Son iki yazıdır siyasetin kişiselleştirildiğini ve bu eğilimin siyasetin doğasına aykırı olduğunu yazıyorum. Hayatın hızlanan ritmi, yeni yaşam, üretim, ilişki, örgütlenme ve iletişim tarzlarının ürettiği eğilimin de birey odaklı olduğunu biliyoruz. Bu noktadan bakınca siyasetin de kişiselleşmesi doğal kabul edilebilir belki de. En azından siyasetin bu gelişmeyi ıskalamaması beklenir. Fakat sorun siyasetin ilgi alanını, sorun çözme kapasitesini ve hedefini kişiselleştirdiğinde, tüm varoluş bağlarından ve ortak sorunlarından soyutlanmış bireyleri esas almasında yatıyor.
Bu problemli yaklaşım yalnızca partiler ve siyasetçilerden kaynaklanmıyor. Aynı zamanda siyaset zemininin önemli aktörlerinden birisi olan medyadan da kaynaklanıyor.
Karmaşıklığın ve belirsizliğin esas olduğu, çok aktörlü, çok boyutlu yeni gündelik hayatın içinde her bireyin referans noktalarına, kerteriz alacağı işaretlere ihtiyacı var. Bilgi ve haber bombardımanı altındaki bireyler, değerleri ve inançları kadar gündelik hayatın içinde yorumcu referanslara da ihtiyaç duyuyor. Medya da bu ihtiyacı karşılıyor. Buraya kadar sorun yok. Fakat haber ve yorumcu seçiminden, haber ve yorumların içerik ve niteliklerine kadar birçok konuda hatalar yapılıyor.
Sözü olduğu için değil köşesi olduğu için yazanlar çoğunlukta
Okuyucuya değil birbirine yazanlar, bilgi ve fikir yerine münazara dürtüsüyle şehvetli kalem erbapları çoğaldı. Çünkü bu gelişmeyi teşvik eden iki özel zihni hata yapıldı.
Birincisi habercilik ile yorumculuk birbirine karıştırıldı ve haberler de yorum esaslı verilmeye başlandı. Aynı Milli Güvenlik Kurulu bildirisinin bir paragrafı bir siyasi tarafın gazetelerinde, öbür paragrafı öbür tarafın gazetelerinde manşetlere çekildi. Aynı MGK haberi ve bildirisini iki ayrı gazetede okuyan okur sanabilir ki, iki ayrı MGK ve toplantısı var.
İkinci zihni hata medya hayatı ve siyaseti izleme, halk adına siyaseti ve gücü denetleme rolü yerine hayatı ve siyaseti yönetmeye soyundu ya da kendine böyle bir güç vehmetti. Belki bir dönem başarılı oldu da. Bu hata yalnızca medya erbabının kendisinden değil, hem patronajların hem de siyasetçilerin de tercih ve teşvik ettiği bir durumdu ayrıca. Kısaca medya halk adına iktidarı denetleyici rolünü bıraktı, zihni olarak merkezi iktidara ortak oldu.
Giderek bugünkü duruma gelindi, partilerin yedek kadroları ve stratejistleri gibi çalışan, düşünen, haber yapan ve yorumlar üreten medya… Yani iktidara ortak, siyasi rekabete taraf, kutuplaşmanın çoğaltıcısı, korku politikalarının üreticisi yeni tür bir gazetecilik anlayışı etkin oldu.
İlginç olan ise, bu siyasi rekabet ve kutuplaşmanın her bir tarafının yukarıdaki tespitlerde, karşı tarafı suçlayarak mutabık olması. Herkes bunun hata, yanlış, suç olduğunda hemfikir ama suçlunun öteki olduğunu iddia ederek.
Hayatın ve ülkenin gündemi ıskalandı
Medya bu yaklaşımını ve esas olarak siyaseti liderler ve kendine kişisel olarak yakın ve dost bulduğu siyasetçiler üzerinden sürdürdü. Çünkü böylesi daha kolaydı, bir fikri, siyaseti, örgütü etkilemek yerine doğrudan siyasi yöneticileri esas almak. Yalnızca partiler siyasetinde değil, örneğin sivil toplum alanında da sivil toplum kuruluşu, amacı, felsefesi, eylemleri değil liderleri, kurucu ve öncüleri kişisel olarak öne çıkarıldı.
Haberlerde olayların ardındaki zihniyetler, yapısal ve toplumsal sorunlar değil, bireyler öne çıkarıldı. Üçüncü sayfa haberleri diye verilenler suçu kişiselleştiren olaylar oldu hep. Bireysel hayatlar, başarılar, suçlar manşetlere çıkarıldı.
Örneğin, kadına şiddet magandalık olarak ele alındı yalnızca. Eğer bugünkü kutuplaşma ve bir tarafı zayıflatma çabası olmasaydı kadın meselesi hala magandalık üzerinden haberleştirilmeye de devam edilecekti. Gençlere karşı polis şiddeti haberleştirildi ama aynı gençlerin Başbakan’a sunmak istedikleri ve ellerinde kameralara salladıkları gençlik raporu hiçbir gazetenin ilgisini çekmedi örneğin.
Güncel, popüler olanın peşine düşüldü, hatta güncel ve popülerin ne olacağına karar verilip yönlendirildi ama güncel ile bilim ve bilgi arasındaki boşluk dert edinilmedi. Sade vatandaşın dertleriyle güncel siyasetin arasındaki boşluk da.
Siyaset zemini, siyaset yapma tarzı, partiler ve medya el birliğiyle siyaseti kişiselleştirdiler. Varsayıyorlar ki, Amerikan politika tarzı benzerleri ve popüler pazarlamanın yolu olarak reklamlar, doğrudan pazarlama yöntemleriyle toplumun siyasi tercihleri biçimlenir. Örneğin her gün on sayfa satılık lüks konut reklamı gören bireyler Kürt olduğunu, kadına şiddet mağduru olduğunu, umutsuz-kötümser genç olduğunu unutur, ekonomik algı ve beklentisiyle oy tercihi yapar. Örneğin her gün aynı dilden, aynı zihniyetten, parti yedek kadroları gibi yazan köşe yazılarıyla bireyler etkilenir, parti tercihini değiştirir.
Ben siyasetin böyle gelişeceğine emin değilim. Ama partilerdeki ve medyadaki yöneticilerin büyük çoğunluğu emin görünüyor.