Bülent Arınç’a suikast iddiaları ve kozmik odada arama etrafındaki olaylar ve tartışmalar için medyadan yansıyan genel yorum, kurumlar arası çatışma olduğu saptamasına dayanıyor. İzleyebildiğim kadarıyla bu konuda genel bir mutabakat var.
Mutabakat olmayan kısım ise, hangi kurumlar arasında çatışma olduğu ve niçin bir çatışma yaşandığı sorularına verilen yanıtlarda ortaya çıkıyor.
Anladıklarımı sorularımla beraber özetlemeye çalışayım:
Çatışan kurumlar kimler? Asker ile yargı mı? Asker ile polis mi? Asker ile iktidar mı?
Çatışma ne için? Sistem üzerindeki askeri vesayeti kırmak için mi? Olanlar demokratikleşme sancıları mı? Nihayet hukukun üstünlüğü yolunda mesafe alıyoruz da bunlar şimdiye kadar hukuk tanımayan askerlere karşı yargıçların iyi niyetli hamleleri mi? Asker içindeki darbe çeteleri Genel Kurmay’ın da mutabakatı ile temizleniyor mu? Yoksa Genel Kurmay’ında onayı yok, ona rağmen yargıçlar ve hukuk eliyle darbeciler mi temizleniyor?
Soruları yüzlerce satır uzatmak mümkün. Cevaplar dizisinin ise iki ana damarı var: Birinci yaklaşım, darbe ve suikast girişimleri doğru, darbeciler ya da Ergenekoncular hukuki yollarla temizleniyor, bunun için de polis istihbaratı cansiperane askere karşı çalışıyor, ülke demokratikleşiyor, kısa süre sonra her şey çok güzel olacak.
İkinci yaklaşım, tüm bunlar ılımlı İslamcı bir sivil diktatörlüğe gidiş yolunda, belli bir tarikatın etki alanına girmiş polisler ve yargıçlar eliyle, yolun üstündeki en büyük engel olan askerler, düzmece iddialarla sindirilmeye çalışılıyor.
Sevgili okur, olan biten her şeyi karşı tarafın komploları üzerinden açıklıyor ve çıkış yolunu karşı tarafı yok etmek veya sindirmek üzerinden görüyorsan, yukarıdaki yaklaşımlardan birisini benimsemiş durumdasın demektir. Ve asıl önemlisi işte kutuplaşma diye neredeyse iki yazıdan birinde söz ettiğim tehlike de tam budur. Muhakemelerin kaybolduğu, aklıselimin unutulduğu, delillerden ve olaylardan bir siyasi yoruma ve tutuma varmanın yok olduğu, aksine önce bir yargı ve tutum belirlenip, her şeyi o yargı ve tutumu destekleyiciliği üzerinden anlama çabasıdır kutuplaşma. Şu anda yaşanan da tam budur.
Bakın, kozmik oda aramasına dair mahkeme kararının manşetlere ve haberlere nasıl yansıdığı bu meseledeki iyi bir örnektir. Kararın bir paragrafı “aramaya devam” diyor ve bir kutuptaki medyanın manşetleri buna vurgu yapıyor, diğer paragraf bazı sınırlamalar tanımlıyor ve diğer kutuptaki medya arama sınırlandırıldı manşetleri atıyor. İşte budur kutuplaşmanın yarattığı risk, aynı gerçeklik kendi anlamını giderek yitirmekte, her bir kutup kendi gerçekliğini yeniden inşa etmektedir.
Kutuplaşma yalnızca medyada değil, asker içinde, polis içinde, yargı içinde de var. O nedenle yaşanan kurumlar arası çatışma değil. Yaşananlar her bir kurumun kendi içinde kutuplara göre yarılmasıdır. Bir yargıca göre suç olan diğerine göre değil. Hiç kimse iki kararın da hukuka uygun olduğunu söylemesin. Başımızdaki belanın her bir kararın neredeyse tümünün, siyasi tutuma göre hukuku eğip bükmek meselesi olduğunu anlamalıyız.
Çete var, darbe hazırlığı var diye mektupla ihbarda bulunan “subay” da, askerin içinde tarikatçılar sızdı diye ihbarda bulunan “subay” da gerçeği söylüyor olabilir veya her ikisi de yalan olabilir. Her namaz kılan subay tarikatçı diye izleniyor olabilir, “ne olacak bu memleketin hali” sohbeti yapan her bir subay da darbeci diye tutuklanabilir.
Gerçeklik duygumuzu giderek yitiriyoruz farkında mısınız?
Ama bir başka gerçeklik var önümüzde: Ülkemizde gerçek bir demokrasiye, katılımcı demokrasiye ihtiyacımız var. Devleti baştan aşağıya yeniden yapılandırmaya ihtiyacımız var. Yargıyı baştan aşağıya yeniden yapılandırmaya ihtiyacımız var. Siyaseti baştan aşağıya yeniden tanımlamaya ve demokratikleştirmeye ihtiyacımız var. Ancak böylesi demokratik bir ortamda, hukukun üstünlüğüne olan inancın pekiştiği bir ortamda meselelerimizi tartışabilir ve yeni mutabakatlar üretebiliriz.
Bugünkü paradigmalarla ve bugünkü kutuplaşma ikliminden konuşmaya, bugünkü siyasi aktörler sınırı içinde düşünmeye devam ettikçe de ne demokratikleşebiliriz, ne sivilleşebiliriz, ne yeni mutabakat üretebiliriz ne darbe veya şeriat ya da sivil diktatörlük tehlikesinden kurtulabiliriz ne de huzura kavuşabiliriz.