TUİK verilerine göre toplam 73 milyon olan nüfusun 17,3 milyonu 15-30 yaş arasında. Ve önümüzdeki 12 Haziran seçimlerinde oy kullanacak 50 milyonu aşkın seçmenin 5 milyonu ilk kez oy kullanacak.
Gençler üzerine hepimizin gözlemleri, kanaatleri var. Siyasete ve ülke sorunlarına duyarlılık ve ilgilerinin düşük olduğundan dem vururuz sıklıkla. Bir de genç olmaya atfettiğimiz, doğal karşıladığımız mitler vardır, aklı havada olmak, daha özgür ve risk sever olmak gibi.
“Bugünün gençliği lükse bayılıyor. Düzgün terbiyeleri yok ve otoriteyi hor görüyorlar. Büyüklerine saygısızlık ediyor ve spor yapmak yerine gevezelik ediyorlar. Yaşça büyük biri odaya girdiğinde artık ayağa kalkmıyorlar. Ebeveynlerine karşı çıkıyor, başkalarının önünde çok fazla konuşuyor, yemeği hızla midelerine tıkıyor ve öğretmenlerine zulmediyorlar.” Bu sözler Socrat’a atfediliyor. Görüldüğü gibi gençlere bakış binlerce yıldır aynı.
Ama bu doğru mu? Hanemizdeki, okulumuzdaki, işyerimizdeki, sokağımızdaki ve hatta Beyoğlu’nda gözlediğimiz gençler 17 milyonu aşkın genç kümeyi temsil eder mi?
Dün basına açıkladığımız, Kültür Üniversitesi için gerçekleştirdiğimiz “Türkiye gençliği araştırması” bulgularına göre her 100 gencin 49’u doğduğu yerde yaşamakta iken, 18’i beş yıl ve daha kısa süre önce, 11’i altı – on yıl arasında, 22’si on yıldan uzun süre önce yaşadığı yere gelmiş.
15-30 Yaş arası gençliğin çalışma durumuna bakıldığında, her 100 gencin 38’i öğrenci, 20’si ev kadını iken yalnızca 35’i çalışıyor. İstihdama katılım oranlarının yüksek olması beklenen gençlerde bu oranın oldukça düşük olduğu dikkat çekerken, o yaştaki genç kızların bile yüzde 40’nın (tüm gençler arasında yüzde 20) ev kadını hallerinin hem gençlerin hem de kadınların mağduriyetine dikkat çekmektedir. Her 100 gencin yalnızca 8’i beyaz yakalı çalışan iken, 13’ü işçi ve marjinal işlerde çalışanlardır.
Gençlerin gelirlerine bakıldığında, her 100 gencin 44’ü ailesinden harçlık alırken, yalnızca 25’i düzenli maaş gelirine sahiptir. Gelirini söylemeyen 23 gencin aslında düzenli geliri olmayanlar olduğu ve ailelerine bağımlı oldukları anlaşılmaktadır. Kısaca hala her üç gencin ikisi ekonomik yönden ailesine bağımlı yaşamaktadır.
Hele gençlerin gelirlerine bakıldığında, düzenli bir geliri olmayanlar her 100 genç arasında 32 kişi iken, 25’nin de geliri aylık 250 lira altında, 11’inin de geliri 250 – 500 lira arasındadır.
Görüldüğü gibi yarısı ya daha iyi bir hayat ve iş arayışıyla ya da eğitim amacıyla doğduğu yer dışına çıkmış, yalnızca üçte biri iş ve hatta meslek sahibi olabilmiş, kızlarının yüzde 40’ı ev kadınıyım diyerek geleneksel hayatı kabullenmiş, ekonomik olarak hala büyük çoğunluğu ailelerine bağımlı gençlerden konuşuyoruz.
Şimdi bu temel demografik verilerin yanına şu aşağıdaki iki bulguyu ekleyerek düşünelim:
Hayata hazırlanırken en çok şeyi nereden öğrendiği sorulduğunda üçte ikisi ailesini işaret ederken öğretmenlerini söyleyen yalnızca yüzde 7’dir. Genel yaklaşım olarak genellikle eğitim ve bilginin okullardan edinildiği varsayılırken gençlerin hayata dair bilgileri okul ve öğretmenlerden bağımsız edindikleri anlaşılmaktadır.
Herhangi bir rol modellerinin de olmadığı görülmektedir. “Kimin yerinde olmak istersin” sorusuna yalnızca her yüz gencin 41’i bir isim söyleyebilirken, 59’u bir idolünün olmadığını söylemektedir. Üstelik üzerinde genel bir mutabakat olan bir ismin de olmadığı görülmektedir.
Böylesi bir gençlik sizce nasıl değerlere sahiptir, hangi durumlarda nasıl tutum alacağı beklenir? Bu tablo karşısında üzülelim mi kızalım mı? Sorumlusu gençler mi?
Yarın bazı temel bulgular eşliğinde gençleri tanıma ve anlama çabasına devam edelim.
