Okurun “yine mi kutuplaşma” demesi pahasına yine kutuplaşmadan söz edeceğim. Çünkü hem şu anda toplumun önündeki en büyük belanın potansiyelini barındırıyor hem de yerel seçimin sonuçları itibariyle de önemli bir fırsatı.
Ülkedeki üç taraflı kutuplaşmanın taraflarını bir kez daha tanımlamaya çalışalım. Bir tarafta hayat tarzı üzerinde tehdit algısı hissedenler var. Endişeliler, çünkü gündelik pratikte yapılan birçok şeyin, özellikle hükümetin attığı birçok adımın içine incelikle yerleştirilmiş laikliği aşındırma hamlelerinin olduğunu düşünüyorlar. Çok büyük kısmı bu düşünce ve tehdit algısında gerçekten samimiler. Fakat bu samimi endişelilerin yanı başında, hatta daha da örgütlü oldukları için onların önünde, mitinglerinin kürsüsünde ülkedeki her türlü değişime karşı çıkan, kurulu iktidarını kimseyle paylaşmayan, “ne yapılacaksa biz yaparız, gerekirse halka rağmen yaparız” diyen, tüm dünyayı bize düşman görenler var.
Kutuplaşmanın diğer bir köşesinde reel sorunlarının içinde hayata tutunmaya çalışan, geleneksel değerlerini koruyarak değişmeyi içtenlikle isteyenler var. Fakat onların da önünde, yanı başında, örgütlü olan, sesi daha gür çıkan, hayata tutunmaya çalışanların duygularını öfkeye dönüştürmeye çalışan bir örgütlü koro ve parti var. Bu örgütlü koroya göre, her türlü değişimin önünde birinci taraftaki endişeliler, elitler ve statükocularla beraber engel. AKP iktidarı ile beraber, her türlü demokratik ilişkiyi sayısal çoğunluğa indirgemiş, cumhuriyet tarihindeki her değişimi yanlış bulan, şimdi aç gözlüce bir iştahla her şeyi ve hayatın her alanını işgale ve yeniden tanzime niyetlenmiş, tüm geleneksel değerlerin referanslarını dini referanslara çevirmeye çalışan cüretkârlar var.
Üçüncü tarafta da kendi kimlikleriyle var olmaya çalışan Kürt yurttaşlar var. Onların örgütlü katmanlarında ise etnik milliyetçiliğin tuzağına her geçen gün daha da batan öncüleri ve onların körüklediği öfkenin çoğalışını izliyoruz.
Taleplerin farklı olması doğal, kavga değil
Üç taraftaki talep farklılıklarının olması ya da bir başka deyişle taleplerdeki ve kimliklerdeki farklılıklardan dolayı farklı siyasi tutumların olması doğal. Siyaset de bu farklı taleplerin dillendirilme zemini zaten. Fakat bizdeki sorun üç kutuptakilerin de sade yurttaşların önündeki örgütlü ve sesi gür çıkanlarının çatışmacı, bir diğerini ötekileştirici, her türlü diyalog, uzlaşma ve işbirliğini reddeden bir dil ve siyaset tarzı tutturmuş olmaları.
Toplumda giderek yayılan şey de tam bu. Toplumun önemli bir kesimi giderek bu çatışmacı ve diğerini yok edici dilin etki alanına giriyor. Sade insanlar, kimliklerinden, taleplerinden, hayat tarzlarından türeyen bir siyasete doğru akmak yerine, önce bir siyaset tercihi yapıyor sonra bu siyasetin gerektirdiği hayat tarzını, tercihlerini, düşünme biçimini benimsiyor.
İşte bela potansiyelini de artıran tam bu nokta. Muhakeme yeteneklerimizi yitirdiğimiz, her şeyi karşımızdakinin düşmanlığı üzerinden kurguladığımız hayatların, giderek ortak yaşama irademizi azalttığı düğüm de burada.
