Güvensizliğimiz!

Yaşanmakta olan gerilimlere, çatışmalara yüzeyden bakıldığında tüm olanları siyasi aktörler ve partiler üzerinden açıklamak mümkün. Fakat biraz daha meseleyi deştiğimizde toplumsal hafızamızda bir başka tortunun birikmekte olduğunu görüyoruz.

İnsan belleği gibi toplumun belleği de her yaşananı biriktiriyor. Söylenen güzel bir siyasi mesajı beyaz defter yaprağına yeni yazılmış bir cümle gibi algılamıyor. Belleğinde biriktirdiklerinin süzgecinden geçirerek yeni bilgiyi biriktiriyor.

Bütün bu birikenlerin üzerinden bir algı ve beklenti oluşuyor.

Toplum balık hafızalı değil

Her ne kadar aydınlar ve okumuşlar arasında, Türkiye toplumunun balık hafızalı olduğu gibi, her şeyi hemen unuttuğu gibi okumuş adam efsaneleri yaygın olsa da inanın bana, toplum gerçekte böyle değil. Gerçekte unutanlar, balık hafızalı olanlar, dün söylediğinden bugün çark etmeye hazırlananların, kendi çark edişlerine gerekçe üretme çabaları. Yoksa sade vatandaş hiçbir şeyi unutmuyor.

Son yılların kutuplaşmacı ortamı ve ötekileştiren şiddet ağırlıklı dili, toplumun genel hayat algısını doğrudan etkiliyor. Özellikle kutuplaşmanın bizatihi taşıyıcıları haline gelmiş hukuk sistemi, üniversiteler ve medya toplumun tüm düşünce sistematiğine tesir ediyor.

İyiye, güzele, doğruya referans üretmesi gereken kurumlar, başta kendileri bu çatışmacı ve ötekileştirici dili ve siyasi iklimi çoğaltıcı ve ağırlaştırıcı rol oynuyorlar.

Fakat gözden kaçırdığımız bir başka nokta var. Bireyler ve toplum bu çatışmacı ortamdan yalnızca bir tarafın yeni taraftarı olmak biçiminde etkilenmiyorlar. Aynı zamanda toplumsal hayata, hukuka, ortak geleceğe olan bağlılıkları giderek çözülüyor. Ortak yaşama iradesi azalıyor.

‘Siyaset çözemez’ diyenlerdeki artış

Giderek sade vatandaşın ortak gelecek umudu azalırken, bireysellik artıyor. Sade vatandaş öznesi kendisinin olduğu sorunu hukuk üzerinden değil, kendi bulabildiği, bilebildiği, becerebildiği yollar üzerinden bir biçimde çözmeye çalışıyor. Bu ister barınma ister alacak / verecek ister trafikte ön alma, yol alma meselesi olsun. Öznesi hepimiz olan eğitim ya da soysal güvenlik gibi sorunlar çözülmeden ve birikerek devam ediyor.

KONDA araştırmalarının bir ortak bulgusundan söz etmek isterim. Siyaset üzerinden yapılmış araştırmalarda, ülkenin sorunları, bu sorunları hangi partinin çözebileceği türü araştırmalarda gözlenen önemli bir eğilim var. Geldiğimiz noktada toplumun dörtte biri “böyle gelmiş böyle gider”, dörtte biri de “hiçbir parti çözemez, yeni parti lazım” cevabı veriyor. Yani toplumun yarısı siyasi yapının sorun çözebileceğine olan umudunu kaybetmiş durumda.

Oysa iki yıl önce bu oran üçte birdi. İki yılda bile siyasetten umutsuzluk artmış durumda. Sanıyorum bu eğilim artarak da sürüyor.

Toplumun dörtte biri hiçbir şeye güvenmiyor

Siyaset üzerinden değil, bambaşka bir tema üzerinden toplumdaki güven duygusunu sorguladığımız araştırmalarda da yine toplumun dörtte biri “gönülden hiç kimseye güvenmediğini” söylüyor.

“Borç verirken, ev araba alırken kimin tanıklığını ya da aracılığını güvenilir bulur” türünden araştırmalarda ve “hangi kuruma veya kişilere gönülden güvenir” türü sorularda hukuka olan güven yalnızca yüzde 5. Siyasetçilere ve partilere olan güven de yalnızca yüzde 5.

Şimdi düşünelim, bu toplum daha nasıl alarm versin?

Toplumun dörtte biri, var olan tüm siyasi ve hukuki yapılardan umudunu kestiğini söylüyorsa, üstelik de bu oranlar kadınlarda ve gençlerde daha da yüksek ise…

Daha nasıl bir çığlık bekliyoruz ki?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.