Son yıllarda sıkça kullanılıyor “akil adamlar”. Genellikle de siyasi sıkışmışlık içindeki sorunlar için önerilen bir yöntem olarak akil adamlar heyeti dillendiriliyor.
Kürt meselesinin geldiği noktada da tekrar gündemde. Peki, Kürt meselesinde ihtiyacımız akil adamlar ve akılları mı?
Kürt meselesinde bu topraklarda ve bu gök kubbe altında bilinmeyen ve söylenmeyen bir şey kaldı mı? Yaşanan tıkanmışlığın ve tırmanan ölümlerin, şiddetin nedeni bilinmeyen ve söylenemeyenler mi?
Bence değil. Tıkanmışlığın yaşandığı nokta iki ayrı seviyede: Birincisi zihni engeller veya zihin haritalarındaki çıkmazlar. İkincisi de siyaset yapma tarzında, dilde, kullanılan yöntemlerde.
Zihni engeller, zihni hatalar, yanlış ön kabuller üzerine sıkça yazdım. Ama bugünkü tıkanıklık siyaset tarzlarında. Siyaset tarzları üzerinden bakılınca, hiçbir siyasi aktörü dışarıda bırakmaksızın, genel olarak siyasi aktörlerin hepsi ve devlet denilen mekanizmayla, devlet bürokrasisi hem örgütsel hem de psikolojik tıkanma yaşıyor.
Her aktör kendi içinde çatlamış durumda: çözümü barışçı yollardan düşünen ve arayanlar ile çözümü ötekini yenmek üzerinden düşünen ve arayanlar. O nedenle hiçbir aktör, net ve bütüncül bir çözüm önerisine sahip değil. En azından ben hiçbir aktörün bütüncül ve net bir çözüm projesini görmedim, okumadım. Bu ikili yapı nedeniyle, her bir aktörün her bir adımı ikircikli. O nedenle her aktör kendi içinde yeniden düşünmek, tüm örgütsel gücüyle arkasında durabileceği yeni bir çözüm projesi üretmek zorunda.
Akil adamlar denilen kişilerin, kendilerinin doğrudan dahil olmadığı veya üyesi olmadığı bir siyasi oluşumun beklenen zihin berraklığına kavuşmasına doğrudan katkısı olamaz. Olması da beklenmemelidir.
Siyasi aktörlerin psikolojik tıkanıklığının son bir yıldır yaşananlarda daha fazla ağırlıklı olduğunu düşünüyorum ben. Herkes kendi pozisyonuna ve fikrine aşık. Kimse, meselelerin değişen dinamiklerini, kendi örgütsel ve ideolojik yapılanmaları içindeki değişimleri ve kırılımları, yaşanan süreçleri ve bu süreçlerin meselelerdeki, psikolojilerdeki sonuç ve etkilerini dikkate almıyor.
Mesele, karşıdaki ve öteki üzerinden düşünülüyor, konuşuluyor. Böyle olunca da her bir farklılık en hafifinden sonuçsuz münazara, en ağırından şiddet ve ölümlere kilitleniyor.
Ülkede genel olarak yaşanan iktidar yandaşlığı ve karşıtlığı kutuplaşması, Kürt meselesi gibi bu ülkenin en önemli ve ağır meselesinde bile açık veya örtük zihni esaret üretiyor.
Her aktör, aynalar ve kameralar karşısında kendi kendine ürettiği siyasi şehvete teslim olmuş durumda.
İşte bu noktada, farklı fikir ve ideolojileri olsa bile, “biz” diyebilen, münazarayı değil, konuşmayı esas alan kişilerin oluşturabileceği diyalog zeminleri iyi örnekler üretebilir. Bir tane de değil, birçok diyalog zemini oluşabilmesi iyi örneklerin çoğaltılmasını sağlayabilir.
Gücünü ve meşruiyetini “bilmelerinden”, “bildikleri varsayımından”, atanmalarından, bilindik olmalarından değil, konuşabilmelerinden, diyalog hünerlerinden alan birçok gruba birden ihtiyaç var.
Yazıp imzalamalarla değil konuşmalarla, protest açıklamalarla değil önerilerle, kimlik siyasetlerinin içinden hak talepleriyle değil ortak yaşamın kurallarının ne olacağına odaklanmayla, karşıdakilere nutuklarla değil içinden geldiklerine dönük serinkanlı ve dönüştürücü cümlelerle yeni siyasi iklime katkıda bulunulabilir.
Eğer bu tespitlerim doğru ise akil adamlara değil temas ve diyalog gruplarına, temas ve diyalog için de yeni yol, yöntem ve dil üretmeye ihtiyaç var. Belki böylesi yöntemler ve yeni dil, siyasi aktörlerin kendilerini rehin ettikleri yollardan makas değiştirebilmelerine olanak tanıyacak zeminleri yaratabilir.