Hayatı dar alanlara sıkıştıranlar

Gezi’nin ardından süren bazı tartışmalardaki tarza, dile, kelimelere yansıyan duygulara bakınca dipte başka bir şey olması lazım diyor insan.  Sıkça yazdığım gibi “paralı askerler” değil kastettiğim. Onlar işlerini, görevlerini yapıyorlar nihayetinde.

Ama bazı siyasetçilerin ve aydınların bu denli ayrımcı ve nefret diliyle konuşmalarına ne demeli. Başka bazı vakalarda daha serinkanlı olan insanlar neden bir yerden sonra soğukkanlı muhakemeyi ve diyalog dilini terk ediyor olsun. Bu durumun gerisinde, yalnızca siyasetçilerde ve aydınlarda değil toplumda ve gündelik hayatta da olan başka bir fay hattı var galiba. Ve o fay hattı ki mesele oraya geldiğinde akıl ve bilgi değil duygular, vehimler, korkular ve nefret devreye giriyor.

Toplumun bir kesiminin kimliğini Cumhuriyet belirledi. Bu kesim devletin, eğitim ve hukuk sisteminin de marifetiyle laik bir kimlik edindi. Erol Katırcıoğlu’nun da sık sık yazdığı gibi laik kimlik edinmişler uzun süre kendilerinin çoğunluk ve sisteme hakim olduklarını sanıyorlardı. Laiklerin bir kesimi için görünürde irtica korkusu denilen ama giderek İslam fobisine, din fobisine dönüşmüş bir duygu var. Onlara göre laiklik din ile devlet işlerinin ayrılmasından ibaret. Dini inanış ve ibadet özgürlüğünü “seccade” ile sınırlamak istiyorlar. Seccadeden dışarıya, sokağa taşmış dini inanışlar, ibadetler alarm zilleri çaldırıyor.

Laik kimlikte olanların elbette hepsi böyle değil. Laik kimlik toplumun üçte birinde ise din fobisi olanlar da bunların üçte biri, yani toplumun kabaca onda biri.

Toplumun diğer bir kesiminin kimliğini de yine Cumhuriyet belirledi ama soğuk savaş yıllarında. Soğuk savaşın amansızca sürdüğü yıllar boyunca devlet, hukuk ve eğitim sistemi “sol karşıtı” bir kimlik üretti. Bu kimliği benimseyenler dini bazı hurafelerle de beslenerek sol kelimesinin ifade ettiği her şeyi düşman bellediler. Özgürlük talebi hatta kelimesi bile onları çılgına çeviriyor. Onlara göre özgürlük yatak ile sınırlanmalı.

Dindarların hepsi böyle değil elbette ama onların da kabaca toplumun onda biri olduğunu söyleyebiliriz.

Özgürlükleri seccade veya yatakla sınırlayan bu iki kesim birbirlerine karşı iflah olmaz bir korku içinde. İkisi de bir diğerinin kendisini yok etmek istediğine inanıyor. Bütün ezberler bunun üzerine.

En büyük sorun ikisinin de kimliğini kendi düşünce ve varoluşundan değil diğerine karşıtlıktan besliyor. Asıl önemlisi bu iki karşıt kimlik hemen her konuyu ve vakayı karşılıklı güvensizlik üzerinden okuyor. Bu karşılıklı olumsuz duygular hayatın hemen her alanını, fikirleri dipte esir almış durumda.

Bu iki uç kesim, toplumun tüm diğer kesimlerini paralelize ediyor. Kendine yakın olanları da terörize ediyor.

Gezi belki de iki tarafa da kendisiyle yüzleşme fırsatı sunuyor bir bakıma.

Eğer Kürt meselesini çözecek, yeni bir anayasa yapacak, devleti ve yönetimi demokratikleştireceksek bu iki kimliğin bir yandan kendini öte yandan da ötekiyle ilişkisini yeniden tanımlaması gerekecek.

Yok eğer bu iki kimliğin devlete hakim olma ve devlet aygıtıyla diğerini yok etme kavgası ise siyaset denen şey, toplumun geri kalan yüzde sekseni bu yok edici kavgaya müdahalenin yolunu bulacaktır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.