Korku politikaları günümüz siyasetinin en güçlü silahlarından birisi. Yalnızca Başbakan’ın idam şantajı gibi bize özgü de değil. Tüm dünyada, korku ve korkutma politikaları hemen tüm liderlerin kullandığı bir araç.
Endişe, küreselleşme çağında her bir bireyin gündelik hayatında ve zihninde var olan bir duygu. Endişe ya da kaygı çok boyutlu, çok aktörlü, çok katmanlı gündelik hayatın ritmi içinde yok sayılamaz bir duygu hali. Bu yeni gündelik hayatın en önemli özellikleri belirsizlik durumu ve kaotik hal. Az ya da çok nereden geleceği kestirilemeyen, ne olduğu ve nasıl olacağı da bilinemeyen bir tehlike algısı bireylerin zihninde yer ediyor.
Siyasetçiler ve medya bu içgüdüsel endişe duygusunu korku politikalarına dönüştürerek manipüle ediyor. Her ülkenin kendi reel politik sorunlarına bağlı olarak bu korku ABD’de İslami terör, Fransa’da Afrikalı Müslüman göçmenler, bizde bölünme, darbe, irtica biçimine dönüştürülüyor.
Bu korku politikalarının kaynağının ve hedefinin yalnızca siyasi olması da gerekmiyor. Bugün gündelik hayatın içinde bilgisayarlarımızı koruma programlarından konut sitelerinin güvenliğine hemen her detay endişe ve kaygı kaynağı. Bu duygulara karşı geliştirilen bir dizi güvenlik araçları ve politikaları her yanı sarmış durumda.
Bir de küresel korku politikaları var elbette. En yaygın bildiğimiz milenyum virüsü. Anımsayacaksınız milenyum başlarken tüm bilgisayarların duracağı, bankacılıktan hava ulaşımına her şeyin aksayacağı endişesi sarmıştı tüm dünyayı. Ne oldu? Yine anımsayacaksınız üç, dört yıl önceki kuş gribi vakalarını. Tüm bir yaz boyunca kuş gribiyle yattık, kalktık. TV haberlerinden gazete haberlerine kuş gribi salgını ve vahameti üzerine binlerce haber bombardımanına maruz kaldık. Peki, bilir misiniz ki Türkiye’de Sağlık Bakanlığı kayıtlarına girmiş kuş gribi vakası yüzün altındadır.
Politikacıların endişe ve kaygı duygularını korku politikalarına çevirirken en büyük müttefikleri de medya. Medya ve politikacılar, endişeleri her gün yeniden üreterek, çoğaltarak korku politikalarına zemin oluşturuyorlar.
Fransa’da Afrika’dan gelen Müslüman göçmenlerin eğitimsiz ve cahil oluşları, 4-5 çocuk doğuruyor olmaları, geldikleri Fransa’da önce iş, yerleştikten sonra da hak talep ettikleri, Fransızların haklarından ve varlıklarından pay istedikleri üzerine geliştirilen şoven söylem ile bizim gazetelerdeki Kürtlere, başı kapalılara, kente yeni göç etmişlere, Ak Parti’ye oy verenlere karşı geliştirilen söylem arasında hiçbir fark yoktur.
Her ülke ve siyaset kendi reel politik sorunlarına karşı başka ve özgün gibi gözüken, özünde benzer duygulardan ve söylemde gelişen korku politikalarına maruz kalıyor.
Bu durumu analiz etmek için illaki siyasi meseleler de gerekmiyor. Gündelik hayata dair haberlerin ve söylemlerin hemen hepsi bir biçimde endişe ve kaygı duygularını körükleyerek korku politikalarına zemin oluşturuyor.
Bir basılı gazetede manşet haberden en küçük habere, siyasi haberden magazin ve spor haberlerine kadar bir günlük baskıda 110 ile 130 haber yer alıyor. Kabaca söylersek bir basılı günlük gazete yıllık olarak 40 bin dolayında haber kullanıyor.
Öte yandan bir günlük gazetenin mutfağına her gün binlerce, yıllık olarak milyonlarca haber akıyor. Soru şu: Bir gazetenin mutfağı, her gün kendine doğru akan binlerce haberin içinden basacağı 110 – 130 haberi hangi ölçütlere göre seçiyor? Seçilen haberler nasıl bir dilden yazılıyor?
Yalnızca bu iki soru üzerine bile onlarca tartışma açabilir ve yazı yazabiliriz ama şimdi konumuz gündelik hayatta var olan endişe duygusunun nasıl körüklenerek korku politikalarına zemin oluşturduğu.
Bu tezin doğruluğunu kontrol etmek için şöyle bir şey yaptık. Hiç de siyasi tını içermeyen “tehlike”, “risk”, “felaket”, “endişe”, “korku” kelimelerinin yıllık 40 bin haberin içinde kaç kez kullanıldığını öğrenmek için internet arşivi ulaşılabilir ve kullanışlı olan, internet siteleri en yüksek oranda ziyaret edilen Hürriyet ve Milliyet gazetelerinde bu kelimelerin kaç haberde kullanıldığını saydık.
Bazı sonuçları aşağıdaki grafiklerde görüyorsunuz. Gördüğünüz gibi her yıl bir önceki yıla göre oldukça yüksek oranlarda artış var.
Bu durum siyasi mesele ve gerilimlerde daha da çoğalıyor. Şehit haberlerinin veriliş tarzından kadınlara dair haberlere kadar bir dizi alanda medya daha da etkin rol oynuyor. Siyaset de bu zemin üzerinden söylem geliştirerek umut yerine korku üretmeyi tercih ediyor.
Bunun en uç örneği de idam tartışmalarına geri dönmek oluyor. Çünkü idam şantajı yalnızca İmralı’yı ima etmiyor. “İdamı geri getirmeyi bile düşünürüz” demek önce Kürtlerin bir kesimine, sonra Kürtlerin tümüne sonra da ülkedeki tüm hak taleplerine karşı her türlü baskı ve yasak politikalarına geri döneriz iması da içeriyor. Bu ima her türlü hak talebini korkutmaktan öte bir şey değil elbette. Çalışırsa!