Oyun yeniden kurulurken

Ak Parti ile cemaat gerilimi neyi ima ediyor? Meselenin dershanelerden ibaret olmadığını herkes biliyor. Aslında dershane problemini gerçekten konuşmamız gerekiyor ama bugünlerde yaşanan çatışmanın sebebinin bu olmadığına herkes hemfikir.

Bu çatışma bir bakıma iktidar bloğunda da bir çatlak.

Aktörler üzerinden bakılınca Ak Parti referandum sonrası yaptıkları ve söyledikleriyle demokratların bir kesimiyle entelektüel beslenme yollarını kopardı. Sonra Gezi’ye tepkisi ve sonrasındaki Gezi’ye dair söylem ve yaptıklarıyla yine demokratların bir kesimiyle daha yolları ayırdı. Aslında Gezi ve dış politika etrafındaki tartışmalarda tutulan dil ve yol ile neredeyse liberal ve demokratlarla ilişkisini tümüyle kesti de denebilir. Açılım sürecinde hala BDP ile sağlıklı bir diyalog ve işbirliği zemini geliştirmekten ırak tutumuyla, süreci yalnızca İmralı ilişkisine indirgeyerek, Kürt siyasetiyle de bir yol arkadaşlığı kurmak istemediğini her gün belli ediyor.

Meclis çalışmalarında ise hemen hiçbir konuda muhalefet partileriyle özellikle son iki yıl boyunca, hiç bir diyalog ve uzlaşma arayışını da gözlemiyoruz.

Neredeyse tüm dış dinamikler ve aktörlerin her birisiyle de bir biçimde gerilim yaşıyor, her uyarı ve eleştiriyi düşmanlaştırmaya devam ediyor.

Ve son iki yılda hatta daha net söylemek gerekirse 12 Eylül 2010 referandumundan bu yana, gerek içeride gerekse de dışarıda hemen her konuda geliştirilen siyaset ve ilişki tarzı ve söylemiyle Ak Parti uzlaşma arayan değil kavga arayan bir görüntü veriyor.

Anlaşılan o ki Ak Parti yalnızca seçimlerdeki oy desteğiyle yürümek istiyor, hiç bir siyasi veya sivil aktör ile ve fikri akımla işbirliği ve diyalog ihtiyacı duymuyor. Ki araştırmalarla da bu toplumsal desteğin en azından bugüne kadar sürmekte olduğu görülüyor.

Peki, ama neden? Siyaseti ve oy meselesine dair hesapları iyi bildiği kabul edilen Recep Tayyip Erdoğan ve Ak Parti neden şimdi, hem de seçim rallisi başlarken, tüm fikri ve siyasi ittifakları, destekleri tartışır ve gözden çıkarır hale geldi? Neden şimdi, kavga ettiği her kesimin üretebileceği potansiyel oy kaybetme riskini göze alıyor? Son iki yılın tüm bu süreçleri yalnızca Recep Tayyip Erdoğan’ın siyaset tarzı ve diliyle açıklanabilir mi?

Bir yandan da ülkenin geldiği yer ve temel bir ihtiyaç var. Var olan devlet aygıtı, yönetim sistematiği ve hukuk ne bugünün gündelik hayatının ritmine uygun ne de var olan siyasi ve toplumsal sorunlar bu temel yapı değişmeden çözülebilir. Bugün Anayasa Uzlaşma Komisyonu çalışmaz hale gelmiş de olsa bu ihtiyaç ortadan kalkmış değil.

Yeni Türkiye’yi bu seçim rallisinden sonra oluşacak siyasi kadrolar kuracak. Yalnızca Ak Parti’de değil diğer partilerde de yerel ve ulusal seviyede siyasi kadrolar ciddi oranda yenilenecek. En önemli değişiklik ise Ak Parti’de olacak. Olağanüstü değişiklikler olmaz ise lideri ve yönetici kadroları büyük oranda değişecek.

Yeni kadroların arayışı kadar her bir partide kayda değer biçimde ideolojik arayış var. Dört parti de kendi pozisyonuna, seçmen tabanına ve kimlik siyasetine sıkıştı. Her birisi farklı yöntem ve tartışmalarla bu sıkışmayı aşmanın yolunu arıyor. Kısaca her birisinin siyasi vizyonunu yenilemesi ihtiyacı da önlerinde duruyor.

Her birisinin içinde eski, bildik devlet ve yönetim yapısını sürdürmek isteyenler var, değiştirmek isteyenler de. Farklı ton ve dozlarda da olsa her birisinin içinde eski ve yeni gerilimi yaşanıyor.

Bir bakıma, Ak Parti de diğerleri de 2015 sonrasına yeni pozisyon üretmeye hazırlanıyorlar. Bu nedenle de önümüzdeki iki yılda kartlar yeniden dağıtılacak, oyun yeniden kurulacak.

İşte bu açıdan bakınca, Recep Tayyip Erdoğan kendisinden sonraki Ak Parti’nin vizyonunu, ideolojisini, kadrolarını biçimliyor bir yandan. Diğer yandan bu vizyon ve kadrolarla oluşturacağını düşündüğü yeni hayatın çerçevesini çiziyor ve içeriğinin satır başlarını yazıyor. Bir yandan da hala süren toplumsal desteğini ve bu desteğin üzerindeki dönüştürücü gücünü kullanarak seçmeni ve toplumu da yeni hayatın parametreleri üzerinde bir kabule itiyor.

Bunları başarıp, başaramayacağı ayrı bir tartışma. Ama şunu söylemek mümkün sanırım. Recep Tayyip Erdoğan çerçevesini çizip, köşelerini belirlediği yeni Türkiye’de güçlü bir devletten yana. İkincisi de dindar bir toplum arzuluyor.

Güçlü bir devlet ve dindar bir toplum tasavvurunda da ne demokratlarla, ne liberallerle, ne Kürt siyasetiyle ne de Gezi’nin temsil ettiği yeni kent, insan ve duyarlılıklarla ortaklık kuramayacağını düşünüyor.

O zaman da her bir aktörle kavga ederken aslında yeni Türkiye için olası ittifakların önünü kapamaktan da çok, verilen kavganın argümanları ve dili üzerinden kendi partisinin gelecek çerçevesini çiziyor.

Bu hamlelerin ne kadar başarılı olacağını Ak Parti’nin önümüzdeki iki yılda nasıl şekilleneceği belirleyecek bir yandan. Öte yandan diğer partilerin ve sivil siyasetin yeni Türkiye’ye dair ütopya ve vaatlerinin nasıl şekillendiği de belirleyecek.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.