerçekten siyaseti demokratikleştirmek istiyorsak, yalnızca seçim sistemini değiştirmek, hele yalnızca barajı 2-3 puan düşürmek gibi görünür değişiklikler değil gerçekten siyaseti düzenleyen tüm kurum ve kuralları tartışmalıyız.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.