Seçim beyannamelerinde ekonomi bölümleri ve ekonomik vaatler, ikici boğaz açmaktan, doğan çocuklara altın takmaya kadar çeşitlilik, gönlü bolluk ve fantezi içeriyor. Hedefler gerçekçi mi değil mi sorusu ekonomi yazarlarının meselesi. Ama seçmenin bu vaat yükseltme yarışından mutlu olacağı açık.
Hâlbuki gerçek çılgın proje liderlerden birinin yeni anayasa için temel ilke ve tercihleri söyleyerek, devleti yeniden yapılandıracağını söylemesi, seçmene güvenip bu ilkeler için oy istemesi olurdu. Görünen iki büyük parti de seçmenin vaatlere oy verdiğini, siyasal ve toplumsal kutuplaşmadan memnun olduğunu, toplumun giderek birbirinden kopuk, birbiriyle ilişkisiz, kendi gettolarını yaratmaktan memnun ve mesut olduğunu, ortak yaşama iradesinin zayıflamakta oluşunun seçmeni rahatsız etmediğini düşünüyorlar ki, ekonomik ve fantastik vaatler ağırlıklı bir kampanyaya başladılar.
Birbirinden farklı doz ve mesafelerde de olsalar, toplumun ve ülkenin siyasi yapısının tıkandığı sorunlardan ve gündemden uzaklar. 2007 Seçimlerindeki belirleyici karakter ekonomik meselelere dair algı ve beklentilerdi. Çoğu seçimde de böyle olmuştur. Fakat bu seçim için benim öngörüm, yeni toplumsal mutabakat, yeni anayasa ve Kürt meselesinin ana eksen olacağı yönünde. Ama iki parti de 2007’de kalmış görünüyor. İkisi de aynı hatayı yapmakta olduklarına ve seçmen de bu tablo içinde var olan seçenekler içinden bir tercihte bulunacağına göre, parti tercihlerinde radikal değişiklik olması için bir neden de kalmamış demektir.
Kürt meselesinde kritik eşik
Yine de iki partinin de yeni anayasadan ve Kürt meselesinden yetersiz olsa da beyannamelerinde yer vermeleri anlamlı ve olumlu. Her iki seçim beyannamesini dikkatlice inceleyince genel olarak metinlerin içine, ardına sinmiş bir siyasi yaklaşımda mutabık oldukları görülüyor.
Kürt meselesi özü itibariyle Türkiye’ye dair boyutları, bölgeye dair boyutları ve Kürtlere dair boyutları olan, karmaşık ve çok boyutlu, çok eksenli bir mesele. Türkiye’ye dair boyutları insan hakları ve demokratikleşme, yeni anayasa, yeni toplumsal mutabakat ve yönetim meselesi. Bölgeye dair boyutları ekonomik geri kalmışlık ve yoksulluk. Kürtlere dair boyutları ise kimlik ve kültürel meseleler.
İki partinin de Kürt meselesinin Türkiye’ye dair demokratikleşme boyutunu ve bölgenin ekonomik geri kalmışlığına dair kısımlarını sahiplenmekte oldukları görülüyor. Her iki beyannamede ama özellikle Ak Parti’ninkinde de dikkati çeken eksiklik Kürtlerin kimlik meselelerine dair olan sorunlar.
İki partinin demokrasi ve insan hakları konusunda farklı kısıtları ve eksiklikleri olmakla beraber ikisi de beyannamelerinde demokrasi vurgusu yapıyorlar. Öyle anlaşılıyor ki, iki parti de ülkenin demokratikleşmesi yolunda mesafe alındıkça Kürt meselesinin çözümüne ulaşılacağını varsayıyorlar.
Bireysel haklar mı kolektif haklar mı?
Burada kritik eksiklik hem ülkenin geneli için hem de Kürt meselesindeki boyutu itibariyle yönetim meselesinin henüz iki parti tarafında da anlaşılamamış olması. 2011 Yılı Türkiye’sinde insanların kendi kararlarını verebilecek yetkinlikte olmadığına inanıyorlar ve hala merkeziyetçi devlet ile üniter devleti karıştırıyorlar.
İkinci kritik eksiklik ve belki de bilinçli tercihleri, bireysel haklar üzerinden gelişmenin Kürt meselesini çözeceğine olan inançları. O nedenle de bilinçli olarak kolektif haklar üzerinden hiçbir net duruş ve tercih göstermiyorlar. Bu konuda da vesayetçi devlet yapısıyla zihniyet açısından uzlaşmış durumdalar.
Tartışmalı olan, yok sayılmaya çalışılan, çok mecbur kalınca da utangaçça sözü edilen kolektif haklar konusundaki en önemli iki kritik sorun anadilinde eğitim ve kamu hizmetlerinin Kürtçe verilebilmesi konuları.
Hâlbuki bu iki konu da son aylarda daha da yüksek sesle dilendirmekte olan BDP’nin ve Kürt siyasetinin vazgeçemeyeceği talepler. Dolayısıyla birisi iktidarda birisi ana muhalefette olacak olan iki büyük partinin bilinçli olarak yok saydıkları ve hatta reddettikleri kolektif haklar sorunu üzerinde Kürtlerle uzlaşılmadan Kürt meselesini nasıl çözebileceklerine dair bir projeleri olduğu düşünülür.
Kritik nokta da buradadır. Kürtlerin olmadığı bir uzlaşma olanaklı mıdır? Eksikli olan bu uzlaşmadan genel ve yeni bir toplumsal mutabakat çıkabilir mi? Bu mutabakatın eksikli olduğu durumda yeni anayasa olanaklı mıdır yoksa yamalar, madde değişiklikleriyle bir dört yıl daha mı geçirilecektir? Göreceğiz…