Dış politikada farklı nedenler ve süreçler sonunda İsrail ve Suriye ile bir yıl önceye kıyasla oldukça farklı bir yere geldik. Hele son zamanlarda hükümetin Kürt meselesine bakış ve müdahalesinde izlenen sertlikte bile bu iki ülkeyle yaşanan gerginliğin payı açık. Bu iki ülkeyle yaşanan gerilim mi Kürt meselesine bakışı etkiliyor, yoksa Kürt meselesine bu ülkelerin dahli olduğu bilgi ve kanısı mı gerginliği etkiliyor tartışması ayrı bir mesele. Galiba her iki dinamik de birbirini etkiliyor.
Kürt meselesinin en azından son otuz yıllık sürecinde dış politika boyutu hep önemli oldu. Devletin, siyasetin, medyanın ve giderek toplumun Kürt meselesini teröre rehneden bakışının altında hep PKK’nın diğer devletlerce desteklendiği zannı ve değerlendirmesi vardı. Hala da hemen tüm araştırmalarımızda Kürt meselesinin nedenleri sorulduğunda en yüksek oranda “yabancı devletlerin kışkırtması” algısı öne çıkıyor.
Aşağıdaki grafikte geçen yıl KONDA tarafından yapılan “Kürt meselesinde algı ve beklentiler” araştırmasının meselenin nedenlerine dair bulgularını görüyorsunuz.
Fakat Kürt meselesinde dış politika boyutunun dinamiklerinde de bir değişimin yaşandığı kanısındayım ben.
Bölgesel olandan küresel olana doğru dönüş
Otuz yıl, yirmi yıl önce Kürt meselesinde dış politikayı belirleyen unsur PKK’ya olan destek idi. Bazı ülkelerin PKK desteğinin arkasında bölgeye dair ve özellikle Türkiye dair hesap ve beklentileri rol oynuyordu. Denilebilir ki, Türkiye’nin de diğer ülkelerin de o dönemki temel dış politikalarını belirleyen şey ülkelerin kendi “çıkar” tanımlarıydı ve bu çıkar tanımı da bölgesel ve Türkiye’ye dair hedeflerle sınırlıydı. Dolayısıyla önceki dönemde diğer devletlerin Kürt meselesine olan müdahale çabalarını ağırlıklı olarak Kürtlere dair tasavvurları değil, Türkiye’ye dair tasavvurları belirleyici oldu.
Şimdi ise Kürt meselesinin dış politika boyutunu belirleyen dinamiklerde değişiklik gözleniyor. Birinci değişiklik artık Kürt meselesinin giderek bölgesel ve Türkiye’ye dair olmaktan çıkıp, küresel boyuta geçişi olarak ortaya çıkıyor. Enerji politikaları, güvenlik politikaları gibi alanlarda artık sorun bölgesel ağırlığından küresel ağırlığa doğru gelişiyor.
İkinci değişiklik diğer devletlerin meseleye dahil veya müdahil olma çabalarında tek belirleyici olan yalnızca Türkiye’ye bakışları değil, Kürtlerin farkına varışları ve Kürtlere bakışları. Otuz milyon dolayında nüfusu, dört ülke coğrafyasına dağılmışlığıyla Kürtlerin hak taleplerine, artık “her bir ülkenin iç meselesidir” denilemeyeceği gerçeği dünyanın geri kalanınca da anlaşılmıştır.
Ulusal çıkardan ahlaki ve ilkesel politikalara kayış
Üçüncü değişiklik ise dış politika denilen devletlerin birbiriyle ilişkileri, birbirlerine karşı olan tutum ve davranışları artık yalnızca “ulusal çıkar” tanımından ibaret değil. Tüm dünya devletlerinin dış politikalarının belirleyicilerinden birisi de “ahlaki ve ilkesel” tutum ve davranışlar. Demokrasi, evrensel insan hakları konularında yaşanan zihniyet devrimi, bu konuların bir siyasi talep satırı olmaktan, var olma sorunu kabulüne dönüşü dış politikada da artık etkin olmaya başladı.
Bu üç zihni değişim hem Türkiye’nin hem de diğer devletlerin dış politikalarına ve özelinde Kürt meselesine bakışlarını etkiliyor. Eğer biz Kürt meselesine dair veya daha özelinde PKK ile ilişkileri meselesine hala “bizi bölmek isteyen devletler” temelinde bakmaya devam edersek ve Kürt meselesini hala gerçek bir çözüme kavuşturmamakta ısrar edersek belki beş belki on sene sonra başka şeyler konuşmaya başlayacağımızı fark etmek gerekiyor.
Bugün için hangi ülke çıkar hesaplı, hangi ülke ahlaki ve ilkesel olarak meseleye müdahil olma çabasında analizi ayrı bir mesele. Örneğin Suriye’nin ahlaki ve ilkesel nedenlerle PKK’ya destek verip vermediğini tartışmaya bile gerek yok. Fakat Avrupalıların gerek siyasetçi, gerek kanaat önderi, gerek gazetecilerinin her birinin her bir yorumu hala bir art niyetle yorumlanmasının Kürt meselesine bir katkısı yok. Aksine bu ayrımları sağlıklı ve doğru yapmadıkça Kürt meselesinde diğer devletlerin ama özellikle diğer toplumların gözünde prestij ve zemin kaybettiğimiz açık.
Ama beni asıl kaygılandıran şey şudur: Eğer biz hala Kürt meselesinin “bizim sorunumuz” olduğunu anlamaz ve “çözümün de kendimiz için ve kendimiz tarafından geliştirilmesi gerektiği” bilincinde davranamaz isek, korkarım ki çözüm arayışı da küresel aktörlerin işi haline dönüşecektir.
Ekonomisiyle, siyasetiyle, toplumuyla giderek küreselleşen ve buna uygun daha büyük küresel roller düşleyen Türkiye’nin bu sorunundaki her bir olumsuz gelişme doğrudan tüm dünyayı etkilemeye başlayacaktır. Ve dünya bir saatten sonra kendi sorunu haline dönüşen Kürt meselesinde bizim kadar yalnızca güvenlik temelli veya sizin iç işiniz demeyecektir.
O nedenle sorun hala bizim sorunumuzken çözmemiz gerektiğini siyasetçilerimiz anlamak durumundadır.