Bu düğümlerin iki düzlemde oldukları görülüyor: Yeni anayasayı yapma yönteminde ve anayasanın içeriğinde. Bu nedenle anayasanın içeriği yanı sıra nasıl yapılacağı meselesi de siyasetin ve Meclis’in düğümlendiği nokta olacak.
Yeni anayasanın 2011 Türkiye’si için anlamı ve ihtiyaç duyulan şey, bir yandan devletin ve yönetim düzeninin yeni baştan tanımlanması ve yapılandırılması, öte yandan da bozulan, kutuplaşan, belki de şimdiye dek olup olmadığı önemsenmeyen yeni bir toplumsal mutabakatın ve “biz” duygusunun oluşturulması.
Anayasayı yazacak mıyız yapacak mıyız?
Birinci amaç için yalnızca partiler ve hukukçular müzakere edebilir, uzlaşma üretebilirler. Meclis iyi bir anayasa yazabilir.
Fakat ikinci amaç yalnızca Meclis ve hukukçuların çalışmasıyla sağlanamaz. Bunun yolu Türk-Kürt, Sünni-Alevi, İslamcı-laikçi, solcu-sağcı tartışarak, birbirinin varlığını ve farklılığını öğrenerek, tanıyarak, yani gerçek bir “anayasa yapma süreci” yaşanarak olabilir.
O nedenle bizim en iyi hukuki kuralları yazmaya değil, yeni bir anayasa yapmaya ihtiyacımız var. “Yazılan” için Meclis’teki parmak sayıları yeterli olabilir ama “yapılan” için gereken parmak sayıları değil, herkesin kendini ait hissedebileceği yeni bir tanıma ve mutabakat sürecidir.
Siyaseti demokratikleştirmek gerekiyor
Meclis’in birinci düğümü, bu farklı boyutların farkında olmak ve süreci doğru yönetebilmek noktasında ortaya çıkıyor. Bu düğümü çözebilmek için Meclis’in ilk yapması gereken, anayasa yapma sürecinde her bir farklılığın ve talebin özgürce tartışılabilmesi için siyasetin demokratikleşmesine dair bir yasanın çıkarılması. Başta terörle mücadele yasası dâhil, dernekler ve vakıflar yasaları, toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasası gibi örgütlenme ve ifade özgürlüğü önündeki tüm engelleri kaldıran bir yasa yapılmalıdır. Bugünkü siyaseti düzenleyen yasalar içinde sağlıklı bir tartışma ortamı yürütülemez. Daha iki gün önce 13 öğrencinin Bülent Arınç’ı protesto ettiler diye gözaltına alınabildiği, terör örgütüne üyelik gerekçesinin polis ve yargıçların inisiyatifine ve insafına bırakıldığı bir ortamda yeni anayasa tartışmaları nasıl ve nereye kadar yapılabilir?
Yine sürece dair düğümlerden birisi de siyaset yapma zihniyetlerinde yatıyor. Meclis Başkanı ve Ak Parti sözcüleri umut verici biçimde milyonlarca sade vatandaşın taleplerinin toplanması gerektiğinden ve toplanacağından söz ediyorlar. Ama bir yandan da bu taleplerin nasıl dikkate alınacağı, hangi yöntemlerle değerlendirileceği, taleplerin nasıl hukuki metinlere yansıtılacağı, kabul edilmenin ve yasalaşmanın nasıl olacağı konusunda henüz kimse bir şey söylemiyor. Ne takvim, ne yöntem henüz açık değil.
Sürecin usul ve takvimi yasayla tanımlanmalı
Sürecin nasıl işleyeceği ve takvimine dair bir yasal düzenlemeye ihtiyaç olduğu açık. Bu boşluk sürdükçe ve Başbakan “2012’nin ilk yarısında bu iş biter” dedikçe insan sormadan edemiyor: Süreçten anlaşılan kafalardaki ve çekmecedeki taslağın kabulü için halkla ilişkiler faaliyeti amacıyla mı talepler toplanacak, yoksa birbirimizi tanımak, talepleri öğrenmek, müzakere ve uzlaşma aramak için mi?
Hala iyimserliğimi korumak ve Cumhurbaşkanı’nın Meclis konuşmasında söylediği anayasayı aradığımıza inanmak istiyorum.
“Toplumun her kesiminin bu ülkede kendisi olarak yaşama hakkı, anayasal güvenceler altında itina ile muhafaza edilmelidir. Bunu sağlamanın yolu, özgürlükçü bir anlayışla, milletimizin her ferdine güvenen bir vizyonla hareket etmektir.”
Bu noktada bir zihni düğüm var. Eğer Ak Parti yeni anayasayı devletin yeniden ve kendince yapılandırması olarak değerlendirir ve toplumsal mutabakat boyutunu ıskalarsa veya bilinçli olarak bu tercihi yaparsa yine amaca ulaşamayacağız demektir ki bu nokta önemli bir düğüm noktası.
Dördüncü düğüm ise anayasanın içeriğine dair tartışmalarda ortaya çıkacak. Devletin yeniden yapılandırılması ve bireysel özgürlükler konusunda genel bir mutabakat olduğunu varsayabiliriz. Hemen tüm partiler ve siyasetler farklı renk ve tonlarda olsa da bu konuda bir ihtiyacı dillendiriyorlar. Fakat düğüm Kürt meselesi ve kolektif haklar konusunda çıkacak. Anadilde eğitim bu düğümün en görünür noktası.
Gerçek düğüm Kürt meselesi
Bu noktayı aşmak ise partilerin Kürt meselesine dair tanım, tutum ve çözüm önerilerinde yatıyor. Kürt meselesini teröre rehnederek baktıkları, yapılanları Kürtlerin hakları olarak değil, PKK’ya ve teröre verilen tavizler olarak değerlendirdikleri sürece bu düğümün aşılabilmesi zor görünüyor.