Toplumun % 12’si haberleri internetten takip ediyor. Bu oran 35 yaş altı olanlarda % 20’ye çıkıyor. Bir başka bakış açısıyla haberleri internetten izleyenlerin % 40’a yakını 25 yaş, % 30’u da 25-35 yaş arasında. Bu rakamları verme nedenim ciddi oranda başlıkta kullandığım “izan” kelimesinin anlamını bilmeyen bu site okuru olabileceğini düşünmem. İz’an Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre anlayış, anlama yeteneği demek.
Ülkede olan bitenlere, özellikle Hrant Dink’in katlinden bu tarafa yaşananlara bakınca, hep beraber izanımızı kaybettiğimizi düşünüyorum ben. Ya da öyle sürrealist bir ülkede yaşıyoruz ki, bildiklerimiz gördüklerimizi anlamlandırmakta yetersiz kalıyor.
Örneğin Hrant’ın katili ceza alırsa en fazla 20 yıl hapiste kalacak ama bu olayın etrafındaki gelişmeleri yazan gazeteci için savcı 28 yıl hapis istedi. Öte yandan da “Çocuklar için adalet çağrıcılarının” raporlarındaki verilere göre yalnızca 2006-2007 yıllarında 18 yaş altındaki 1056 çocuk Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinde “terör örgütü üyesi olmak” suçlamasıyla sanık olarak yargılandı. Bu davalarda çocuklar için istenen cezalar 11 yıl ile 34 yıl arasında değişiyordu.
Şimdi bir belge tartışılıyor. Bunca yaşadıklarımızdan sonra (gerçek de olsa düzmece de olsa) ne belge ne de iddia edilenler şaşırtıcı geliyor artık. Ama yine de beni bile şaşırtan şey, gerçek veya sahte böyle bir belgede açık imza olması. Böylesi gerçek belgelere imza konuyor ki, sahteyse bile yine imza konmuş. Fütursuzluğun ya da cüretkârlığın böylesine mi şaşmalıyız yoksa devlet işlerindeki iş yapma tarzının nerelere kadar düştüğü için mi yanmalıyız bilemiyorum.
Bu arada daha iki hafta önce çözüldü, çözülüyor denen “Kürt sorunu” bir anda unutuldu. Kaldı ki, aydınların önerileri dışında siyasetçilerden çözüm için bir öneri ya da proje de duymamıştık zaten.
Belge etrafındaki tartışmalar bir kez daha kutuplaşma belasının nasıl izanımızı yok ettiğinin ve muhakeme yeteneğimizin köreldiğinin kanıtı. Herkes bulunduğu kutuptan hükmünü verdi zaten, belge gerçek mi düzmece mi diye! Artık bundan sonraki incelemeler kimin, hangi yargısını değiştirebilir ki?
Biliyorsunuz bir başka belge sahtekârlığı da Zahit Akman ile ilgili ortaya çıktı. Hem de Almanların resmi belgesinde tahrifat yapacak kadar gözü dönmüş olmak cüretkârlık mı, acemilik mi?
Tüm bunların altında bence temel neden, önce Hrant Dink cinayeti ve sonra da 22 Temmuz seçimleri ertesinde, tanrı ile devlet arasına sıkışmış siyasi aktörlerin birbirlerine karşı yok edici bir savaşa tutuşmaları. Bu savaşta hemen her şey kabul edilebilir, yeter ki öteki tarafa zarar versin. Yani yaşananların tümüne baktığımızda müthiş bir açık veya örtük psikolojik savaş sürüyor iki taraf arasında.
Kutuplaşmanın pençesine düşmemiş, gündelik hayatın işsizlik, yoksulluk gibi somut dertleriyle boğuşan sade vatandaş tüm bu olanların neresinde? Sade vatandaş olanları nasıl algılıyor?
Sanırım, sade vatandaş gözündeki temel algı siyasetin, medyanın ve hukukun inandırıcılığını kaybedişi. Daha da önemlisi devlet tüm organlarıyla inandırıcılığını ve saygınlığını yitiriyor.
Siyasetçilerden başlayarak herkes, özellikle de bu iki kutup arasında sıkışan ve giderek kutuplardan birisinin şövalyesi haline dönüşenler şunu kendine sormalı: Üzerine bu kadar güç kavgası verilen, ele geçirmek için uğruna tüm bu yaşananları göze aldıkları “devlet” artık saygı duyulmaz hale geliyorsa o devletin ne kutsallığı ne de gücü kalır mı?
O nedenle bugünün Türkiye’sinde sorunumuz devleti, tüm tanımları, organları, kurumları ve zihniyetiyle yeniden kurgulamak, kurabilmektir. Elbette bunun yolu siyasettir. Ve elbette bu hedefte yeni bir siyasi iddianın ilk ve en önemli hedefi olmalıdır.