Kararsız ve ikircikli değişim süreciyle Türkiye kritik eşiklerden birisine daha yaklaşıyor. Önümüzdeki 2-3 yıllık sürede bazı alanlardaki değişimler ülkenin 20-30 yıllık geleceğini etkileyecek.
Nedir onlar?
Üç seçim ve partiler
Birincisi 2014 yılında önce yerel seçim sonra Cumhurbaşkanlığı seçimi ve 2015 genel milletvekili seçimiyle beraber ülkenin üst yöneticilerinin çok ama çok büyük bir kısmı değişecek. Ak Parti’nin kendi 3 dönemlik siyasi görev sınırı kuralı gereği üst yönetiminin, bakanlarının, milletvekillerinin ve kritik yerlerdeki belediye başkanlarının çok büyük kısmı artık yönetimde olmayacak. Partinin genel başkanı dahil değişmiş olacak. Yeniler kimler olur, nitelikleri, siyasi pozisyonları ne olur, bugünden yarına partinin ideolojisinde ve vizyonunda neleri değiştirirler gibi sorulara bugünden cevap üretmek olanaklı değil.
CHP açısından da benzer değişimin yaşanma olasılığı yüksek. CHP üst yönetimindeki zoraki birlikteliklerin bozulabileceği, partinin iç tartışmalarının da, toplumun taleplerinin de, hayatın dayatmalarının da partiyi değişime zorladığı açık. Bu tartışma ve değişim sürecinden sonra CHP’nin yeni yönetiminin ve iki seçimde aday kadrolarının kimler olacağını da bugünden kestirmek olanaksız.
Büyük olasılıkla MHP de benzer bir süreç yaşayacak. Dolayısıyla üç partinin de hem yönetim ve aday kadrolarında hem de seçimlerdeki belediye başkanlığı, yerel meclisler ve milletvekili kadrolarında büyük oranda değişmeler olma olasılığı çok yüksek.
2014 ve 2015 seçimlerinde partilerin alacağı oyları ve kazanacakları makamları kendi iç değişim süreçlerini yönetme hüner ve becerilerine bağlı olacağını söyleyebiliriz.
Avrupa Birliği: tamam mı devam mı?
Ülkenin gelecekteki yönünü belirleyecek ikinci kritik alan Avrupa Birliği süreci olacak. AB’nin şu andaki ekonomik temelli ama yanı sıra siyasi de olan krizinden çıkışın nasıl olacağı, AB’nin kendini anlamlandırışında, kurum ve kurallarında neleri değiştireceğini göreceğiz. Benim gözlemim AB Türkiye sınırına kadar olan genişlemesine devam edecek. Avrupa’da üyeliği talep eden her ülkenin üye olduğu, siyasi, ekonomik ve mali yönetim mekanizmaları bugünden daha güçlü bir AB konuşuyor olacağımız kanısındayım ben.
Mesele AB – Türkiye ilişkisinde. Ne Türkiye üye olmak istiyor da istemiyor ne de AB üye almak istemiyor da istiyor gibi yapma politikasını artık sürdüremez noktaya geldi. Tüm görüşmeler veya ilişkiler kapanmayacak elbette ama bu karşılıklı rol yapma bir tarafa doğru netleşecek. Daha çok bizim üye olma arzumuz ve bu yolda yaptıklarımız belirleyecek bu süreci. Ama 2-3 yıl sonra artık hiçbir siyasetçi AB konusunda ikircikli tavrı sürdüremez hale gelecek. Bu netleşme de ülkenin gelecekteki yönünü ve halini belirleyecek en önemli dinamiklerden birisi olacak.
Kürt meselesi: bizim mi dünyanın mı?
Ülkenin gelecekteki yönünü belirleyecek üçüncü iç dinamik de Kürt meselesi. 2-3 yıla kadar çözümü konusunda köklü adımlar atamadığımız bir Kürt meselesi artık “bizim” sorunumuz olmaktan çıkıp, “bölgenin” ve “dünyanın” sorunu olacak. Dünyadaki yeni siyasi ittifaklar, hizalanmalar ve düşmanlıklar, Orta Doğu’nun hem kendi hem dış dinamiklerle yaşayacağı değişimin yönünün ne olacağı, dünyanın enerji ve enerji güvenliği meselesinde alacağı mesafeler gibi dış faktörler giderek Kürt meselesinin doğrudan dinamikleri haline geliyor. Öte yandan ülke ekonomisinin küreselleşme derecesi, ekonominin ve nüfusun büyüklüğü gibi iç dinamikleriyle Türkiye’deki gelişmelerin yönü dünyanın yeni halini de sandığımızdan daha büyük oranda etkileme potansiyelini taşıyor. Böylesi iç ve dış dinamikler karmaşasını en yüksek oranda etkileyecek nokta da Kürt meselesi. Dünya ne bizden vazgeçebilir ne de geleceği etkileme potansiyeli ve riski bu denli büyük olan Kürt meselesinin aynen bugünkü çözümsüzlüğüyle sürmesine izin verebilir.
Yeniden “biz” olabilmek mi gettolaşmak mı?
Dördüncü dinamik ise değişimin hukukunu üretip üretemeyeceğimiz, anayasadan başlayarak yeni kurum ve kuralları oluşturmayı başarıp başaramayacağımız. Bu konudaki beceri ve başarımız ortak yaşam irademizin güçlenmesini, yeniden “biz” olmayı getirebilir. Başarısızlığımız ise kutuplaşmanın ayrışmaya ve gettolaşmaya dönüşmesine yol açabilir.
Bu dört dinamik de kendi iç nedenleriyle kendi içlerinde de değişiyorlar bir yandan. Her birisi diğerini de etkiliyor öte yandan. Sorun bu dinamiklerin yönetilemeden, kendiliğindenci bir yaklaşımla hayata bırakıp bırakmadığımız ile ilgili. Eğer bu dinamikler değişimden, evrensel standart ve değerlerden, demokrasi ve insan haklarından yana bir yöne doğru olursa ülke müthiş bir hızla değişmeye ve dönüşmeye başlayacak. Yok eğer, bu dinamikler yalnızca kendi dar çıkarını, ülke içini, kendi ulusal veya etnik çıkarını düşünecek yönde gelişirse, ülke mehter marşıyla yürümeye devam edecek.
Bu yönün ne olacağı, bu dinamiklerin potansiyel umut mu risk ve endişe mi üreteceğini yakın zamanda göreceğiz. Bu yakın zaman ise 2014 – 2015 yılları olacak gibi görünüyor.