Hareket halinde olan, eski kentli, seçkinci ve batılı hayata dahil ol(a)mayan yeni kentliler alternatif bir hayat kurdu.
Siyasete güvenmediler. Çünkü siyaset onların ekonomik ve sosyal hiçbir sorunlarını çözemedi yeni yüzyılın başına kadar. 12 Eylül sonrası 2002 seçimlerine gelene kadar beş seçim yapıldı ama 14 ayrı hükümet kuruldu. 1987’ den sonra her seçimin galibi başka bir parti oldu ama hiçbiri toplumun bu güvenini kalıcılaştıramadı. Bu yirmi yılda hükümetlerin ortalama ömrü bir yıl dört ay oldu ki bu ortalamaya uzun ANAP iktidarı dönemi de dahildir.
Hukuka güvenmediler çünkü kendi deneyimleriyle de biliyorlardı ki ülkedeki hukuk devletin yurttaşını denetlemek için vardır, yurttaşın hayatını düzenlemek için değil.
Bu toplum sanıldığı gibi derin bir kadercilik içinde de olmadı hiçbir zaman. Elbette kadere inanırlar tüm kalpleriyle ama tüm bir hayatlarını da “alın yazımız bu” diyerek yoksulluğa ve yoksunluğa razı, eylemsizlik içinde geçirmediler.
Herkes elindeki oltasıyla avanak bir balinayı avlama umudunu hep diri tutuyor. Ama hiç kimse de akşam yemeği hesabını o avanak balinaya göre yapmıyor.
Geçen yazımda da söylediğim gibi “gündelik hayatın içinde yavaş, yavaş alternatif bir hayat oluştu. Ne doğulu ne de batılı, ne modern ne de geleneksel olarak kolayca kodlanamayacak bir sentez ortaya çıktı. Yüz elli yıldır süren, özünde Batılılaşmayı hedefleyen modernleşme projesi ile bu toprakların kültürünün ve inançlarının manevi kodları iç içe geçti ve yeni bir hayat oluştu”.
Bu yeni hayat oluşurken kendilerine bazı “emniyet alanı” yaratacak anlayış ve davranış biçimleri gelişti. Birincisi zihinlerde ve eylemlerde bireysel hayat ile ülke hayatı ayrıştırıldı. İkincisi de değerler ile hayat pratikleri birbirinden ayrıştırılmaya başlandı.
Değişim talebi bu ikiliklerden besleniyor
Hiç kuşkunuz olmasın toplum ne yaptığını, neden yaptığını biliyor. Tüm araştırmalarımızda şu ortaya çıkıyor. İnsanlar kendilerine doğrudan değen meselelerde çok daha gerçekçi, soğukkanlı düşünüyor, geleceğe umutla bakıyor. Ama ülkeye, genel hayata dair meselelerde kimlik tuzaklarına düşüyor korkular, güvensizlikler yükseliyor.
Bu ikilikler arasındaki boşluk aynı zamanda gerçek değişim talebinin de yükseldiği alan. Değerleriyle hayat pratikleri arasındaki boşluk aynı zamanda farkındalıklarını da gösteriyor. Hayat pratiklerinde tercih ettiklerini değerlerinden ayırırken ne yaptığını biliyor aslında. Ama diğerlerinin, ötekilerin yaptıkları ve yapacakları üzerinden kendi yaptığını gerekçelendiriyor, kendine bir meşruiyet alanı açıyor.
Bu durumun da herkes farkında. Değişim talebini üreten de bu durum ve bu farkındalık. Değişimi diğerlerinin talepleri, kazançları üzerinden duyunca belki tepki veriyor ama değişimi hepimizin hayatı üzerinden, onun hayatına doğrudan getirecekleri üzerinden dinleyince umutlu ve geleceğe inançlı.
Jenga oyunun bilirsiniz. Elli dört parça küçük, şekli ve büyüklüğü aynı olan tahta bloklardan oluşan Jenga oyununda bir kule oluşturarak oyuna başlanır. Oyunda amaç kuleyi yükseltmektir. Oluşmuş kuleden bir parçayı çeker üste koyarsınız ve sırayla, kuleyi devirmeden, kuleyi yükseltmeye çalışırsınız. Yani oyun bir denge oyunudur ve aynı elli dört parça ile başlangıçtan daha yüksek bir kule yapmaya çalışırsınız. Alttan alıp üste koyduğunuz her bir parça ile kulenin altlarındaki dayanakların ve dengenin bozulmakta olduğunu da bilirsiniz. Kule yükseliyor gibi görünür bir yandan ama sağlamlığı da gidiyordur.
Değişim talebi ortak
Toplum da jenga oyunundaki gibi bireysel hayatı için her yeni adımda ülke hayatında ve yarınında ne eksilmekte olduğunu biliyor, en azından hissediyor. Değişim talebi de buradan besleniyor.
Her yüz kişiden altmış sekizi “yeni ürünlerin hayatına olumlu katkısı olacağına” inanıyor.
Her yüz kişiden yetmiş dördü “yeni teknolojilerin hayatına olumlu katkısı olacağına” inanıyor.
Her yüz kişiden yetmiş biri “yeni fikirlerin hayatına olumlu katkısı olacağına” inanıyor.
Her yüz kişiden kırk yedisi “Türkiye’nin gelişmesi için yapmamız gereken değişikliler sinir bozucu olabilir” derken, otuz biri tereddütlü, yirmi ikisi karşı.
Her yüz kişiden kırk dokuzu “Türkiye’nin gelişmesi için yapmamız gereken değişiklikleri desteklerim” derken, otuz ikisi tereddütlü, on sekizi karşı.
Her yüz kişiden kırk yedisi “Türkiye’nin gelişmesi için yapmamız gereken değişikliklerin hayatıma olumlu katkısı olacağına inanırım” derken, otuz beşi tereddütlü, on sekizi karşı.
Yukarıda özetlediğim bu bulgular esas olarak ne kadın-erkek, ne genç-yaşlı, ne Türk-Kürt, ne Sünni-Alevi, ne eğitim seviyesi, ne gelir seviyesi gibi kümeler üzerinden de özel bir farklılaşma göstermiyor.