Mısır değerlendirmelerinin bir kısmında da Mısır halkının eğitimsizliğinden yola çıkılarak, hareketin talebinin demokrasi talebi olamayacağı söyleniyor. Gerçekten eğitim seviyesi demokrasi talebi için gerekli bir koşul mu?
Yukarıdaki iki argümanı da Türkiye seçim tarihi verileriyle tartışmak istiyorum. Aşağıda iki tablo var. Birinci tablo seçimler, eğitim oranları, seçime katılma oranları ve hükümetlerle ilgili bir özet tablo. Yazının sonundaki ikinci tablo ise cumhuriyet tarihimizde kurulmuş ve güvenoyu almış tüm hükümetleri, partileri, koalisyon partilerini, Başbakan’ları, hükümetlerin görev süre ve tarihlerini gösteriyor.
Cumhuriyet tarihinde toplam 59 hükümet görev yapmış, 60. Hükümet hala görev başında. Çok partili hayata geçiş ve ilk seçim 1946’da, fakat bu seçimin uygulanan usulleri gereği seçim sayılıp sayılamaması da ayrı bir durum. O nedenle ilk çok partili seçim olarak 1950 seçimini sayabiliriz.
Toplam 60 hükümetin, 18’i tek parti döneminde, 3’ü darbe dönemi, darbecilerin kurdurduğu veya kurduğu hükümetler, 5’i darbe dönemi, parlamento içinden darbe baskısıyla kurulmuş hükümetler. 34 Hükümet ise, seçimle oluşmuş parlamentoda, seçimlerin sonucunda tecelli etmiş milletvekili sayılarına göre kurulmuş hükümetler. Bu 34 hükümetin 20’si ise tek parti hükümeti, 14’ü koalisyon hükümetleri.
Bu ülkenin darbecileri bile seçimden kaçamamış
Tartışmalı 1946 yılı dahil toplam 16 seçim yapmışız. Seçimlerin 10’unda iktidar değişmiş, 6’sında iktidarda olan parti yine birinci parti olarak çıkmış.
Yaşanılan dört darbede, 27 Mayıs’ta darbeden bir yıl sonra, 12 Eylül’de üç yıl sonra çok partili seçime gidilmiş, 12 Mart’ta ve 28 Şubat’ta ise parlamento açık kalmış, seçimle değişmiş. Darbeciler bile seçimden kaçamamış, kaçmamış ve yine çok partili seçimlerle normal siyasi hayat dönülmüş.
Bu tablonun bana gösterdiği şudur: Bu ülkenin siyasi hayatında partiler ve seçimler vazgeçilmezdir. Bu toplum, bunca deneyim, bunca badireden sonra bile kullandığı seçim hakkından hiçbir koşulda vazgeçmemiştir, vazgeçmez de.
Bu topraklarda demokrasi hep seçimlerin yapılabilmesiyle ve siyasi partilerin varlığıyla tanımlanmıştır, doğru. Ama bu anlayışın eksik olduğu da seçim yasalarından siyasi partiler yasalarına kadar her şeyin günümüzün gereklerinin dışında kaldığı ve anti demokratik olduğu da doğru. Bu topraklarda gerçek demokrasi de bu siyasi yapının içinden gelişecek. Bu umudun en büyük dayanağı da bu toplumun yaşadığı, sahip olduğu, darbecilerin bile görmezden gelemediği bunca seçim ve siyaset deneyimidir.
Toplumun eğitim seviyeleri ve seçimlere katılım
Yine yukarıdaki tabloda her bir seçimde katılım oranları ve o yıllardaki 15 yaş üstü nüfus içinde okuma yazma bilmeyenlerin oranları var. Demokratik sayılmasa da tek parti olarak CHP 1946 seçimleri kararı alırken, 1945 nüfus sayımına göre toplumun yüzde 72’si okuma yazma bilmiyordu. 1950 Seçimleri kararı alınırken 1950 sayımına göre toplumun yüzde 68’i okuma yazma bilmiyordu. Demokrat Parti 1957 seçimlerine karar verirken 1955 sayımına göre toplumun yüzde 61’i okuma yazma bilmiyordu.