15-30 Yaş arası gençlik genel olarak kendi hayatı için daha iyimser bir beklenti içindeyken, ülke hayatına dair beklentisi biraz daha düşük yoğunlukta iyimserlik gösteriyor.
Her 100 gencin 58’i (yüzde 50 doğru ve yüzde 7,8 kesinlikle doğru) “benim hayat şartlarım 5 yıl sonra daha iyi olacak” beklentisi içindedir. Buna karşılık yüzde 18,7 oranındaki (yüzde 16,2 yanlış, yüzde 2,5 kesinlikle yanlış) genç ise gelecek beş yıl için kötümserdir.
Buna karşılık her 100 gencin 36’sı (31,9 doğru, yüzde 4,1 kesinlikle doğru) “Türkiye’de hayat şartlarının 5 yıl sonra daha iyi olacak” beklentisi içindeyken yüzde 31,5 (yüzde 29 yanlış, yüzde 2,5 kesinlikle yanlış) oranındaki genç de ülke hayatının geleceğinden kötümser beklenti içindedir.
Mutlu olarak çalışacağı iş için ücretten sonra en önemli unsur nedir sorusuna verdikleri cevaplar, gençlerin gelecek beklentilerine de önemli oranda ışık tutan bulgulara sahiptir. Gençlerin yarıya yakını (yüzde 45,9) mutlu olacağı iş olarak “gelecek garantisi” olan iş tanımlamaktadır.
Burada ilginç olan terfi olanakları (yüzde 5,3) ve yönetime katılma olanakları (yüzde 4,1) gibi kariyere ve katılıma dair iki unsurun toplamda yüzde 10 altında söylenmiş olmasıdır. Gençler için birinci öncelikli unsurun gelecek garantisi olması genel olarak iş hayatlarında ciddi oranda risk algısı içinde olduklarını da göstermektedir.
Her 100 gencin 16’sının eğlenceli ortamı önemli unsur olarak tanımlıyor oluşu da bir başka ilginç aynı zamanda biraz da zamanın ruhuna ve yaşlarına denk bir zihniyeti göstermesi bakımından bir ipucu olarak görülebilir.
Gençlerin kaderci tutumlarına dair iki bulguya bakıldığında ise çok da kaderlerine razı olmadıkları görülmektedir. Davul bile dengi dengine çalar sözünü yanlış bulanlar her 100 genç arasında 46’sı iken (yüzde 39,8 yanlış, yüzde 15,3 kesinlikle yanlış) “hayatımın gidişatını değiştirmek için elimden bir şey gelmez” kanaatinde olmayanlar de 69’dur (yüzde 49,6 yanlış, yüzde 18,9 kesinlikle yanlış).
Gençler endişeli
Bu bulgulara bakıldığında gençlerin kendilerinden daha çok, çevreye ve verili koşullara güvenemedikleri ortaya çıkmaktadır.
Kaldı ki, davul bile dengi dengine çalar diyen her 100 gencin 35’i ve hayatımın gidişatını değiştirmek için elimden bir şey gelmez diyen 22 genç de kayda değer orandaki gencimizin daha bu yaştan kaderine teslim olmuş olduğunu göstermesi bakımından ilginçtir.
Verili koşullar ve dünkü bölümde açıklamaya çalıştığım temel demografik bulgularla beraber bakılınca gençlerin gelecek konusunda haklı bir endişeyi kuvvetli biçimde hissettikleri görülmektedir.
Endişelerini besleyen koşullara dair bir başka bulgu gönülden güvendikleri kurumun hangisi olduğu sorusunda ortaya çıkmaktadır.
Gençlerin üçte biri kendilerine sayılan kurumlardan hiç birisine gönülden güvenmediğini söylerken, her 100 gencin yalnızca 10’u yargıya, 14’ü meclise güvenmektedir. Buna karşılık her 100 gencin 21’i orduya 17’si polise güvenmektedir. Yani her 100 gencin 33’ünün güvendiği kurum yokken, 38’inin de güvendiği ordu, polis gibi güvenlik ve asayiş kurumlarıdır.
Gençler de kutuplaşmanın pençesindeAsıl çarpıcı olan ise gençlerin daha bu yaşta ülkede yaşanan kutuplaşmanın pençesinde olmalarıdır. Güvendikleri kurumlara verdikleri cevaplara siyasi tercihleriyle beraber bakıldığında oldukça bariz ve çarpıcı bir ayrışma görülmektedir.
Hatta beklentilerinin bile kutuplaşmaya göre nasıl biçimlendiği ve farklılaştığı gözlenmektedir. Bir yandan bildik siyasi hareket tarzlarını göstermiyor olmalarından yola çıkılarak apolitize oldukları söylenen gençlerin, siyasi tercihlerine göre beklentilerini, hayata ve kurumlara olan güvenlerinin bile biçimleniyor oluşu dikkat çekicidir.
Gençler (3), modern hayatın geleneksel gençleri
27.05.2011
15-30 Yaş arası her 100 gencin 65’i bilgisayara sahipken 35’inin yok. Her 100 gencin 83’ü internet kullanırken 17’si kullanmıyor.
