Kavrayamadığımız şeyleri kavrıyormuş izlenimi vermenin yolları

Referandum okumaları – 1  

Gürültü, patırtı arasında bir “feverandum”, pardon referandum geçirdik. Sade vatandaş bir kez daha kendi tercihlerini sandıkta açık etti. 

Beklenir ki, en azından ben kendi hesabıma umdum ve bekledim ki, siyasetçiler ve otoriteler büyük çoğunlukla bekledikleri, söyledikleri ve yazdıkları dışında ortaya çıkan bu tabloyu anlamaya çalışacaklar. En azından bu kez “bu ülkede neler oluyor, sade vatandaş ne demeye çalışıyor, sade vatandaş ne istiyor” üzerine düşünmeye ve çalışmaya vakit ayıracaklar. Pozisyonlarına olan aşklarını birkaç gün kenara bırakıp, anlamaya çalışacaklar. Fakat öyle olmadığı anlaşılıyor.

Kavrayamadığımız şeyleri kavrıyormuş izlenimi vermenin yolu belki de bu; hiç duraksamadan, karşımıza çıkan her olaya hemen hazır bir reçete uygulamak.

Kanaatim odur ki, böylesi yaklaşımlar yalnızca bir tarafta değil. Referandum gecesinden beri her gün, iki tarafın da (sevgili Doğan’ın kelimeleriyle) holiganlarının neler söylediklerini, ekranlardaki mimikler, jestlerle nasıl bir tuluat içinde olduklarını görüyoruz.

Bizim aydınlarımız ve kanaat önderlerimiz toplumun belleği ile kendi kütüphane raflarının aynı olduğunu sanırlar. Kendilerince kütüphanelerinin raflarını düzenleyebilirler, bazı kitapları kaldırıp, bazılarını öne çıkarabilirler. Fakat toplumun ve sade vatandaşın belleği böyle çalışmıyor ne yazık ki. Sade vatandaş kimin ne söylediğini, kimin nasıl laf cambazlığı yaptığını biliyor ve de unutmuyor. Söylenenler, yazılanlar toplumun belleğinde ve vicdanında da duruyor, medyanın arşivlerinde de.

Biz yine de referandum sonuçlarının rakamlarını birazcık analiz etmeye ve ülkede ne oluyor sorusuna cevap aramaya çalışalım. Belki böylece, “referandumda, eğitim seviyesi düştükçe evet oyu arttı” gibi laflarla ima edilen “cahil halk kitleleri” suçlamasının dışında düşünmeyi beceririz.

Böylesi bir bulgunun ima ettiğinin nasıl bir kutuplaşma, elitleşme, ötekileştirme ve giderek halk düşmanlığı problemleri iması da olabileceğini anlarız belki. 

Önce seçmen sayılarına bakalım, iki gündür yanlış kullanılan seçmen sayısı meselesine açıklık getirelim. 

Toplam seçmen sayısı 

Seçmen kayıtlarına esas olan Adrese Dayalı Nüfus sistemine göre TC vatandaşı kimliği taşıyan, kendisine kimlik numarası verilmiş, 18 yaşına doldurmuş kişi sayısı 52.051.828 kişi. Yani bu insanlar kimlik ve seçmen kimlik kâğıdı beyanında bulunarak oy verebilecek kişiler. 

Fakat bunların arasındaki 2.556.335 kişinin ikametgahı yurtdışında. Yani bu kişiler ancak gümrük kapılarında oy kullanabilirler. Bu referandumda da oy kullananları yalnızca 196.229 kişi. Eğer düz mantık bakarsanız, yurtdışında yaşayanların referanduma katılma oranları yüzde 7,6 olmuş diyebilirsiniz. Fakat pratikte, bunların, oy verme tarihi başladığından bu yana yolu gümrüklere düşmüş, yurtdışında ikamet eden vatandaşlar olduğunu anlarsınız. 

Şimdiye kadarki seçimlerde de kabaca bu oranda yurtdışında ikamet eden vatandaş oy kullanmış. Demem o ki, genel analizlerde seçmen sayısına yurtdışında yaşayan 2,5 milyon vatandaşı dahil ederek yapılacak analizler yanıltıcıdır. Çünkü onların ne kadarının seçim döneminde Türkiye’ye gelip gümrüklerde oy kullanacaklar belli değildir. 

Bu nedenle analizlerimiz, yurtiçinde ikamet eden, oy kullanmaz ise ceza alacağı yasayla tanımlanmış kişi sayısıdır ki, o da 49.495.493 kişidir. 
Siyasi tarihimizde gerçekleşen 6 referandumdaki seçmen sayılarını tabloda görüyorsunuz. Elli yılda seçmen sayımız yaklaşık 4 kat artarak 12,7 milyondan 49,5 milyona yükselmiş.

Seçmenlerin sayıları ve bölgelere dağılımları 

 

1982 yılındaki 12 Eylül Anayasası referandumunda 20,6 milyon olan seçmen sayısı bugün 2,5 kat artmış. Çok kabaca söylersek bu referandumda oy kullanan 30 milyon dolayında seçmen 12 Eylül’ü doğrudan yaşamamış, okuduklarından, dinlediklerinden biliyor.

Kanımca bu rakamlarının söylediği birinci şey referandumda “evet” diyenlerin 12 Eylül ile hesaplaşma arzusu sanıldığı kadar yüksek olamaz. 12 Eylül hesaplaşması AK Parti’nin bir iletişim stratejisinin temasıydı, ama seçmenin büyük çoğunluğunun değil.

Yukarıdaki tabloda bölge bazında toplam seçmen sayılarını gösteriyor. Bir önceki tablodan seçmen artış oranının dört katı olduğunu biliyorduk. Dolayısıyla ortalama dört misliden az seçmeni artmış olan bölgeler göç veren, dört misliden fazla artış olan bölgeler göç alan bölgeler. 

Örneğin İstanbul’un seçmen sayısı on misli, Akdeniz’in seçmen sayısı altı misli artmış. Böylesi büyük bir iç göç yaşayan toplumu, otuz yıl önceki, elli yıl önceki sosyolojik kavram ve pozisyonlarla açıklamak olanaksızdır.

Aynı zamanda bu denli göçe açık bir toplumu kadercilik, tevekkül anlayışı gibi kavramlarla da açıklamak olanaksızdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.