Tüm tartışmalı uygulama ve politikalarına karşın o dönemin liderleri, partileri, politikacıları bu toplumun eğitimi yok, demokrasi nedir bilmezler, demokrasi talepleri yok diyerek o koşullarda bile seçimleri yapmaktan vazgeçmediler.
1950 Seçimlerine katılım yüzde 89,3, 1954 seçimlerine katılım yüzde 88,6 oranında. 27 Mayıs darbesi sonrası ilke seçimlerde katılım yüzde 81, 12 Eylül darbesi sonrası ilk seçimlerde katılım yüzde 92,3 oranında. Hatırlatayım kıyaslanmaya çalışılan Mısır’da Mübarek’in yüzde 90 oyla seçildiği son seçimlere katılım sadece yüzde 26.
Dörtte üçü okuma yazma bilmezken bile seçimlerdeki oy hakkını, yurttaşlık hakkını böylesi güçlü biçimde kullanmış toplumun, bugün yalnızca yüzde 9’u okuma yazma bilmiyor. Yalnızca eğitim oranlarından dolayı değil, binlerce rakam, oran, yüzde, kıyas kullanabiliriz ve görürüz ki, Türkiye toplumu da değişmiştir, değişmektedir.
Artık toplumları kıyaslamak değil ortak değerleri savunmak zamanı
Bütün bunları biz hak ediyoruz, Mısır halkı hak etmiyor demek için yazmadım. Aksine demokrasi anlayışındaki değişmeler, temsili demokrasiden katılımcı demokrasiye dönüş ve benzeri tüm tartışmalarda gösteriyor ki, yeni bir hayatın yeni siyasal sistemlerini konuşuyoruz aslında.
Bu yeni siyasal sistemin evrensel insan hakları, hukukun üstünlüğüne olan inanç gibi ortak değerleri var kuşkusuz, fakat tek bir modeli yok. Çünkü şimdi biliyoruz ki, artık bireylerin de toplumların da kendi bellekleri, bilinçaltları, beklentileri, korkuları, değerleri var. O nedenle her bir toplumun veya (ister aile, ister bir şirket) her bir yapının kendi iç işleyişi tek tip olamaz. Bunları açıklamaya çalışan tek bir anlama ve açıklama modeli, kavramları da artık yetersiz. Yeni hayatın temel karakteristiklerinden birisi de bu.
Gelecek üzerine kafa yoran, yazan bilim adamlarından, Harvard Üniversitesi Bilişsel Nöroloji Profesörü Marc D.Hauser bir makalesinde şöyle bir olayı tartışıyor. Artık bilimin geldiği noktada bir süre sonra bazı beyin parçalarını veya beyni nakletmek mümkün olacak. Örneğin bir köpeğin koklama duyusu soğancığı bir insana nakledilse, zihin de değiş tokuş edilmiş olur mu?
Nakledilen insan muhtemelen yüz metre öteden bir idrar damlasının kokusunu alma yetisi kazanmış olabilir. Fakat o kokuyu anlamlandırma dünyası yine o kokuyu iğrenç olarak tanımlayacaktır.
Sanmayın ki bu örnek yalnızca nöroloji alanında geçerli, toplumsal yaşam da bence böyle. O nedenle bazı kurumlar ve kurallar aynen transfer edilemezler. Her toplumun ve bireyin anlamlandırma dünyası başka şeylerden, duygulardan, bilinçlerden, değerlerden besleniyor.
Mısır halkı da kendi anlamlandırdığı bir yere, hedefe doğru yönelecektir. İşte demokrasi de bu farklılıklara izin verdiği için var olmanın talebidir.