Ucuz siyasi dalaşmalar, laf kalabalıkları, kof kabadayılıklar egemen siyasete. Öte yandan da bu dalaşmaların referans aldığı, beslendiği reel sorunlar ve talepler var dipte, sokaklarda, gündelik hayatta.
Yayınlanan anketlere bakılırsa da Ak Parti oyu hala yükseliyormuş. Bakıyorum da bu durumu bile tartışan yok, aksine sessiz bir kabulleniş var. Bu sonuçlara bakarak, yandaşlar iktidarın herşeyi doğru yaptığı kanaatlerini güçlendiriyorlar. Karşıtlar ise bu toplumun cahil ve gerici olduğu yargılarını.
Siyasi aktörler üzerinden çok geniş analizler yapabiliriz. Ama ben yine toplum üzerinden bakmaya ve anlamaya çalışıyorum durumu, siyasi aktörlerin de payını ihmal etmeden.
Toplum Uludere olayına da büyük tepki vermedi ve benzeri durumlarda da genellikle tepkisizlik izlenimi veriyor dış görünüşte.
Tepkisiz toplum mu örgütlü olmayan toplum mu?
Toplumun tepkisizliğini yakın zamanda Etyen Mahçupyan “… devlet yetkililerinin ve medyanın büyük çabasına karşın toplumun genelinin olgun ve dirayetli tutumunu bozmaması” olarak yorumladı.
Buna karşılık Erol Katırcıoğlu’nun yorumu güncelden daha uzun vadeli bir gerekçelendirme: “Doğrusu ekonomik açıdan baktığımızda toplumun çılgın bir tüketimle özdeşleştiği, neredeyse tasarruf etmeden hatta borçlanarak tükettiği bir konjonktürde bütün bu önemli olaylara tepkisiz kalması acaba “bütün bunlardan sıkıldım” anlamına gelen “orta sınıf” davranışı içinde olduğu şeklinde de yorumlanamaz mı?”
Bu iki tespitinde doğruluk payı var. Ama başka unsurlar da var. Toplumsal tepkiye ve bu tepkiyi (tepkisizliği) belirleyen özelliklere dair Kürt meselesinden de bağımsız olan üç noktaya dikkat çekmek istiyorum.
Birincisi, bu toplum örgütlü iş yapmayı ve hele muhalefet etmeyi bilmiyor. Bireysel sorunlarımızı şu veya bu biçimde yasal veya yasa dışı, ahlaki ya da gayri ahlaki yoldan bir biçimde çözüyoruz. Bu insana dair içgüdüsel bir hayatta kalma, hayatını sürdürme güdüsü. Fakat ortak sorunlarımıza sıra geldiğinde sorun başlıyor. Çünkü bu topraklarda dayanışma ve hayırseverlik için örgütlenme icatları var. Örneğin “vakıf” örgütlenmesi bu toprakların insanlığa armağanı. Fakat siyasi mücadele için örgütlenme oldum bittim bu toprakların muktedirlerinin korktuğu, yasakladığı, yok ettiği bir iş yapış tarzı. Bu nedenle yeterince toplumsal tecrübe de yok, devletin gazabından uzak durabilmek için toplumsal örgütlenme niyetliliği de yok ya da eksik, yetersiz.
Bireyselleşmemiş toplum
İkincisi sanayi toplumu sosyolojisinin öngördüğü “bireyselleşme” bu topraklarda güçlü değil. Sanayileşen ve kentlileşen toplumda geniş aileden çekirdek aileye oradan bireyselleşmeye gidileceği varsayılan süreç ve bu sürecin ima ettiği kentli, çağdaş, modern değer ve davranışlar gibi bir şema burada aynen böyle yaşanmıyor.
Kentlileşen, eğitimi ve geliri yükselen insanların ne değerleri ne de davranışları varsayıldığı gibi şematik ve bazı kodlamalara uygun olarak değişiyor. En azından toplumun büyük kısmı için durum bu. Fiilen çekirdek aileye dönüşse de duygusal ilişkileri ve değerlerin geniş aile olarak yaşanması, eğitimi ve geliri yükselmekle beraber geleneksel veya dini referanslı değerlerin muhafaza edildiği, kentlileşse bile ilişkilerin yereldeki denli güçlü ve geçerli olduğu oldukça geniş bir kesim var.
Örneğin bizim araştırmalarımıza göre kentli ve eğitimli ailede bile hala gündelik hayat kararlarında kadın ve çocukların ağırlığı neredeyse yok. Yine bizim araştırmalarımıza göre kız veya oğlan çocuğa ailede kazandırılması gereken nitelikler arasında “hakkını arayabilme” yüzde onun altında iken, namuslu olma, vatana ve millete bağlılık, dini vecibeleri yerine getirme gibi nitelikler çok büyük farklarla önde görünüyor.
Ve bu kesimler devletin son yüzyıldaki tepeden inmeci değer ve davranış kalıplarına karşı ilk kez siyasi galip konumunda. Bu konumundan da kolay vazgeçecek gibi görünmüyor. Onlar için hala çelişki devlet ve kendisi arasında. Bu nedenle devletten yana veya devleti değiştirecek diye tanımladığı aktörlere ve davranışlara dair algı ve değerlendirmelerini öyle gündelik gelişmeler üzerinden değiştirecek gibi görünmüyorlar. Kaldı ki, hala ikitidar karşıtları siyaseti toplumla beraber yapmamaya ve hatta topluma rağmen siyaset yapma çizgisinde durmaya devam ettikçe beklenen bu değişiklik de gerçekleşmeyecek.
“İhmal edilebilir” doğrular, hatalar
Üçüncü nokta ise biraz daha güncel ve bir önceki karakteristikle bağlantılı. Toplumun belleği ve zaman herşeyi kayda geçiriyor. Olan biteni de her bir siyasi aktörün bu olan bitendeki rolünü de. Fakat bu algı ve kayıt sırasında bazı sorunlar, hatalar, söylemler “ihmal edilebilir” olarak görülüyor.
Hata farkedilmediği için değil. Belleğe kaydedilirken algı ve beklentilerdeki “iyimserlik” veya “kötümserlik” duygusunun ağırlığına, o andaki kişisel ruh halinin “mutlu” veya “mutsuz” olmasına bağlı olarak kodlanıyor. Toplum ya da birey her sabah bellekteki tüm bilgilerle soğukkanlı mühakeme ile değil bu kodlamalardan beslenen kısa yolları kullarak tercihlerde bulunuyor.
Bu muhakemeyi kökten değiştirecek büyüklükte olaylar olmayınca da tercihler kolay değişmiyor.
Bu kodlamaların devlete dair olanları son yıllarda neredeyse baştan, yeniden yapılıyor. Benzer yeniden kodlama günü geldiğinde bazı olaylara veya gerilimlere bağlı olarak da tekrar yapılabilir. Ama anlaşılan bugün yeniden kodlama günü değil henüz!