Her 100 gencin yalnızca 11’inin herhangi bir sivil toplum kuruluşuyla ilişkisi var ki, onların da çoğunluğu üniversite öğrenci kulüpleri.
Her 100 gencin 70’i gazete okuduğunu söylüyor ama tercih ettikleri gazeteler ağırlıklı olarak fikir gazeteleri değil. Zaten her 100 gencin 69’u haberleri TV ekranlarından izlerken, 32’si internet üzerinden, 19’u gazetelerden izlediğini söylüyor.
Her 100 gencin 22’si 3 saatten fazla, 23’ü 2-3 saatini internette geçiriyor. Yani 45 genç her gün 2 saatten fazla vaktini bilgisayar ekranı önünde geçiriyor ama bu sürenin onda dokuzunu arkadaşlarıyla muhabbet ederek, oyun oynayarak veya film izleyerek geçiriyor.
Her 100 gencin 32’si her gün 3 saatten fazla zamanını, 40’ı 2-3 saatini TV ekranı karşısında geçiriyor ama bu zamanın yarıdan fazlasını dizileri seyrederek geçiriyor.
Bütün bu bulgular gençlerin ekran bağımlılığına işaret ediyor fakat ekranda neyle meşgul olduklarına bakıldığında ağırlıklı olarak her hangi bir ilgi, merak alanlarının olmadığını gösteriyorlar.
Hayatın kıyısında dolaşıyorlar
Ekranlardaki diziler ve oyunlar gibi sanal âlemin içinde ama gerçek hayatın kıyısında dolaştıklarını görülüyor. Belki de o sanal âleme imreniyor, özeniyor, iç geçiriyor, hayal üretiyorlar. Ama o âlem için kendilerini kapıp koyuverdikleri de söylenemez. Nitekim “yerinde olmak istedikleri bir idollerinin olup olmadığı sorulduğunda her 100 gencin 51’i idolünün olmadığını söylüyor.
İdollerinin olmaması sosyal rol modellerinin olmadığını da gösteriyor. Bu durumda da psikolojik sosyal öğrenme süreçleri de çalışmıyor. Hayata hazırlanırken öğrendiklerinin çoğunu okullardan, öğretmenlerden değil de ailelerinden olduğunu söyleyenlerin gençler üçte iki oranında. Üniversite eğitimini ne sağladığı sorulduğunda iş için diploma diyenler gençlerin yarısı. Bu üç veri ve bulguyu bir arada değerlendirince ne okuldaki öğrenim ne de sosyal öğrenme modellerinin olduğu, temel değerleri baba eğitim seviyesine bağlı olarak aileden kazandıklarını da dikkate alırsak, kabahatin ya da eksikliğin gençlerde mi yoksa önlerindeki verili toplumsal ve eğitim sistemlerinde mi olduğu anlaşılmamaktadır.
Bu bulgular eğitim sistemimiz için alarm demektir. Şimdiye dek yalnızca çocukları okullara götürmek, okullaşmak, şık binalar, kampuslar yapmak yani nicel olarak büyümek üzerinden düşünülen eğitim sistemimizin nitel anlamda tıkandığını göstermektedir.
Aileye ve geleneklere iliştirilmiş hayatlar
Gençleri kendi aralarında da yaş gruplarına ayırdığımızda veya kümeleme yaparak ev kadınları – öğrenciler – çalışanlar şeklinde şemalaştırılabilecek bir anlatımla ayrıştırdığımızda ilginç bir durum gözlenmektedir. Ev kadınlarında veya henüz eğitim sürecinin başında olan ya da en genç gruptaki gençlerde hayata daha naif ve romantik bakış ağırlıklıdır. Fakat küme, yaş ve eğitim ilerledikçe çok çabuk naiflik ve romantiklik bitmekte oldukça pragmatik ve gerçekçi bakış ağırlık kazanmaktadır.
Bir başka deyişle gençler çok hızlı bir biçimde hayatın zımparalarınca törpülenmekte ve kısa sürede verili koşulların gerçeğine dönmektedirler.
Ev kadınlarında ve en gençlerinde “aşk” mutluluk için birinci gereklilik iken, öğrencilerde ve 20-25 yaşlarında “güç”, çalışanlarda ve 25-30 yaşlarında “para” öne çıkmaktadır.
Tüm bu bulgular, gençlerin önündeki verili hayat koşullarıyla birleşince, gönülden güvendikleri kurumsal veya toplumsal yapılar da olmayınca tek yapabildikleri ailelerine ve geleneklere sığınmak, ahlaki referanslarını geleneklerden ve dinden almak durumunda kaldıkları anlaşılmaktadır.
“Geçmişten gelen geleneklerimiz değişmeden korunmalıdır” fikrine gençlerin yüzde 80,2’si, “Gündelik hayatımda toplumun tüm kurallarına harfiyen uyarım” cümlesine gençlerin yüzde 53,7’si, “Kızını dövmeyen dizini döver” deyişine gençlerin yüzde 40,2’si “doğru” ve “kesinlikle doğru” cevabı vermektedirler.