Gerçek sorun alanı kadının rolüdür

İki yıla yakın zamandır ısrarla altını çizdiğimiz kutuplaşma meselesi ve toplumdaki yarılmalar, gerilimler, çatışma alanları ve giderek şiddet dilinin tüm bu alanlara hâkim olmaya başlaması genel kamuoyunda da tartışılmaya başlandı. Fakat hala kutuplaşmayı ve toplumdaki yarılmayı tam tanımlayamadığımız için hem çözüm üretemiyoruz hem de sorun azalarak değil çoğalarak gelişiyor.
Bu kutuplaşmayı ve gerilimi siyaset ve siyasi aktörler üzerinden tanımlama çabası hala ağır bakıyor. Böyle bakınca da hâkim kutuplaşma ve yarılma ekseninin laiklik-anti laiklik ekseninde olduğu varsayılıyor. Yalnızca siyaset zemininden bakınca bu eksen bir yere kadar anlamlı görünse de sorunun tümünü açıklamaya yetmiyor.

Bir başka tanımlama çabası toplumsal düzeyden bakınca hayat tarzları üzerinden bir yarılma ve gerginlik olduğu. Bu da bir bakıma anlamlı. Hayat tarzı üzerinde baskı hissedenler, hayat tarzını korumaya çalışanlar ile hayat tarzını değiştirmeye çalışırken önünde birincileri engel görenler arasındaki gerilim artıyor.

Tüm bu gerilimi tanımlayacak ve çözecek meselenin Kürt sorunu yanı sıra kadın meselesi olduğu kanısındayım ben. Sade vatandaşlardan üzerinden ve soyut ideolojilerden, laiklik-anti laiklik meselelerinden sıyırarak işin özüne baktığımızda gerçek çatışma alanının, tarafların, kadının gündelik hayattaki rolünün ne olduğuna, nereye kadar olduğuna bakışlarında yakalamak mümkün. Toplumsal yarılmanın taraflarını kadına bakışlarıyla tanımlamaya çalıştığımızda muhtemelen okuyucuların çoğunu şaşırtacak başka bir tablo çıkıyor karşımıza.

Erkek sever de döver de (mi?)

Yaptığımız araştırmalarda kadın meselesi üzerine birçok bulgu var. “Kocalar bazen dövebilir, erkek sever de döver de” cümlesine toplumun üçte ikisi yanlış derken üçte biri doğru veya ne doğru ne yanlış diyor ve onaylıyor. İlginçlik bu kanaati onaylayanların profiline bakıldığında ortaya çıkıyor. Örneğin 15-24 yaş grubu gençlerde bile bu oran %30, 55 yaş üstü grupta %40’a çıkıyor. Kadınların bile dörtte biri bu fikre doğru derken her beş erkekten ikisi doğru diyor. Köy-kent-metropolde yaşayanlar arasında neredeyse önemli bir fark yokken, geliri en yüksek kesimde bile %25. Demografik olarak anlamlı ve önemli fark eğitim seviyesinde görülüyor. Hiçbir eğitimi olmayanlarda bu fikre doğru diyenler üçte iki iken üniversite eğitimlilerde %18’e düşüyor ama bu oran bile vahim bence.

Sizce kadına şiddet uygulama fikrine onay verenler örneğin şeriat geliyor korkusunda olanlarda ya da evinde Atatürk resmi bulunanlarda fark ediyor mu? Şeriat gelme korkusu olanların %28’i bu korkuyu duymayanların %35’i, özgürlüklerini kaybetmesini en büyük korkusu olarak hissedenlerin %29’u hissetmeyenlerin %35’i kadına şiddeti onaylıyor. Evinde asılı Atatürk resmi olanların %28’i olmayanların %35’i de bu kanaatte. Gerektiğinde asker yönetime el koyabilir diyenlerle koyamaz diyenlerin neredeyse aynı oranda olan üçte biri de erkek sever de döver de diyor.

Şeriat geliyor korkusu ve özgürlüğünü kaybetme kaygısı olan, ülkenin en eğitimli ve geliri en yüksek kesiminin kadına bakışının diğerlerine benzerliğini nasıl anlamlandırmalıyız sizce?

Kızım, kardeşim eşini seçebilir (mi?)

Biliyor musunuz, bu ülkede görücü usulü evlendiğini söyleyenler %53, “kendi rızam dışında evlendirildim” diyenler yani bunu itiraf edebilenler de %7 oranında.

“Kızım, kardeşim aile büyükleri beğenmese bile evleneceği kişiyi kendi seçebilir” fikrine itiraz edenler toplumun üçte biri. Bu fikre itiraz edenlerin etnik kökenlerinin Türk-Kürt olması önemli bir fark doğurmuyor. Kadın-erkek olmaları, genç-yaşlı olmaları, gelir seviyeleri, yaşadıkları yerin köy-kent olması da bu fikre nasıl baktıklarını çok önemli bir oranda etkilemiyor. Eğitim seviyesi yükseldikçe bu fikri onaylama ya da kızının eş seçme özgürlüğüne hoşgörü artıyor, dindarlık yoğunlaştıkça hoşgörü azalıyor.

Bu ülkede yıllardır türban tartışıyoruz ama hala bu ülke kadınlarının %47’si hiç makyaj yapmamış, %67’si hiç mayo giymemiş, %58’i hiç kolsuz bluz giymemiş, %37’si sokağa çıkabilmek için izin alması gereken koşullarda yaşıyor. Biz bu meseleyi konuşmuyoruz, türbanla üniversiteye gitmek isteyen kızlara yasak getiriyoruz.

Kadınlarda insan hakları algısı ve davranışları araştırmamızın bulgularına göre, kadınlarımızın %25’i “eşim döverse bir şey yapmam, hayat böyle” diyor, %37’si “kılık kıyafetinden dolayı komşusunun sözlü tacizine uğrarsa, bir şey yapmam hayat böyle” diyor.

Kadına biçilen rol

Ülkenin siyasi aktörlerine ve siyasi meselelerine bakarken bence turnosal kâğıdı gibi ayrıştırıcı olan şey kadına biçtikleri roldür. Bundan sonraki çözüm önerilerinin ve projelerinin kadına biçtiği rol ve kadına bakışı geçerli ve doğru olup olmadıklarının da ölçüsü olacaktır.

Topluma eleştirel bakış, insanların aldığı yardımları ya da siyasi tercihlerini yargılamakla, küçümsemekle değil kadın meselelerine çözüm üretmekle olacaktır bundan böyle.

Ülkenin iyiliği için siyaset yaptığını iddia edenlerin, ülkenin iyiliği için özgürlük ya da demokrasi havarisi olduğunu iddia ederek ortalıkta dolaşan, konuşanların samimiyetini anlamak için eşiyle, sevgilisiyle ilişkilerine bakın, anlarsınız. Ahlak anlayışının kadınla başlayıp kadınla bitip bitmediğine bakın yine anlarsınız. Ben öyle yapıyorum, öneririm.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.