Gelecek kaygısı

15-30 Yaş aralığında 17 milyonu aşkın genç nüfus var. Bu genç nüfusu kabaca “okuyanlar”, “çalışanlar” ve “oturanlar” olarak üç kümeye ayırmak ve adlandırmak mümkün.

Bu üç gençlik kümesinin ruh halleri, tercihleri ve tutumları da birbirinden oldukça farklı. Ama ortak bir noktaları var, kötümser oluşları! Gençlerin hareketlerini belirleyen en önemli unsurlardan birisi geleceğe dair kaygı ve korkuları.

Kaldı ki, bu gelecek kaygısı yalnızca gençlerin değil, tüm toplumun hareket ve tercihlerine yön veren en önemli unsurlardan biri.

Bu ülkenin uğruna nutuklar atılan her 100 gencinden yalnızca 36’sı gelecek beş yılda ülke hayatının daha iyi olacağına inanıyor. Oranı nüfus sayısına çevirerek tekrarlayalım, ülke hayatının gelecekte daha iyi olacağına inanan gençler 6 milyonun biraz üzerinde iken, inanmayanlar 11 milyonu aşkın.

Yine her 100 gencin 47’si gelecek beş yılda kendi hayatının bugünden daha iyi olacağına inanıyor. Yani 8 milyon genç kendi hayatından umutlu iken, 9 milyon genç ise umutsuz.

5 Milyonu aşkın genç “hayatımın gidişatını değiştirmek için yapabileceğim fazla bir şey yok” diyor.

Her üç gençten birisi hiçbir kuruma güvenmiyor.

Her üç gençten ikisi hayata dair her şeyi, okullardan, eğitim sisteminden değil, anne babalarından öğrendiğini düşünüyor.

Her üç gençten birisi hem iş hayatında başarılı olabilmek için hem de toplumsal statü kazanabilmek için şans, torpil, ailenin imkanları gibi “kendi emeği dışında bir faktörü” gerekli görüyor.

Her iki gençten birisi eğitimin yalnızca “işe girebilmek için diploma” sağladığını düşünüyor.

Her iki gençten birisi mutlu olarak çalışacağı işi  “gelecek garantisi” olan iş olarak tanımlıyor.

Hangi araştırmanın hangi sayısına bakarsak bakalım görünen şu ki;  Gençler ağırlıklı olarak geleceğe umutla bakamamakta, kaygıları, endişeleri, korkuları ağır basmaktadır.

Başka bir veri: Toplumdaki herhangi bir mesele üzerinde farklı kanaat, tercih ve tutumları anlamak için baktığımızda en önemli açıklayıcılardan birisi algı ve beklentilerdir.

Böyle olunca gençlerin hareket ve tercihlerinde kötümserliğin oldukça ağırlıklı olduğunu görüyoruz.

17-18 Yaşına gelen bir delikanlının önünde iki önemli kritik eşik var. Birisi üniversite sınavını kazanıp, kazanamayacağı. Diğeri ise eğer sınavı kazanamaz ve yakın zamanda askere giderse, askerliği nerede ve hangi görevle yapacağı sorusu. Örtük bir iç çatışmanın sürdüğü ülkede bundan daha anlamlı bir soru da yok doğrusu.

Bu gençlerin bu denli ağır bir psikolojik baskıyla baş etmelerinin önündeki zorluk açık. Kabul edelim ki gençlerin psikolojilerini hayatın çok başında sakatlayacak her türlü koşul mevcut bu ülkede.

Var olan koşullar içinde hem nehre girip yüzmek için can atan hem de yüzme becerisine güvenemeyen bir ruh hali mevcut. Bu psikoloji gençlerin özgür düşünme, merak etme, deneme-yanılma-öğrenme gibi her türlü hayata açık davranışlarının önünde engel. (Hoş eğitim sistemimiz de bu becerileri kazandıramıyor ama bu başka bir yazı konusu…)

Aksine riskten kaçınmak normal hale geliyor.

Bunun doğal sonucunda da ne örgütlenmek ne de hak arama mücadelelerine katılmak anlamlı görünüyor. Nitekim her 100 gencin yalnızca 5’i bir sivil toplum kuruluşuna üye, 15’i okullarındaki çeşitli kulüplere katılıyor, 80’i ise hiçbir örgütlenme deneyiminde bulunmamış.

Yüzmek isteyip ama boğulmaktan korktuğu için de bir ağaca belinden urganla bağlanıp suya atlamayı tercih ediyor. O urgan ise gelenekleri veya din – etnik köken gibi kültürel aidiyetleri. Bir geniş grup kimliğine sığınmak, geleneklerine bağlılık ve gündelik hayatın daha da çokça kültürel kimliğinin kurallarına uymak daha güvenli limanları ima ediyor gençler için. O geniş grubun kimliği bireysel kimliklerinin gelişmesini engelliyor doğal olarak.

Gençlerin bu ruh hali, ülkenin geleceğinin önündeki en önemli psikolojik eşiklerden birisi bana göre.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.