Biliyor musunuz, ülkemiz ve halkımız çok özeldir. Biraz saf, biraz eğitimsiz, biraz unutkan, hep kandırılmaya, yönlendirilmeye açık. Şimdiye kadar 14 genel seçimde oy verdi.
BEKİR AĞIRDIR (Arşivi)
Biliyor musunuz, ülkemiz ve halkımız çok özeldir. Biraz saf, biraz eğitimsiz, biraz unutkan, hep kandırılmaya, yönlendirilmeye açık. Şimdiye kadar 14 genel seçimde oy verdi. Kaç partiyi iktidar yaptı, kaçından iktidarı geri aldı. Ama bilerek değil, anketlerin yönlendirmesi ve politikacıların vaatleriyle… Tabii bir de seçim rüşvetleri, kömürler-erzak paketleriyle… Halkımız dört yıl uyur, siyasetle ilgilenmez, zaten işsizlik ya da yoksulluk sorunu da onun değildir. Unutkanlığına, siyasetten uzak olması eklenince, her siyasi aday pirüpak önüne çıkar, son ayda propagandasını yapar, oyunu alır.
Gerçekten böyle mi sanıyorsunuz? Tam burada okumayı bırakın, kendinize sorun bakalım: Hangi partiye oy vereceksiniz? Eminim tümünüzün kararı net. Oyunuzu, anketlere ve medyaya bakarak değiştirecek misiniz? Seçim afişi afili diye veya yarın evinize o erzak paketi gelince oyunuz değişir mi? Şimdi içtenlikle düşünün bakalım, sizin fikriniz değişmiyorsa, Hatice teyzeninki niçin değişsin?
İnsanların oyuna nasıl karar verdiği, ülkemizde önemli bir seçim efsanesi. Aydınlarımız, okumuşlarımız sanır ki kendisi biliyor, ama halk hiç anlamaz ve kandırılabilir. İstanbul’dan Ankara’dan bakınca böyle görünüyor herhalde.
İnsanların siyasi tercihleri, diğer yaşam tercihleri gibi, aklıyla yüreği arasındaki karmaşık süreçten geçerek belirlenir. İnsanlar kendi sorunlarına somut çözüm öneren ya da çözüm üreteceğine inandığı ve o anda önlerindeki seçenekler içinde kendilerine en yakın bulduklarına oy verirler. Kritik olan “seçenekler arasından” birisini seçmektir. Eğer istediğiniz yere park edebiliyorsanız, aracınızı otoparka koyma kararınızın tartışılmaması gerekir. Yanlış varsa, istediğiniz yere park edebilme imkanınızın olmasındadır, bunu seçmenizde değil.
Bu nedenle öncelikle şunda anlaşalım: Halkın beyanına, tercihlerine itibar edilir. Eğer itirazınız varsa, doğru olduğunu iddia ettiğiniz seçeneği hayata geçirmek ve halkın önünde seçenek olabilmek için çalışmak hem de çok çalışmak gerekir.
İkinci olarak, evet propagandaların, vaatlerin, reklamların etkisi vardır. Ama sanıldığı kadar ve oranda değil. Sorun, kendi umduklarımızın halkın tercihleriyle uyuşmadığı hallerde hep bir hinlik aramamızdadır.
Seçim öncesi son iki ayda seçmenin belki yüzde 5-10’u henüz gerçekten kararsızdır ve sözü edilen etkilere açıktır. Seçmenler duygulardan çok dertlerinden yola çıkarak düşünürler. Hele bugünkü iletişim dünyasında, halkın liderler ve partileri hakkında bir bilgisi ve fikri olmadığını, bazıları birleşirlerse oylarının çok artacağını varsaymak yanıltıcıdır. İnsanlar liderlerin geçmişlerini, siyasi sorumluluklarını, yaptıklarını, ne için biraraya geldiklerini bilmiyorlar mı sanıyorsunuz? İnsanlarımızın 40 yıldır gördüğü, dinlediği, ne söyleyip ne söylemediğini, ne yapıp ne yapamayacağını bildikleri liderleri hâlâ anlamadıklarını, hâlâ onlara güvenme ihtimali olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Anketler nasıl da kandırıyor!
Hoş bir seçim efsanesi de anketler meselesi… Uğruna yasa bile çıkardık, seçim yasakları arasında, anket yayınlamak da var artık. Neden? Çünkü bu anketçiler, hep büyük paralar alarak, saf halkımızın oylarını manipüle edecek şeyler yaparlar. Herhalde sanılıyor ki insanlar son gün bakar, hangi ankette hangi parti öndeyse oyunu o partiye verir.
Anket ne demek? Sıradan insanların herhangi bir konu, ürün veya sorun hakkında fikrinin ortaya çıkarılmasına yönelik bilimsel yöntemlerden biri. Her bilimsel metodu uygularken olduğu gibi bazı handikapları ve çözüm metodları da vardır. Elbette anket şirketleri arasında da işini doğru yapanlar da yapmayanlar da vardır, bunun seçimini reel hayat ve müşteriler zaten yapar.