Bu duygu haline teslim olmuşlar, hala serinkanlı kalanlara da her dakika bir yanı seç, tutumunu belirle baskısı yapıyorlar. Devlet ile tanrı arasına sıkıştırılmış bu siyasi iklimde insandan yana olmak diğerlerince pek kabullenilmiyor.
Şimdi yerel seçim sonuçları ile toplumun serinkanlılığı ve tercihleri, Tarhan Erdem’in saptamasıyla söylersek, ilk iki kutbun örgütlü öncülerini bir kavşakta buluşturdu. O kavşak demokrasi kavşağı.
Endişeli olanlar gördüler ki, sade yurttaşlara güvenerek de korktukları belayı defetmek mümkündür. Korktukları ve var olduğunu düşündükleri o beladan demokratik kurallar içinde kalarak, siyaset yoluyla da kurtulabilmek mümkündür. Sade yurttaşlar, yalnızca kömür torbalarıyla kandırılabilen, göbeklerini kaşıyarak endişelilerin modern hayat alanlarını işgal etmeyi hedefleyen insanlar değildir. Örneğin bunca tartışılan, seçim yasalarına aykırı olarak beyaz eşya dağıtılan Tunceli’de seçim sonuçlarını da gördük.
Cüretkârlar da gördüler ki sade yurttaşlar geleneksel değerlerini koruyarak değişim isterlerken her şeyi ve hayatın her alanını işgal etmeyi, yakıp, yıkıp yok etmeyi değil yalnızca kendi değişim taleplerinin dikkate alınmasını istemektedirler. Tam bu nokta da bir araştırma bulgusunu not edeyim. Türbanın üniversitelerde serbest bırakılmasını isteyenler % 78, ama türban yasağı sürer ise kızının türbanını çıkararak üniversite eğitimine devam etmesini isteyenler de % 64.
Uzlaşmayı nerede üreteceğiz?
Yerel seçimler sonrası ülkenin yakaladığı fırsat da bu noktada ortaya çıkıyor. Buluşulan demokrasi kavşağında uzlaşmayı nasıl ve neye doğru yapacağız. Demokrasiye güvenin artırılması, demokrasinin sınırlarının genişletilmesi, yapısal reformların yapılması, bir arada yaşamanın ortak kurallarının yenilenmesi için bir uzlaşma üretebiliriz. Ya da daha içine kapanık, kendimizi de ortak yaşamın kurallarını da değişime zorlamadan, bir birinin alanlarına dokunmayan, gettolar halinde bir hayat ve gettolaşma üzerinde de uzlaşabiliriz.
Bu tercihimizin turnosal kâğıdı da Kürt sorununu nasıl ele alacağımız olacak. Kürt sorunu bu ülkedeki temel tüm sorunlarımızın tıkacı olduğunu görecek, Kürt yurttaşlarımızla kardeşçe ve hakça bir hayatın kurallarını yeniden üretecek miyiz yoksa seçimlerin sonucunda ortaya çıkan milliyetçi ve İslamcı partilerdeki oy artışının baskısıyla daha şoven yolları mı tercih edeceğiz?
Evet, önümüzdeki günlerde içine girdiğimiz demokrasi kavşağındaki tercihlerimiz geleceğimizi belirleyecek. Avrupa’nın taşrası mı çağdaş dünyanın bir üyesi mi olmak istiyoruz? Yalnızca kendi kurallarımızla, diğerlerinin olmadığı yüksek duvarlı sitelerimizde mi yaşamak istiyoruz ya da diğerleriyle iletişim ve etkilenme içinde, birbirimizi çoğaltarak yeniden üreten hayatın içinde mi olmak istiyoruz? Her birimizin kendimize sormamız gereken soru bu. Sade yurttaşlar seçimlerde kendi tercihlerini söylediler. Şimdi sıra ülkenin ve her bir kutbun entelektüellerinde, öncülerinde ve siyasetçilerinde.