“Whack a mole” oyununu bilir misiniz? Çocuk oyun alanlarında makineleri var. Şimdi bilgisayar verisyonu da. Deliklerden köstebekler kafa çıkarır rastgele. Sizde elinizdeki kauçuk tokmakla o köstebekleri vurursunuz. Vurduğunuz kafa sayısına göre puan alırsınız. Kafa çıkaracak köstebekler “rastgele” çıkıyor gibi görünse de, mekanizmanın bir çalışma sistematiği vardır. Rastgele değil, programlıdır yani. Oyun ilerledikçe ve puanınız arttıkça kafa çıkaran köstebekler hızlanır. Siz bir süreden sonra herhangi bir planınız, stratejiniz olmadan yalnızca daha hızlı hareket etmeye çalışarak ve neredeyse rastgele elinizdeki sopayı savurmaya, makineye rastgele vurmaya başlarsınız.
Ülkede özellikle son bir yılda olanlara ve hükümetin de çıkan sorunları yönetme ve çözme tarzına bakınca bu oyunu anımsadım ben. Son haftanın MİT meselesi de böyle.
Sorunların tümü aynı zihni kaynaktan
Hükümet ısrarla bir zihni yanılgıyı sürdürüyor. İster ekonomik, ister siyasi, isterse de dış politika sorunları olsun, hükümetin anlamadığı sorunların her birinin birbiriyle ilintili ve benzer zihin haritalarının ürünleri olduğu.
Bırakın çok büyük olan ve çok tartışılan Uludere, MİT gibi olayları veya Taksim meydanı düzenlemesi gibi kararları, son bir haftada olan ve kamuoyunun bile çok da farkında olmadığı olayların bazılarına bakın.
Örneğin Danıştay’da dinleme böcekleri bulunmuş. Elli bir milyon seçmenin tüm kimlik bilgileri sanal ortamdan çalınmış. Bilgi Teknolojileri Kurumu sistemlerine sızılmış, kritik kişisel verilerinin de bulunduğu bazı veritabanları kopyalanmış. Şu an itibariyle her bir yurttaşın adına sahte belge üretebilmeyi, işlem yapabilmeyi sağlayacak veriler ortalıkta. Yani hukuki ve siyasi sistemin temel direği kırılmış, hiç kimsenin yurttaşlık hakları güvencede değil.
Taksim Meydanı projesiyle MİT meslesi benzer mi?
Şimdi diyeceksiniz ki bu olaylarla MİT tartışmasının, Cemaat ile Ak Parti kapışmasının bu olaylarla ya da Taksim Meydanı düzenlemesiyle ne benzerliği var?
Üç türlü ilişkisi var. Birincisi ülkede öncelikle Ak Parti yandaşlığı ve karşıtlığı üzerinden bizzatihi aktörü olanlarının bile boyutlarının ve derinliğinin farkında olmadıkları büyüklükte enerji üreten ve biriktiren bir gerilim var. Öte yandan doğal siyasi, toplumsal ve ekonomik gerilimler de var.
Bu gerilimlerin bir kısmı olumlu, üretken, sinerji yaratacak, yeni bir siyasal uzlaşmanın kapısını açma potansiyeli taşıyan gerilimler olduğu halde, Ak Parti başından beri bu gerilimleri ayrışma ve kutuplaşma yönünde körükledi. Eleştiren ve seçmeni olmayan herkesi siyasi muhalifleri olarak değil, Ergenekon çengelindeki düşmanları olarak gördü. Karşısındakilerin de bu süreçte rolleri var ama bugün konumuz Ak Parti.
Benzer bakış açısı dış aktörlere karşı da üretildi. Öyle bir noktaya gelindi ki, korku ve paranoya aklıselimin önüne geçti.
Devlet yeniden yapılanmadan çeteler biter mi?
Devlet içindeki çetelerle mücadele demokrasi, devletin yeniden yapılanması için olması gerekenden çıktı, paranoyanın aktörlerinin tümünü yok etme hevesine dönüştü. Üstelik bu hedef, hemen her yöntem ve aracı da meşrulaştırdı. Cari açık diyen de, faiz politikasını eleştiren de, KCK tutklamalarına itiraz eden de, yerli yazar da, yabancı yazar da ve hatta başka ülkelerin siyasi yöneticilerine kadar herkes muhalif değil, düşman ilan edildi.
Bu yolculuktaki yol arkadaşlıkları, ittifaklar şimdi aynı yöntem ve araçlarla birbiriyle nihai değil ama bir ara hesaplaşmaya tutuştu. Tutuştu ama önceki süreçlerin yaralanmış, düşman ilan edilmiş tüm aktörleri şimdiki ara hesaplaşma sürecine bir biçimde dahiller, kimi açıktan kimi gizliden. Son günlerdeki cemaat ile iktidar hesaplaşmasına daha da yakından bakmak istiyorsanız Oya Baydar’ın ve Tayfun Atay’ın yazılarını okuyun derim.
Ak Partinin siyasi sorunları çözme hüneri sorunlu
Tüm sorunların kökeninde birbiriyle ilişkili olduğu savımın ikinci gerekçesi de şu: Ak Parti ekonomik ve sosyal bazı sorunların çözümünde, özellikle hizmet ve proje üretiminde oldukça başarılı oldu. Son on yılın ekonomik gelişimi, son otuz yılın toplumsal değişimiyle birleşince yeni hayatın hukukunu üretmek gerektiği ortaya çıktı. Değişimin hukuku varolan siyasal sorunlar çözülmeden (örneğin Kürt meselesi) çözülmeden üretilemezdi. Ak Parti ekonomik sorunlardaki yönetme hüner ve başarısını siyasal sorumlarında gösteremedi, hatta sınıfta kaldı.
Asıl önemlisi Ak Parti hala değişimin hukukunun önünde en büyük engelin artık kontrol ettiğini sandığı devletten geldiğini de görmüyor.
Keyfilik yasalara kadar geldi
Üçüncü ilişki ise Ak Parti’nin yönetme tarzından kaynaklanıyor. Keyfilik ve ben yaptım oldu tavrı hem Taksim Meydanı projesinde hem de Hakan Fidan için çıkarılan özel yasada gözleniyor. Ak Parti, ülke ve toplum için, toplum adına herşeyi bildiğini düşünüyor ve en az siyasi muhalifleri kadar halkave katılımcılığa güvenmiyor. Bu nedenle de ne şeffaflık ne de hukun üstünlüğü konusunda ideolojik ve net bir duruşu var.
Ak Parti hala geçici yöntemlerle, kimi zaman pat küt vurarak her bir sorunu atlatacağını sanıyor. Şimdiki cemaat kapışmasının da bir biçimde sulha dönüşeceğini umuyor.
Ak Parti yeni bir vizyon geliştiremez ise hem önüne çıkan sorunlar sıklaşacak hem de her yeni sorun bir öncekinden daha sert olacak. Üstelik açık siyaset yerine örtük her ittifakın bedeli kendisi için daha da ağırlaşacak.