Düşünün, doktor çocuğunuzun ateşini ölçüp “ateşi var, şu ilaçları içir, şu tedbirleri al” diyor. Ne yapacaksınız? Önce doktorun kimliğini sonra termometrenin markasını, sonra da ateşi koltuk altından mı, ağızdan mı almak gerektiğini tartışacaksınız. En önemlisi, “zaten benim oğlum ateşlenmez ki” deyip hiç tedbir almayacaksınız. Tabii oğlunuzun ateşi zatürreeye dönünce, mümkünse, Meclis’ten doktorlar ve ateş ölçme metodları üzerine yasa talep edeceksiniz. Aslında sorun sizin tartışmalarınızda ve talebinizde değil ama birileri ciddiye alır da gerçekten yasa çıkarırsa fena… Elde, anketlerin milyon dolarlara yaptırıldığı rivayetleri, sonuçların yönlendirildiği efsaneleri ve derdini bir türlü anlatamayan, sesini duyuramayan sıradan yurttaşlar kalır. Temel’in mezar taşındaki “hastayım dedim inanmadınız, n’oldi şimdi” yazısındaki gibi.
İttifaklar ve hukuk
Ülkemizde hukuksuzluk, giderek büyüyen bir sorun. Konumuz seçim efsaneleri olduğuna göre o noktadan bakalım. İzliyoruz her gün; partiler ittifak yapmaya çalışıyor, ayrılıyor, barışıyor, listeler yeniden, yeniden yapılıyor. Başta medya, heyecanla izliyor, hatta alkışlıyoruz. Soralım o zaman, seçim yasalarımıza göre ittifak yasal mı? Hayır. Nasıl olacak? Yasanın kenarından dolaşılacak, yasaya karşı hile yapılacak. Yararsa, kimin yararı, hile ise kime karşı hile? Üstelik aleni, alkışlarla onaylanarak. Hukuk örgütleri, kurumları bu ihlale ne diyor? Ülkemizi öcülerden korumak için yasaların dışına çıkılabilir mi yoksa? Sonra da genç nesillere “hukuk” diyeceksiniz.
Peki bu ittifaklar ne için yapılıyor? Hemen her parti bir diğeriyle ittifak görüşmesi yaptı. Neyi tartıştılar, Kürt sorunun çözümünü mü, işsizliği mi, sosyal güvenlik problemini mi? Hangisi neyi savunuyor, öneriyordu da şimdi ittifakla politikalarını daha da geliştirdi, yepyeni öneriler çalıştı, o sorun hakkındaki kadro eksiğini tamamladı? Çok şey mi istedim? Aynı şeyleri savunanlar birleştiler diyelim, öyle mi acaba? Bakın ittifak yapanlara, geceyle gündüz kadar farklı şeyleri söyleyenler biraraya geldi, gelmeye çabaladı. Ne için? Tabii ülkemizin ulvi yararları için. Sorun yine genç nesillerde. Anlamıyorlar bir türlü koltuk pazarlığındaki ulvi amaçları.
Her sene Mayıs ayından itibaren spor sayfalarında yabancı transfer efsaneleri okurduk. Eğlenceli de olur aslında, dünyanın en büyük yıldızlarının “geldi, geliyor” haberleri. Ama gündem bu sene farklı… Politikacılarımız dünya çapındaki yıldızlara fark attılar bu sefer. Profesyonelce görüşmeler yaptılar, alacaklarını vereceklerini görüştüler. Bir zamanlar “kaç masan var” denilen assolistler misali “kaç oyları olduğunu” masaya sürdüler. Ne için? Ülkemizin ulvi yararlarıyla, kimi laik cumhuriyetimizi antilaik öcülerden, kimi de demokrasimizi öbür öcülerden korumak için. Birisine rastlasam soracağım, ülkenin eğitim sorunu için önceden ne düşünüyordu, şimdi ne oldu? Nasıl ikna oldu bu partinin önerdiklerinin daha doğru olduğuna? Bir başka seçim efsanesi olarak dönme edebiyatı şaheserlerini dinlemeyi sürdüreceğiz yani.
Baştan başlamak
Sevgili Ufuk Uras geçen gün bir toplantıda bir fıkra anlatmıştı. Oğlu olan Vahdettin’e, veziri adını ne koyduğunu sormuş. Vahdettin “Ertuğrul” deyince, vezir “hayda, her şeye baştan başlıyoruz desenize” demiş. Ufuk Uras da önermişti. Evet, her şeye baştan başlayalım. Ama önce tanımlardan. Siyaset nedir? İktidar olmak ne demektir? Uzlaşma nedir? İstikrar nedir? Önce basit tanımları, sade kelimeler ve fikirlerle yapalım örneğin. Sonra değişen çağı, değişen yaşamın ritmini konuşalım. Buradan solu, sağı ya da başka yönleri, eksenleri tartışalım. Demokrasiyi, halkı, seçimleri konuşalım. Kendimize yeni bir anayasa talep etmekten başlayalım örneğin. Parti nasıl olmalı, örgüt nasıl yapılanmalı, siyaset tarzı neden önemli, tartışalım.
Tüm bunlara başlamadan ise, ilk kabulümüzü yapalım: Halkın beyanına, tercihlerine, taleplerine itibar edilir. Halka rağmen, halk için olduğunu sandığımız iddialar savunulmaz.
Baştan başlayalım, çünkü tüm bu seçim efsanelerinden sıyrılarak baktığımızda göreceğiz ki 23 Temmuz sabahı, ülkemizin reel sorunları ve bizlerin yapması gerekenler bugünkü halleri, ağırlıkları ve önemleriyle aynen önümüzde duruyor.