Seçim rallisinin birinci ayağı olan yerel seçimler geçti. Seçmen ne dedi, kime ne dedi tartışmaları kamuoyunda daha sürecek. Ama asıl partilerin seçimleri nasıl yorumladıkları önemli kanımca.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kostümlü provası olarak yerel seçimlerin sonuç tablosunu belirleyen siyasi kutuplaşma ve siyasi kimlikler üzerinden oluşan oy tercihleri oldu esas itibariyle.
Bu tespitten bakınca, oy oranlarının da ötesinde kazanan Ak Parti oldu. Çünkü Ak Parti’nin seçim stratejisi tam da buydu. Gezi ve 17 Aralık süreci gibi bir iktidarı yerinden etmeye yetecek gerilimlere karşı Ak Parti savunma stratejisini kutuplaşma ve kimlikler üzerinden kurmuştu. Muhalefet ise BDP/HDP dışında, ne kendi senaryosunu geliştirebildi ne de cılız bile olsa kendi senaryosunu oynayabildi. Ne anlamaya ve tanımlamaya bile çabalamadan umut bağlanılan Gezi ruhu, ne de kuyruğuna eklenilen tuhaf işbirlikleri ne de öbür kimliklerden transferler yoluyla kısa yol arayışları muhalefete yetmedi.
Bundan sonrasında ne olacağı, seçim rallisinin bundan sonraki ayaklarında nasıl sonuçlar oluşacağı partilerin verili durumu nasıl okuyacakları, ne tür tarz ve dil değiştireceklerine bağlı.
Ülkenin geleceği için seçilenlerin kim olduklarından, bu ralli içinde partilerin ne türden bir değişim geçireceklerini daha çok önemsiyorum ben. 2015 Genel seçimleri sonrası için seçilenler ve oy oranları kadar, o sabah itibariyle partilerin yeni yönetimleri, kadroları, ideolojik ve dil olarak geçirecekleri değişimler belirleyecek geleceğimizi.
Görünen o ki uzun bir süre bu dört kimlik partisi siyasi zeminin baş aktörü olacak. Suni ve zorlama “illa ki yeni” ya da merkez sağ gibi muğlak ve geçersiz arayışların 2015 seçimlerine kadar bir anlamı ve toplumda karşılığının olmadığı görülüyor. Seçim rallisi sürecindeki partilerin yaşayacağı değişim süreçleri ve sonrasındaki oluşan siyasi tablodan sonra ancak başka arayışlar belki anlamlı olabilecek. Ama bu bir yıl içinde değil.
O zaman bu dört partide neler olabilir ve bu olabilecekler ülkeyi nasıl etkileyebilir diye bakınca hala geleceği belirleme gücü ve değişim potansiyeli öncelikle Ak Parti’de ve BDP’de.
CHP’de kronik hale dönüşen, kurumsal gündemde olmayan ama kamuoyunda ve seçmeninde sürekli gündemde olan değişim de mümkün elbette. CHP seçim sonuçlarını, aday transferleri yoluyla aranan açılımın nerelerde başarılı olduğunu ya da olamadığını doğru anlamlandırabilirse, “occupy CHP” gibi hareket ve talepleri Gezi’den sonra yaptığı gibi adam devşirme yolu olarak değil zihni değişim fırsatı olarak değerlendirebilirse beklenenden de hızlı değişebilir.
MHP görece başarılı göründüğü yerel seçimleri, değişim tartışmalarını erteleme fırsatı olarak da görebilir belki.
Hayatımızı doğrudan etkileyecek asıl değişim Ak Parti ve BDP’den üreyecek. Ak Parti’nin nasıl ve ne yöne doğru değişeceğini Cumhurbaşkanlığı seçimi belirleyecek. Cumhurbaşkanlığı seçimi için Ak Parti açısından üç senaryo mümkün. Birinci ve olasılığı yüksek senaryo, Recep Tayyip Erdoğan aday olur ve seçilir.
Bu senaryoda Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı tarzı, üslubu ve bunlara bağlı tartışılabilecek çok fazla konu var ama bu yazının konusu değil. Önemli olan Erdoğan sonrası Ak Parti’nin nasıl biçimleneceği ve nasıl bir değişim sürecine gireceği.
İkinci senaryo, Erdoğan aday olur ve seçilemez. Yine bu senaryoda da yaşanacak olası gerilimler ayrı bir yazı. Bu durumda seçimi kaybetmiş Erdoğan’la Ak Parti’nin nasıl bir sürece gireceği önemli olur.
Üçüncü senaryo, Erdoğan aday olmaz, bugünden kafasında parametreleri ve çerçeveleri belli yeni bir Ak Parti gündeme gelir.
Üç senaryonun da olasılıkları, Ak Parti ve ülke için olası sonuçları çok farklı. Ama tümünde de ortak olan Ak Parti’nin daha demokrat ve dışa açık, evrensel bir çizgiye doğru mu yoksa daha şoven, daha otoriter, daha içe kapalı bir çizgiye doğru mu dönüşeceğidir asıl soru.
Elbette daha uzun vadede Ak Parti’nin bu değişim sürecini belirleyecek olan İslamcıların, dindarların, muhafazakarların devlet, hukuk, insan hakları, din-devlet, din-siyaset ilişkileri gibi bir çok konuyu yeniden düşünme süreçleri belirleyecek. Çünkü gördüler ki yalnızca günah tanımı ve ahret korkusu yolsuzluğa engel değil, vesayet yalnızca asker değil, doğal denetleme mekanizmaları vesayet değil, çete yalnızca cemaat değil.
Ülkenin geleceğini belirleyecek diğer önemli değişim olasılığı Kürt siyasetinde. BDP’nin Türkiyelileşme projesi olarak HDP’de neyin doğru, neyin yanlış gittiğini değerlendirecek mutlaka. Ama asıl önemli olan ilk kez bu kadar yaygın bir coğrafyada yerel yönetimleri üstlendiler.
Yerel yönetimlerde geliştirilecek yeni modeller, yeni fikirler, yeni tartışmalar, ülke aydınlarının bilgilerinin ve fikirlerinin eksik olduğu, yönetimi yeniden yapılandırma meselemizdeki duygusal ve zihni ambargoların kırılmasına da yarayabilir tam tersi güçlenmesine de.
BDP’nin öncülük edeceği yönetimin yeniden yapılanmasında zihin açıcı bir süreç ülkenin siyasi iklimini kökten değiştirebilir. Öte yandan Kürt siyasetinin yalnızca Türkiyelileşmesini değil ülkenin demokrasi talebinin öncüsü haline gelmesini de sağlayabilir.